HABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Başbakan Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyetiyle buluştu

Davutoğlu İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde düzenlenen toplantıda konuştu.

Başbakan Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyetiyle buluştu

İşte Davutoğlu’nun konuşmasından satır başları:

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Hiçbir toplum, hiçbir vatandaşı konuştuğu anadil, sahip olduğu kültürel geçmiş, aidiyet hissettiği herhangi bir şekilde aidiyet hissettiği kültürel bilinç anlamında tahkir edilemez, dışlanamaz; hiç kimse kendisine doğuştan verilmiş olan ve kendi iradesi dışında olan dil, kültür özellikleri dolayısıyla herhangi bir baskı altında tutulamaz" dedi.

Başbakan Davutoğlu, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde "Akil İnsanlar Heyeti" ve ilgili bakanların katılımıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, "tarihdaşlık bilincini kaybetmiş" ve "kadim geçmişten bağını koparmış" ulusalcı ideolojilerin, bir müddet sonra dışlayıcı bir kültüre dönüştüklerini kaydetti.

Modernite görünümü içinde üzeri süslü ve çarpıcı kelimelerle örtülse de, her gün barış ve demokrasi dese de bir ideolojinin, tek bir ırka, tek bir mezhebe, siyasi yaklaşıma hitap etmeye başlamışsa ve devleti sadece şu veya bu mezhebin, şu veya bu etnik grubun malı gibi görmeye başlamışsa bir müddet sonra tıkanıp, donuklaşıp anlamını kaybedeceğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Zaten çevre ülkelerde yaşanan krizlere baktığınızda ister Suriye, ister Irak, ister Ukrayna ister diğer bölgelerde, tarihi kültürel fay hatlarının, bugün modernite görünümü altındaki ulusalcı ideolojilerle karşıtlık ilişkisine dayalı olarak bölündüklerini görüyorsunuz. Ben Irak'a ilk seyahatimi yaptığımda hem Bağdat'a hem Musul'a hem Basra'ya hem Erbil'e gitmiştim. Orada bunu yakından fark ettim. Bir toplumun şehirleri, 'şu şehir etnik gruba, şu şehir şu etnik gruba aittir' denmeye başlamışsa o toplumu bir arada tutmak güçleşiyor. Peki bu nereden çıkıyor? Modernitenin kimlik algısının yanlış yorumlanmasından. Belki, başka ülkelerde olumsuz sonuç doğurmayacak bir ayrım, kadimi yoğun yaşamış bizim gibi toplumlarda etle tırnağın kopması gibi ülkeleri, toplumları birbirinden kopardı. Biz bunu çok derinlemesine yaşadık tarihi tecrübemizde. Balkan Muhaceretini biliyoruz. Mübadele dediğimiz, şimdi baktığımızda veri olarak görünen nüfus değiş tokuşunun nasıl insani trajedilere yol açtığını biliyoruz. Hala Anadolu'dan göç etmiş, Yunanistan'daki Rumlarla, Yunanistan'dan, Balkanlar'dan göç etmiş Türklerin nasıl hüzünle o geçmiş çok kültürlü ortamı özlediklerini hepimiz biliyoruz.

Bu yaşanması gereken tecrübeydi belki, belli aşamalarda, zorunluluk içinde savaşların getirdiği bir tecrübeydi ama şimdi artık 1. Dünya Savaşı'nın 100. yılını idrak eden insanlar olarak hepimiz bir kere şunu keşfetmek zorundayız. Tekçi yapılar, kadim kültürlerin olduğu yerlerde hangi etnik ve mezhebi grup adına olursa olsun acı getiriyor, hüzün getiriyor. Bu sadece bizde değil. Pakistan-Hindistan bölünmesinden de yaşanan acıları hatırlayınız."

"Kadim" kavramına "geri kalmış", "feodal bir kimlik" gibi değil, "bize kadar intikal eden bir kültürel çoğulculuğu barındıran, korunması gereken bir tarihdaşlık" olarak bakmak gerektiğini anlatan Davutoğlu, hiçbir İskandinav ya da Latin Amerika ülkesinin bu kadar yoğun bir harmanlamanın içinden geçip gelmediğine işaret etti.

Kadimi muhafaza edip, o tarihdaşlığı güçlü evrensel hukuka ve insan haklarına özgürlüklere dayalı bir vatandaşlık kimliğini kurabilen toplumların yükseleceğine inandığını ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Vatandaşlık kimliği, o tarihdaşlık kimliği ile desteklenmek durumunda. Bu, şu demektir; hiçbir toplum, hiçbir vatandaşı konuştuğu anadil, sahip olduğu kültürel geçmiş, aidiyet hissettiği herhangi bir şekilde aidiyet hissettiği kültürel bilinç anlamında tahkir edilemez, dışlanamaz; hiç kimse kendisine doğuştan verilmiş olan ve kendi iradesi dışında olan dil, kültür özellikleri dolayısıyla herhangi bir baskı altında tutulamaz. İşte, kadimle modernitenin en doğru sentezi burada. Bunu yapamayan toplumlar, Suriye'de olduğu gibi, Irak'ta olduğu gibi tek bir ideoloji, Baas ideolojiyle tek bir toplum çıkarayım dediklerinde o kadimin birikimini yok ediyorlar, evrensel hukuka, insan haklarına dayalı bir toplum da inşa edemiyorlar.

Biz AK Parti iktidarları döneminde bütün çabamız, bir taraftan reformcu ve devrimci niteliğimizle bütün bu baskı ve tekçi ideolojilere karşı reformu harekete geçirirken diğer taraftan reformcu, devrimci, evrenselci bir dille hareket ederken diğer taraftan da bize kadim kültürümüzden gelen unsurları da pekiştiren bir dil kullanmaya özen gösterdik. Bu tarihi zemin üzerinde Türkiye'nin farkı şudur. Çözüm sürecinin dayandığı, sosyokültürel zemin de budur. Biz yerleşik, bütünleşik ve iç içe geçmiş, her şeye rağmen iç içe geçmiş, sosyo kültürel yapılar içinde bulunuyoruz. "

Davutoğlu, "Irak'ın birliğini en fazla kim tehdit etmiştir" denildiğinde, buna Saddam zulmü, sömürgeci geçmiş gibi birçok şey söylenebileceğini ama kendisine sorduklarında, "Irak'ın birliğine bugün değen tehditi yapanlar Basra'yı bir Şii bir şehir, Musul'u bir Sünni şehir, Erbil'i bir Kürt şehri diye tanımlayanlardır." cevabını vereceğini belirtti.

O andan itibaren artık sosyokültürel bütünleşik yapının doğmayacağını dile getiren Davutoğlu, "Şehir devletten önce gelir. Şehirden önce gelen de insanlık bilincidir. Eğer bölgeler siyasi pratiklik açısından değil de etnik ve mezhebi kimlikler açısından dağıtılmışsa, o andan itibaren o sosyokültürel bütünlüğü sağlamak çok zor. Bizim farkımız ne burada? Oradan farklı olarak veya diğer ülkelerden, biz Kürt, ve Türk diğer unsurlar olarak her yerde iç içe ve birlikte yaşıyoruz. Balkanlar'ın her milleti, Kafkas ve Orta Asya'nın her milleti, Mezopotamya ve Ortadoğu'nun her kimliği Anadolu'da var. Hele hele İstanbul'da artık sokaklarda, aynı apartmanda var. Bir Arnavut ile bir Azeri'nin, bir Kürt ile bir Boşnak'ın aynı apartmanda olduğu tek yer İstanbul'dur" dile konuştu.

"Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir"

Tek parti döneminde yaşananlara en açık dille eleştiri getirenlerin kendileri olduğunu söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti: "Bizim yapmamız gereken bu sosyokültürel zemini tahkim etmek, güçlendirmek. Sosyopolitik bir zemin var. Geçen bir soru üzerine uluslararası bir kanalda da zikrettiğim bir husus var. 'Kürtlerin devleti yok, Kürtlerin bir devlet arayışı var.' O zaman söyleyeyim; Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Neden? Değişik vesilelerle zikrettiğim şey, sadece bir devlete devleti ululama sakın görülmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Bizim şehirlerimiz nevzuhur kimlikler üzerine doğmadı. Yani Sykes Picot'nun ya da 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgeci yapıların dağılması sonrasında ortaya çıkan ulus devletler arasında değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İstiklal Harbi'ni omuz omuza, bütün o Mezopotamya, Kafkas ve Balkan kavimlerinin çocukları omuz omuza, bir arada verdiler. O bir arada vermiş olan Çanakkale Savaşı da dahil olmak üzere ortak çabanın ürünü olarak doğdu ve sosyo politik süreklilik hep devam etti bu topraklarda. İstanbul Meclisi, Ankara Meclisi... Ankara Meclisi'nin kompozisyonuna bakın. Dün Amasya'daydım, Amasya Tamimi'ne bakın, oradaki millet kavramına bakın, 1. Meclis'teki konuşmalara bakın, bu hepimizin devleti ama Suriye, diğer devletler kesinlikle hafife almak kastıyla söylemiyorum, diğer devletlere baktığınızda sosyo politik süreklilik bir öncesini redde dayalı olduğu için neredeyse yok. Kendilerini meşrulaştırmak için ta eski çağlara kadar gitmek zorundalar. O zaman bizim bu zemini mutlaka muhafaza etme durumumuz var."

(AA)

Mynet Youtube


En Çok Aranan Haberler