Ayça Tolun
Gazeteci, Köln
Almanya'da 17 Nisan'da başlaması gereken Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) davası, 6 Mayıs'ta görülmeye başlanacak.
Davada, 8 Türk, bir Yunanlı ve bir Alman polisinin öldürülmesinin sorumlusu olduğu iddia edilen bir kişiyle, ona yardım ve yataklık yaptığı öne sürülen 4 kişi yargılanacak.
Sabah gazetesinin Avrupa Bürosu, Türk medyasının akreditasyon koşulları nedeniyle duruşma salonunda yer bulamamasinin, "kamuoyunun tüm kesimlerinin aynı ölçülerde bilgilendirilmesine dair anayasada güvence altına alınmış basın özgürlüğünü ve eşitlik ilkesini ihlal ettigi" gerekçesiyle Alman Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu.
Alman Anayasa Mahkemesi başvuruyu olumlu karşılayınca, ilk duruşma 6 Mayıs gününe ertelendi ve davayı mahkeme salonundan takip edecek basın mensupları için bugün noter huzurunda kura çekildi.
Almanya'nın yakın tarihinin en önemli davası olarak nitelenen NSU davasına Türk medyasından 3 gazete, 1 televizyon kanalı ve 1 haber ajansının katılması kesinleşti. Bu medya kuruluşları El Cezire İstanbul Bürosu, Evrensel, Hürriyet, İhlas Haber Ajansı ve Sabah.
Böylece Almanya'da büyük gürültü koparan 'Türk medyasının NSU davası hakkında ilk elden haber alma ve haber verme hakkı' ile ilgili tartışmalar da sona ermiş oldu.
Ancak bu durum aynı zamanda özellikle de maktul yakınları arasında çelişkili duygulara yol açtı.
Dava başlangıcının 3 hafta ertelenmiş olması, ilk duruşmalar için özel olarak işinden izin almış, hatta Türkiye'den Almanya'ya gelmiş maktul yakınlarından bir kısmının 6 Mayıs'ta başlayacak duruşmalara katılamaması anlamına geliyor. Almanya nin en pahalı kenti Münih'te boşa giden otel paraları da çabası.
Maktul aileleri, Almanya'da davayla ilgili tüm tartışmaların davayı izleyecek basın mensupları üzerinde yoğunlaşmış olmasından da şikayetçi.
3 kişilik bir Neo-Nazi cinayet şebekesinin nasıl olup da Alman istihbarat örgütünün gözü önünde, neredeyse 10 yıla yayılan bir zaman diliminde çoğu Türkiye kökenli 10 kişiyi katledebildiği, bombalama eylemi gerçekleştirebildiği ve defalarca banka soyabildiği gibi konular tartışılması gerekirken, tüm dikkatlerin davayı izleyecek yerli ve yabancı basın mensuplarında toplanması sıkıntı yaratıyor.
Aslında maktul yakınlarından birçoğu da Türk medyasının duruşmayı mutlaka izlemesinden yanaydı.
Ne de olsa Alman polisi 10 seneye yakın bir sürece yayılan cinayetleri araştırırken, failleri ve cinayet nedenlerini sadece maktullerin göçmen dünyasında aramakla yetinmişti.
Son cinayete kurban giden kadın polis hariç, kurbanların hepsi küçük esnaftı.
Aralarında döner büfesi işletenler de olduğu için, gerek Alman polisi gerekse Alman medyası konuyla ilgili gelişmeleri 'dönerci cinayetleri' adı altında zikretmeye başlamıştı.
Nitekim soruşturma sürecinde kurulan özel polis komisyonuna "Bosphorus Komisyonu", yani "Boğaziçi Komisyonu" adı verildi.
Bu isim seçimi de cinayetlerin Türkiye'den gelen göçmenlerin bir 'iç hesaplaşması" olduğunu ima ediyordu.
Boğaziçi Komisyonu, cinayetlerin Türklerin 'iç işi' olduğundan o kadar emindi ki, cinayetleri aydınlığa kavuşturmak için döner büfeleri açtı. Büfede kullanılan malzemelerin faturalarını ödemeyip, haraç istemeye gelecek Türk mafyası bekledi.
Hatta cinayetlerden birinin soruşturması sırasında, Türklerin Alman polisine bilgi vermeyeceğini düşünüp, tanıklarla konuşsunlar diye özel dedektifler gönderdi. Ama tanıklar polise telefon edip "Özel detektifler bizi sorguluyor" diye şikayet etti.
Polis bir başka cinayet kurbanının eşinin ağzından laf alabilmek için sorguda, kocasının başka kadınlara ilişkisi olduğunu iddia etti. Maksat acılı eşi hiddetlendirip, kocasının kirli işlerini açıklamaya zorlamakti.
Türk medyası da konuyu zaten çok ender haber yaptığı ve Alman medyasından bire bir alıntı kullanmakla yetindiği için, maktul aileleri ölülerini bir de Türkiye'deki dost ve akrabalarına karşı savunmak zorunda kaldılar.
O yüzden Türk medyasının duruşma salonunda bulunması onlar için de önemliydi.
Ne varki acılı maktul aileleri için kötü günler dava sonuçlandığı zaman bile bitmeyecekmiş gibi görünüyor.
Seri cinayetlerin bir Neo-Nazi örgütünün işi olduğu ancak ilk cinayetten 10 yıl sonra tesadüfen ortaya çıktı.
Yaptıkları bir soygun sırasında polisin yerlerini tespit etmesi üzerine Neo-Nazi grubundan ikisi intihar etti. Mahkemeye çıkacak tek sanık Beate Zschaepe ise teslim oldu.
500 sayfalık iddianameye göre, örgüte destek verdiği tahmin edilen 126 kişi var. Bunlardan sadece 4'ü sanık olarak mahkemeye çıkıyor. Ötekilerin çoğu tanık olarak dinlenecek.
Bu tanıkların önemli bir bölümü Alman devletinin aşırı sağcı çevreleri kontrol altına almak için ajan olarak kullandığı Neo-Nazilerden oluşuyor.
Aylardır tüm gözlerin üzerinde olduğu kadın sanık Zschaepe aleyhindeki deliller sadece katil arkadaşlarına yardım ve yataklık ettiğine, ayrıca iki bombalama ve 15 banka soygununa katıldığına ilişkin.
Savcılık ve maktul yakınlarının avukatları, yine de sanık Beate Zschaepe'nin örgütün işlediği toplam 10 cinayette de parmağı olduğunu ispatlamaya çalışacaklar.
Zschaepe'nin avukatları ise müvekillerinin hiç konuşmayacağını vurguluyor.
Mahkemenin işi bu yüzden çok zor. Beate Zschaepe'nin cinayetlerde doğrudan parmağı olduğu ispat edilemezse, alacağı ceza hiç kimseyi tatmin edemeyecek.
Sanık konuşmamakta ısrar ederse, maktul aileleri yıllardır biriktirdikleri onca soruya yine cevap bulamamış olacaklar.