Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Şuayib Yalçın, dünyada her yıl 12 milyon insana, Türkiye’de ise her yıl 170 bin kadar insana kanser tanısı konulduğuna dikkat çekerek nüfusa bağlı olarak kanserin artıyor gibi gözüktüğünü ama yaşa, orana ve hıza bakıldığında bu hızın Türkiye’de ve gelişmiş ülkelerde azalmaya başladığının görüldüğünü açıkladı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi’nde 13. Kanserli Hastalar Kongresi gerçekleştirildi. Uluslararası Kanser kontrol Örgütü’nün (UICC) himayesinde Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği tarafından düzenlenen 13. Ulusal kanser Hastalar Kongresi hekimler ve hasta yakınlarının katılımıyla gerçekleştirildi. Kongrenin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Yalçın, “Bu kongrelerle vurgulamaya çalıştığımız şey, bireylerin mutlaka kendiyle ilgili yapabilecekleri şeylerin olduğu. Çünkü toplumu, dünyayı, bürokrasiyi, birimi değiştiremeyiz, bunlar zaman isteyen şeyler. Öncelikle her bir bireyin kendine düşen sorumluluklarını yerine getirip ve kendi farkındalığını sağlaması lazım. Kilo kontrolü, sağlıklı yaşam tarzını benimseyip kanser kontrollerinden yararlanması lazım. Biz bu kongrelerde kanserden korkmamak, sağlık hizmetlerine başvurmak gibi temel yaklaşımları anlatıyoruz. Bu mücadelede yalnız değilsiniz. Bununla ilgili hem bürokratik hem de uluslararası alanda bir şeyler yapılmalı’’ ifadelerini kullandı.
Dünyada her yıl 12 milyon insana, Türkiye’de ise her yıl 170 bin kadar insana kanser tanısı konulduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yalçın, “Son dönemdeki artış hızının yavaşladığını veya durduğunu görüyoruz. Demek ki kanserle olan mücadelemizde fayda görüyoruz. Kanserin hızını yavaşlatıp, zaman kazanıp, daha da başarılı olma şansımız var. Nüfusa bağlı olarak kanser artıyor gibi gözüküyor ama yaşa, orana ve hıza baktığımızda bu hızın ülkemizde ve gelişmiş ülkelerde azalmaya başladığını görüyoruz’’ diyerek kanser artış hızının azaldığının altını çizdi.
Uluslararası Kanser Savaş Örgütü (UICC) Önceki Başkanı ve Kongre Sekreteri Prof. Dr. Tezer Kutluk ise, ’’Türkiye birçok konuda iyi şeyler yapıyor. Bizim derneğimiz 1947’de kuruldu. İkinci dünya savaşından hemen sonra bir grup insan dernek kuruyorlar. Biz de o kuşağın torunları olarak 2005’te neyi yapabilirize başladık. 2005, dünyada Fransa, Almanya ve Amerika’da yeni yeni hasta gruplarının çıktığı, yeni aktive olduğu dönem. Konsept şuydu, bir şeyi planlayıp topluca bir şeyi yenmeye çalışıyorsunuz, baş etmeye çalışıyorsunuz fakat baş etmeye çalıştığınız şeyin sahibi ortada yok. Dünya bunun farkına vardı. Küçük hasta grupları bir şeyler yapmaya çalışıyordu fakat onların da profesyonel bir rehbere ihtiyacı vardı. Biz böyle başladık ve şunu iyi becerdik; birçok yerde hekimler anlatıyor, hastalar dinliyordu ama biz yeri geldi şoförü, yeri geldi üreticiyi , yeri geldi hasta temsilcisini konuşturduk ama profesyonel bir şekilde bu günlere geldik. Hasta kongresi bu anlamda Türkiye’de bir ilk ve bu gücünü de sürdürüyor. Türkiye’de birçok farklı gruplara ışık tuttuk’’ açıklamalarında bulundu.
’’İyi bir ekibiz, güçlüyüz, beyin güçlerimiz iyi. Çok kısa sürede çok iyi organize olabiliyoruz’’
Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Hasta destek Grubu üyesi Hadi Akıncı ise, “Allojenik kemik iliği transplantasyonu yurt dışı sevki için Türkiye’den ilk çıkan aile biz olduk. Anladığım şey şu; sadece hekimlerle, ilaçlarla ve hasta yakınlarıyla bu savaş verilemiyor. Sivil toplum örgütleri, hastaların söz hakkı ve motivasyonu. önemli. İyi bir ekibiz, güçlüyüz, beyin güçlerimiz iyi. Çok kısa sürede çok iyi organize olabiliyoruz” şeklinde konuştu.
Ana derneğin şubelerinin olmasının derneğin işleyişi ve fonksiyonları açısından çok önemli olduğunu belirten Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Adana Şube Başkanı ve Kongre Eş Başkanı Prof. Dr. Timuçin Çil, ’’Merkez olarak her şeye ulaşmanız mümkün olmuyor ama ana merkezin koordinasyonunda biz de Adana’da ana merkezin yaptığı organizasyonlara benzer organizasyonlar yapmaya çalışıyoruz. Bölgedeki farkındalığı arttırmaya veya kanseri önlemeye yönelik projeler oluşturmaya çalışıyoruz. Bu da merkezin bize verdiği güçle oluyor’’ değerlendirmesinde bulundu.
’’Türkiye her bir kilogram biyoteknolojik ürüne yaklaşık bir milyon dolar para harcıyor’’
Toplam İlaç pazarının içinde kanserin, toplam ilaç harcamalarının önemli bir kısmı olduğunu kaydeden Abdi İbrahim İlaç, özel uzmanlık ve onkoloji bölüm direktörü Çiğdem Yılmaz ise, “Giderek daha biyoteknolojik ilaçları veya hedefe dönük tedavilerden bahsediyoruz. Bunların yüzde 98’inin ithal olduğu düşünülürse Türkiye her bir kilogram biyoteknolojik ürüne yaklaşık bir milyon dolar para harcıyor. Dolayısıyla yerli sanayinin burada biyoteknoloji tesislerini kurmaya başlanmasının Türk ekonomisine çok ciddi katkıları olacağını düşünüyoruz. Bu anlamda da birçok yerli ilaç firmasından biri olan Abdi İbrahim olarak, büyük bir biyoteknoloji tesisi kurduk. Buradaki amacımızı bu pahalı ürünlerin Türkiye’de geliştirilmesini, üretilmesini sağlamak. Böylece hem Türkiye’ye bir bilgi birikimi getirmek hem de cari açığın kapatılmasına katkıda bulunarak, hastalara ucuz tedavi alternatifleri ağlayacağımızı düşünüyoruz’’ diye konuştu.
’’Medyada ve toplumda daha fazla farkındalık oluşturmak önemli’’
Çocuk kanserlerinin erişkin kanserlerine göre daha az görüldüğünü dile getiren Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği saymanı Prof. Dr. Bilgehan Yalçın, ’’Çocukluk çağı kanserlerinin tedavi başarısı çok yüksek. Bu kongre, türünün nadir örneklerinden birisi. Biz bu toplantıda tamamen hastalara, hasta yakınlarına ve topluma yönelik daha anlaşılır bir dille daha çok korunmaya yönelik, kanserin nedenlerine ve tedavisine yönelik bilgilendirme yapıyoruz. Bu konuda medyada ve toplumda daha fazla farkındalık yaratıp, olayın en büyük bileşeni olan kanserli hastalar ve yakınlarına yönelik daha fazla bilgilendirme ve farkındalık oluşturulması da önemli’’ değerlendirmesini yaptı.
Yapılan konuşmaların ardından basın mensuplarının sorularını cevaplayan Prof. Dr. Tezer Kutluk kanser ölüm oranları ile ilgili bir soru üzerine şunları dedi:
’’ Üst gelir kategorisindeki ülkelere baktığınızda, kanser ölümlerinin 90’lı yılların başından itibaren azaldığını biliyoruz. Buradaki temel şeylerden bir tanesi, bu 8 milyon ölümden 3 ile 5 milyon arasındaki ölümü, alınacak önlemlerle kısa orta vadelerle önlemek mümkün. Türkiye artık hizmete erişim açısından çok yol almış durumda, dışarıya artık hasta yollamamız gerekmiyor. Düşük ve orta gelir kategorisindeki ülkeler dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı ülkeler ama kaynakların üçte biri bu ülkelerde kullanılabiliyor. Bu nedenle BM ve Dünya Sağlık Teşkilatı hizmete erişimin yüzde 80’e ulaştırılmasını hedefliyor. Dünya Sağlık Teşkilatı 2017’de kanser rezolüsyonunu kabul etti. Bunun anlamı şu; bir şeyler yaptık ve olumlar sonuçlar aldık. Demek ki bu sonuçlar çok daha iyi yerlere gidebilir. Ey dünya geç kalmayın hep beraber daha iyi yerlere gelelim çabası.’’
’Nişasta bazlı şekerin kansere büyük oranda etki edip etmediğine’ yönelik soruyu cevaplayan Prof. Dr. Timuçin Çil, ’’Fruktoz düzeyi çok önemli. Mısırdan veya diğer ürünlerden elde edilen şekerlerin fruktoz oranın arttırarak bazı mekanizmalara neden olduğunu biliyoruz .Ama şeker pancarı bazlı şekerlerin bunda daha az etkili olduğunu biliyoruz. Sağlık Bakanlığı zaten bununla ilgili bir görüş belirtmişti, ben de aynı görüşleri paylaşıyorum’’ dedi.
Prof. Dr. Yalçın, kanserin tedavisinin aslında bulunduğunu fakat ilaç tedavisini bitirmemek için piyasaya sürülmediği iddialarıyla ilgili bir soru üzerine, “Bu işle ilgili yapılan her şey açıktır. Bunun ötesinde bir şey yaparsanız bu yasak ve insanlık suçudur’’ dedi.
Aynı soruya Prof. Dr. Tezer Kutluk ise, ’’ Bu bir yalan ve fazla uzadı. Bunlar efsane. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada aynı şey söyleniyor. Bunun saklanması mümkün değil. Bunu saklayanların kendi aileleri de var ve onalra ne oluyor bunları da düşünüyorlar’’ karşılığını verdi.
Kanserli hastaların ilaca erişimlerine yönelik bir soruya açıklama getiren Prof. Dr. Yalçın, ’’Dünyanın her yerinde ilaç hızlı gelişiyor. İlacın başarısından sonra onay ve geri ödeme süreci var. Bu dünyanın her yerinde aynıdır. Çok detaylı olarak incelenir. Ülkemizde de bununla ilgili bazen spesifik sorunlar olabiliyor fakat bunlar evrensel sorunlardır. Her bir tedavi yeni olduğu için ilk baştaki parlak sonuçlar belki daha sonra aynı parlaklıkta olmayabilir. Dolayısıyla bunun çok iyi bir şekilde ruhsatlanması ve geri ödemeye alınması normaldir’’ değerlendirmesini yaptı.
Abdi İbrahim İlaç Özel Uzmanlık ve Onkoloji Bölüm Direktörü Çiğdem Yılmaz ise Türkiye’de ilaca erişim açısından şanlı olunduğunu belirterek, ’’Türkiye nüfusunun toplam yüzde 98’i sosyal güvenlik şemsiyesi altında. Pek çok ilaca ulaşabiliyoruz. Ulaşılamayan ilaçlara da endikasyon dışı onay formülü denen birtakım sistem işleyişleriyle ulaşılması için ilgili kapılar açık. Olan aksamaların da düzeltilmesi için ilgili merciler başvurulara açıklar’’ diye konuştu.
Prof. Dr. Timuçin Çil ise, “Türkiye’de maliyeti yüksek onkoloji ilaçlarına erişim konusunda çok iyi durumda olduğumuzu düşünüyorum. Suriyeli hastalar bile şu anda Türkiye’de onkolojik tedavilerin hepsine ulaşabiliyorlar. Klinik çalışmalar var. Tüm hastaların klinik çalışmada bu ilaçlara ulaşması için çaba gösteriyoruz. Türkiye’de geri ödemeyle ilgili koşulların hızlandığını ve geçmişe göre ilaca ulaşımının da çok hızlandığını düşünüyorum” değerlendirmesini yaptı.
Sağlık Bakanlığı’nın geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarını yaygınlaştırmayı hedeflediği iddiası ile ilgili ise Prof. Dr. Yalçın şu görüşleri açıkladı:
’’Biz bir şeyin geleneksel yada doğal olmasına bakmıyoruz, bu ikinci plan. Hastaların bilimsel veri olmadan tedavi edilmesine karşıyız. Hastalarımıza bilimsel veriler oluşturulmadan tedavilerini yapıp bunun da ticarileşerek ortaya konmasına karşıyız. Çünkü insan hayatı önemlidir. Her şey bilimsel verilere dayalı olmaları ve takip edilmelidir.’’
Aynı konuda Prof. Dr. Tezer Kutluk ise, “Kanser, yanlış veya eksik tedavi edildiği zaman yüksek oranla ölümle sonuçlanan ama doğru tedavi edildiğinde çok ciddi başarıların elde edildiği bir hastalık grubudur. Bu nedenle ispatlanmış yöntemlerin yerini hiçbir şey alamaz’’ şeklinde konuştu.
"Kanser korunabilir bir hastalık"
Basın toplantısının ardından Prof. Dr. Şuayib Yalçın İHA’ya yaptığı açıklamada şunları kaydetti:
’’Kanser korunabilir bir hastalık. Bununla ilgili hem bireysel hem de toplumsal olarak alınabilecek önlemler var. Toplumsal alınacak önlemler zaman alabilir, zahmetli olabilir ama biz kendi irademizle kendi hayatımızı belirleyebiliriz. Kanserin genetik nedeni ve yaşlanma değiştirilemeyecek durumdur. Ancak kanserin çok azı genetik nedenlere bağlıdır. Bu nedenle biz sağlıklı yaşam tarzını benimseyerek kanserin en az yüzde 30’undan, 40’ından korunabiliriz. Bu sadece kanser için değil, diğer kronik hastalıklar için de geçerlidir. Sigaradan uzak durmak gerekiyor. Kanserlerin yaklaşık yüzde 29’u doğrudan kanserle ilişkili. Bu sadece akciğer kanseri değil, aslında solunum istemiyle alakalı olmayan diğer kanser çeşitleriyle de ilgilidir.
Beslenme açısından ise besin değeri yüksek gıdalar tüketmek önemli. Bunun yanında egzersiz çok önemli. Spor yaparak hem kilo kontrolünü sağlarken bundan bağımsız olarak da sadece spor yaptığımız için kanser riskini azaltabiliyoruz. Kas kaybını ve kemik kaybının önlenmesi açısından da spor çok önemli. Aynı zamanda alkolden uzak durmak da çok önemli. Kanserlerin yüzde 3’üyle yüzde 5’i doğrudan alkolle ilişkili olabiliyor. Enfeksiyon yönünden koruyucu olmalıyız. Türkiye’de yavaş yavaş oturmaya başlayan kanser tarama programlarından yararlanıp, şikayetlerimiz ortaya çıktığında geç açıklamadan hekime gidilmelidir. Kanserden korkmayalım, baş etmesini öğrenelim. Hastalık artık kronik hale gelmeye başladı. Kanseri korkunç bir kavram olmaktan çıkarıp baş edilebilir hale getirmemiz lazım. Kanserle ilgili şehir efsanelerine kanmadan , hastalığı kabullenip onunla akılcı bir şekilde mücadele edin. Toplumsal olarak kansere karşı ortak aklı geliştirmek çok önemli. özellikle yeni nesillerin basında, sinemalarda, çocuk kanallarında zararlı alışkanlıları teşvik eden reklam veya programlardan ve alışkanlıklardan uzak durmaları gerekiyor. Çünkü çocukluk çağında kazanılan alışkanlıklar ve yaşam tarzını ilerde bizim kanser olup olmamamıza neden olabilir. Çocukları aktif bir yaşama alıştırmak gerekiyor. Kanserle ilgili yapılan aktivitelere aktif katılım da çok önemli. Bununla ilgili dernekleri ve kurumları destekleyelim çünkü bir arada olmak çok önemli. Biz birken bir şey değiliz ama hep birlikteysek çok şeyiz. Buna inanmamız gerekiyor.’’
1999 yılında meme kanseri tanısı aldıktan sonra tedaviye başlayan ve bu süreci başarıyla tamamlayan Füsun Önen, “Tedavi kapsamında sağ memem alındı ve bir dizi tedavi görmek zorunda kaldım. Oldukça zorlayıcı bir yolculuktu. O zamanlar günümüzdeki kadar değildi ama ailem, arkadaşlarım ve tüm sevdiklerimin yardımıyla bu yolculuğu daha kolay hale getirdim. Çeşitli uğraşlarla meşgul oldum. Tedavi sırasında beyni farklı bir şeyle meşgul etmenin tedavinin sıkıntılarını azalttığını fark ettim. Tedavimin sona ermesinden sonra annem meme kanserine yakalandı. Bu yolculukta neler olabileceğini artık görebiliyordum bu yüzden bilinçli bir hasta yakını olmaya çalıştım. Annemle daha fazla zaman geçirmeye çalıştım. Zor bir yolculuktu fakat sevgimizi paylaştık, anılarımız tazeledik. Sona geldiğimizde her iki tarafta kaybedeceğimizi biliyorduk ve kendimizi çok iyi hazırlamaya çalıştık. Ailemiz için ağır bir kayıptı ama yapacak başka bir şey yoktu. Onu mümkün oldu kadar çok rahatlatarak bu yolculuğa hazırlamıştık. Hem annemi kaybetmek hem de kendi yolculuğum müthiş bir yaşam deneyimiydi. Hayata bakış açımı değiştirdi, bazı değer yargılarımı değiştirdi, hayır demeyi öğrendim. İnanç, güç ve cesaretle bu yolculuktan çıktık. Umuyorum bir daha karşılaşmam. Ama en azından neler yapabileceğimin bilincindeyim. Zaman zaman deneyimlerimi bu yolculuğa yeni başlamış olan hastalarımızla paylaşmaya çalışıyorum.Kanserden korkmak değil ama erken tanıyla hayatta kalmanın mümkün olduğunu biliyorum ve tüm hastalara da kendilerine örnek modeller bulmalarını, bu savaştan başarıyla çıkmış hastalarla birlikte olmalarını öneriyorum. Çünkü karşınızda iyileşmiş eski bir hastayı görmek bu yolculuktaki bir hasta için çok güzel bir örnek’’ diye konuştu.