HABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Edebiyat dünyasının sıradışı kadınları ve hayatları

Kuşkusuz ki birçok sanatçı sadece eserleriYle değil yaşadığı dönemde yarattığı sansasyonel olaylarla da tarihe damgasını vurmuştur.

Edebiyat dünyasının sıradışı kadınları ve hayatları

Kuşkusuz ki birçok sanatçı sadece eserleriYle değil yaşadığı dönemde yarattığı sansasyonel olaylarla da tarihe damgasını vurmuştur.

İşte edebiyat dünyasının sıradışı kadınları ve sıradışı yaşamları...


Colette

28 Ocak 1873'te Fransa'nın taşra kasabasında dünyaya gelen Sidonie-Gabrielle Colette, Fransa'nın, gelmiş geçmiş en cesur kadınlarından bir tanesi oldu. Colette 15 yaşındayken Willy ismi ile tanınan bir dolandırıcıyla ilk evliliğini yaptı.

Willy ile birlikte Paris'e taşınan Colette, ilk romanı olan ve hala ses getiren "Claudine"yi kocasının ismi ile yayınladı. O dönemde sürekli olarak New York'lu erkeksi kadın modeli ön plana çıkartılırken Colette kendi kişiliğine de uygun bir biçimde son derece kadınsı karakterler yaratır.


Colette

Colette'nin bu ilk eserlerini kocasının zoruyla bir odaya kapatılarak yazdığı söylenir. Colette büyük bir başarı yakalayınca kocasının dejenere yaşam tarzından sıkılır ve boşanmaya karar verir. Boşandıktan sonra çalışmaya başlayan Colette için yeni bir perde açılmıştır.

Müzikhollerde şarkıcılık yapmaya başlar ve altı yıl boyunca bu işe devam eder. İlk olayını ise bu dönemde patlatır. Ünlü Moulin Rouge'da oynadığı bir rolde göğsünü açarak olay yaratır.


Colette

Colette zaten o günden sonra skandalların kadını olarak anılacaktır. Eserlerinde kadın cinselliğini, fahişeleri anlatan yazar lezbiyen ilişkileride eserlerine yansıtır ve öykülerinin temelini bilinen ilk kadın şair olan Sappho'ya (Sappho da ayrıca lezbiyen olarak bilinmektedir.) kadar uzatır.

İtalyan kadın yazar Gabriele d'Annunzzio ve Amerikalı ünlü bir lezbiyen olan Natalie Clifford Barney ile de aşk yaşayan yazar, ileride yaşantısıyla pek çok feminist kadına örnek gösterilir.


Colette

Ayrıca 1912'de yine bir erkekle, Henri de Jouvenel des Ursins ile evlenir. Bu evlilik süresince yine skandallar bitmez ve üvey oğlu ile aşk yaşadığı dedikoduları yayılır. Colette ise aslında kendisini aldatan kocasından intikam almak için bu ilişkiyi yaşamıştır.

Hem kadın hem erkeklerle yaşadığı aşklarda onun bu kadar konuşulmasının sebeplerinden bir tanesi oldu. 1944'te umutsuzluktan intihar etmiş olan III. Napolyon'un yeğeni olan Marquise de Belboeuf (takma adıyla Madam Missy) de Colette'nin kadın sevgililerinden bir tanesiydi. Bir dönemde balerinlik yapan yazar kaval kemiğine saplanan bir broş yüzünden ömrünün son yirmi yılında büyük acılar çeker.


Colette

Edebiyat dünyasında birbiriyle çelişen karakteriyle de tanınan Colette, İkinci Dünya Savaşı sırasında Vichy rejimiyle işbirliği yapar ve lezbiyen ilişkilerini saklamaz. Yazar hayatı boyunca sıradışı yaşamı, çok eleştirilen sansasyonel olayları ile dikkat çeker ve bunun yanı sıra bir çok saygın yerde de kabul görür.

Belçika Kraliyet Akademisi'ne kabul edilen Colette ardından da Goncourt Akademisi'ne kabul edilen ilk kadın olur. Tam olarak politik yaklaşımlarıyla akıllarda yer etmese de kendisini "erotik bir militan" olarak tanımlar. Bir taşrada doğduktan sonra Paris'te yaşamını sürdüren, büyük başarılar elde eden Colette'nin son romanı Gigi filme çekilir ve Broadway'de müzikali yapılır. 1953'te Onur Madalyası'na layık görülen Colette 1954'te Paris'te ölür. Kilise dini tören yapmayı reddetse de devlet tarafından görkemli bir tören düzenlenir. Son kocası Goudeket 1957'de eşi ile ilgili olarak "Colette'e Yakın Olmak: Kadın Bir Dahinin Mahrem Portresi" isimli bir kitap yazar.


Sappho

Dünyanın bilinen ilk kadın şairi olan Sappho hakkında elimizde Colette kadar çok bilgi bulunmuyor. Yine de yaşadığı döneme göre oldukça sıradışı sayılabilecek hayatıyla dikkati çekiyor hatta öyle ki Sappho ölümünden yüzyıllar sonra bile anılacak, portreleri çizilecekti.

Demokrasinin beşiği olan Antik Yunan'da, aristokrat bir ailenin kızı olarak M.Ö. 630 - M.Ö. 612 yıllarında dünyaya gelen Sappho Yunanistan'ın Lesbos Adası'nda doğdu. Lesbos'un ismi Sappho'dan geliyor.

Bizim bildiğimiz ismiyle "Midilli" o dönemki adıyla Lesbos Adası da ismiyle aslında Sappho'nun en çok tartışılan yönüne atıfta bulunuyor yani lezbiyenliğine. Atinalı tiyatro yazarı Aristofanes yazdığı bir oyunda iki kadın arasındaki aşkı anlatmak için "Lesbos'lu" tanımını kullanır. Böylece "lezbiyen" kelimesinin temeli atılır. Önceleri zengin bir tacir ile evlenir fakat bu evlilikte mutlu olamaz ve ve ayrılır.


Sappho

Ayrıca bu evlilikten bir de kızı olur. Gençlik dönemlerinde ise Sappho karıştığı siyasi olaylar sebebiyle Lesbos Adası'ndan Sicilya'ya sürgüne gönderilir döndüğünde de kızlar için bir okul açar. Küçük yaştan itibaren okuluna kabul ettiği kız öğrencileri evlilik çağlarına gelene kadar eğitir.

Sanat eğitimi verilen bu okulda Sappho'nun öğrencileriyle aşk yaşadığı dedikoduları da oldukça fazladır. Sappho'nun ölümün ardındaki sır perdesi ise hiçbir zaman kalkmadı. Kimileri kendisini küçük yaştaki bir denizcinin aşkı yüzünden intihar ettiğini söylese de yaygın kanı Sappho'nun bir öğrencisine olan aşkı yüzünden adadaki kayalıklardan atıp öldürdüğüdür. Bir diğer görüş ise bu aşkın Afrodit'e karşı olduğudur.


Sappho

Her şey bir yana bu şiiri aşkın kanıtı niteliğindedir; "Elbet seviyorum seni Ama sen beni seviyorsan genç bir kadınla evlen Nasıl katlanırım birlikte yaşamaya kendimden genç biriyle"


Virginia Woolf

1882'de Londra'da dünyaya gelen Virginia Woolf, Victoria devri'nin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen'ın kızıyd. Fakat Virginia belki de ilk asiliğini ve farklılığını bu Victoria tarzı yaşama karşı duruşuyla göstermişti. 13 yaşındayken ansızın annesini kaybeden Virgina babasının kütüphanesinde onun da yardımıyla kendisini geliştirdi.


Virginia Woolf

Virginia'nın çocukluğu ömrünün geri kalanında yaşayacağı tramvalara zemin hazırlayan olaylarla doluydu. Önce annesini kaybeden Virginia üvey ağabeyinin tacizine uğradı ve psikolojik sorunları böylece başladı.

1904'te de babasını kaybeden Virginia yemek yememeye başladı ve ilk intihar girişiminde bulundu. VII. Edward'ın pencerenin altında ona açık saçık laflar söylediğini zanneden Virginia pencereden atladı. Virginia babasının da ölümünün ardından Bloomsburry'e taşınarak belki de hayatını değiştirecek yegane kararı verdi.


Virginia Woolf

Babasının da ölümünün ardından Bloomsburry'e taşınması Virgina'nın hayatının dönüm noktasını oluşturdu. Bloomsburry grubu önemli edebiyatçılardan oluşan entellektüel bir gruptu. Gruptaki birçok insan eşcinsel ya da biseksüel ilişkilerde bulunuyordu. Leonard Woolf da o edebiyat grubundakiler arasındaydı. Virginia Stephen, sevmediğini açıkça söylediği ve geleceği pekte parlak olmayan, beş parasız bir adam olan Leonard Woolf ile evlendi.

Virginia buna rağmen Leonard ile ömrünün sonuna kadar birlikte olacaktı. İlk kitabını da Leonard'ın sayesinde çıkarttı. Virgina Woolf'un travmaları üst düzeydeydi. Onu iyi eden tek şey belki de yazmaktı ama bunun da üzerinde farklı bir etkisi vardı. Virginia bitirdiği her romanının ardından histeri krizleri geçiriyordu.


Virginia Woolf

Karakterindeki dikkat çekici bir diğer nokta ise feminist duruşuydu. Son derece uysal bir kadın olan ve hayatının amacını hizmet etmek olarak nitelendiren bir kadın olan annesinin aksine Virginia, kadınlara içlerindeki bu hizmetçiyi öldürmelerini tembihliyordu. Virginia'nın kadınları bu kadar düşünüyor olması sadece feminist kişiliği ile alakalı değildi. Ayrıca evli olduğu süre içerisinde lezbiyen ilişkilere girdiği de dedikodular arasındaydı. O da kadınlara karşı duyduğu heyecanı çokta fazla gizlemiyordu.


Virginia Woolf

Edebiyat tarihine damgasını vurarak, izleri hiç silinmeyecek olan bu kadın intiharı toplamda 3 kez denemişti. Pekte ciddi sayılmayan ilk intiharının ardından bir kez de ilaç içmiş ve kocası tarafından midesi yıkanarak kurtarılmıştı.


Virginia Woolf

Üçüncü intiharında ise cebine taşlar doldurduğu elbisesi ile evlerinin yakınındaki bir ırmağa girerek intihar etmişti. Bu kez başarılı olacaktı Virginia. Cesedi üç hafta sonra nehrin kenarında oynayan çocuklar tarafından bulunur.

Tüm hayatı boyunca onu koruyup kollayan, Virginia için psikiyatrlık yapan, hemşiresi olan Leonard, onun cesedini yaktırdıktan sonra küllerini evlerinin bahçesindeki ağacın altına gömdü. Virginia'nın son kitaplarından "Dalgalar"ın son cümlesi de onun için bir şeyleri anlatır nitelikteydi; "Kendimi sana savuracağım, yenilmeksizin ve boyun eğmeden ey ölüm!"


Slyvia Plath

27 Ekim 1932 yılında doğan Slyvia Plath ilk başta yazılarından çok intiharı ile olay yarattı. Sırça Fanus, Slyvia Plath'in Günceleri, Suyu Geçiş, Üç Kadın gibi kitaplarıyla tanınan Plath'in en çok dikkat çeken romanı ise yarı otobiyografik olan ve depresyonunu anlatan Sırça Fanus kitabıdır.


Slyvia Plath

İlk şiirini 8 yaşında babasını kaybettiğinde yayınlayan Plath hayatı boyunca psikiyatrik rahatsızlıklarla boğuştu.

Manik-depresif bozukluğu olan Plath, ilk intihar girişimini 1950 yılında üniversitedeyken gerçekleştirdi.


Slyvia Plath

1956 yılında kocası Ted Hughes ile üniversite sıralarında tanışan Plath, ilk çocuklarının doğumundan kısa süre sonra boşanmaya kalkıştı.

Plath 11 Şubat 1963 yılında kafasını fırının içine sokarak gaz ile intihar etti.

1981 yılında da Ted Hughes tarafından şiirleri bir kitapta derlenerek yayınlandı.

Mynet Youtube


En Çok Aranan Haberler