HABER

ANALİZ - Güney Kafkasya’da yeni kriz

Gürcistan'daki protestolar, her ne kadar bir grup muhalifin eylem olarak görünse de, gerek çıkışı gerekse geldiği noktadan ötürü, temelinde daha farklı dinamikler barındırıyor - Olayların temelinde, Rusya’nın Gürcistan’ın Batı ile entegrasyonunu tehdit olarak görmesi ve 2008 yılından bugüne gerginliğini koruyan ikili ilişkiler yatmaktadır - Rusya’nın bu protestolara karşı devreye sokacağı sert yaptırımlar, şüphesiz Gürcistan ekonomisine ciddi zararlar verecektir

İSTANBUL (AA) -MEHMET ÇAĞATAY GÜLER- Gürcistan’da 20 Haziran 2019 günü 26. Parlamentolar Arası Ortodoks Meclisi Genel Kurulu toplantısı düzenlendi. Toplantıya Parlamentolar Arası Ortodoks Meclisi Başkanı, Rus milletvekili Sergey Gavrilov başkanlığındaki Rus heyeti de katıldı. Toplantıyı açan Gavrilov’un parlamento başkanı koltuğuna oturması ve parlamentoya Rusça hitap etmesi, Gürcü muhalifler tarafından öfkeyle karşılandı. Bu noktadan sonra, başlayan toplumsal protesto gösterileri kısa sürede kontrolü zor bir hale dönüştü.

Binlerce kişi parlamento binasının etrafında toplanıp Putin aleyhine sloganlar atmaya başladı. Ardından parlamento binası eylemciler tarafından ele geçirildi. Yoğun protestolar akşam saatlerinde de artarak devam etti. Göstericilerin dört temel beklentisi vardı: Rus heyetin derhal ülkeyi terk etmesi, Parlamento Başkanı Irakli Kobakhidze’nin istifa etmesi, İçişleri Bakanı Georgiy Gahariya’nın görevini bırakması ve parlamento seçim sisteminin değişmesi.

Olaylı toplantıdan sonraki gün Rus heyet ülkeyi apar topar terk etti. Bunun akabinde Parlamento Başkanı Irakli Kobakhidze’nin istifası geldi; ancak bu istifa protestocuların öfkesini dindirmeye yetmedi. Olayların kontrol altına alınamamasından dolayı, göstericilerin bir diğer talebi olan parlamento seçim sistemindeki değişiklik, iktidar partisi başkanı Bizina İvanişvili tarafından mecburen kabul edildi. Bu değişiklikle birlikte, 2020’deki genel seçimler çoğunluk sistemi yerine nispi temsil sistemine göre yapılacak.

Bütün bu gelişmeler, Rusya cephesinde de endişeyle karşılandı. İlk olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Gürcistan’da bulunan Rus vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için bir kararname imzaladı. Buna göre, 8 Temmuz 2019’dan itibaren Rus havayolu şirketlerinin Rusya topraklarından Gürcistan topraklarına (ticari uçuşlar dahil) hava yolu taşımacılığıyla ulaşımı geçici olarak yasaklandı. Ayrıca Rus tur operatörlerinin Gürcistan’a tur satışları da bu süreçte ertelendi. Son olarak, Tiflis’te Russiya 24 adlı televizyon kanalının muhabirlerine yapılan saldırı, Rus otoritelerini daha da kızdırdı. Bu olaydan sonra Rusya Dışişleri Bakanlığı ve Rusya’nın Tiflis Büyükelçiliği Gürcistan makamlarından hem Rus gazeteciler hem de tüm Rusya vatandaşları için koşulsuz güvenlik sağlamalarını istedi.

Rusya’nın bu protestolara karşı devreye sokacağı sert yaptırımlar şüphesiz Gürcistan ekonomisine ciddi zararlar verecektir. Nitekim 150 bine yakın Rus bu gelişmeler sonrasında satın aldıkları turları iptal etmek zorunda kalacak ve bu durumda havayolu şirketleri yaklaşık 48 milyon dolar değerinde maddi zarara uğrayacak. Ayrıca Gürcü halkı, iki tarafta ailesi olan ve iki ülke arasında ticaret yapan vatandaşların uğrayabileceği maddi ve manevi zararlardan da endişe duyuyor. Eğer bu yaptırımlar Gürcistan’ın ihracatını da hedef alırsa, yaklaşık 1 milyar dolarlık bir zarara neden olacağı ve yüzbinlerce insanı olumsuz şekilde etkileyeceği tahmin ediliyor.

Her ne kadar bir grup muhalifin protestosu olarak başlamış bir eylem olarak görünse de, gerek çıkışı gerekse geldiği noktadan ötürü, süregelen bu protestolar, temelinde daha farklı dinamikler barındırıyor. Ülkedeki etnik ayrılıkçı çatışmalara, Rusya’nın bu çatışmalara (Güney Osetya ve Abhazya) verdiği desteğe baktığımızda, aslında arka plandaki dinamikleri rahatlıkla görebiliyoruz. İlk olarak, 2003 yılında Gürcistan’da gerçekleştirilen “Gül Devrimi”nden sonra Mihail Saakaşvili iktidara geldi. Saakaşvili AB ve NATO üyeliğini Gürcistan’ın asli politikaları olarak belirlemişti. Bu politikalara karşılık Rusya Güney Osetya ve Abhazya’daki ayrılıkçı çatışmalara verdiği desteği arttırdı ve Güney Osetya’da gerçekleştirilen bağımsızlık referandumunu 2008 yılında tanıdı. Saakaşvili’nin otoritesi yok sayıldı. 2008 yılında Tiflis, Rusya’nın politikalarına karşı NATO ile temaslarını arttırdı ve aynı yıl Gürcistan’ın NATO üyeliği gündeme geldi. Bu ihtimal Moskova cephesinde büyük bir endişeyle karşılandı. NATO ve Ukrayna’dan alınan destekle savaş hazırlıklarına hız kazandıran Tiflis hükümeti en sonunda Güney Osetya’ya operasyon başlattı. Bu vesileyle Güney Osetya’ya giren Rusya Gürcistan ordusuyla savaştı. Saakaşvili savaşı tek başına sürdüremeyeceğini fark ettiğinde ateşkes imzaladı ve iki bölgenin statü sorunu çözüme bağlanamadı. Rusya her iki bölgenin de bağımsızlığını tanırken, bu alanların statüsü halen muğlaklığını koruyor.

Rusya bu çatışmalara verdiği destek ve girdiği savaş sayesinde hem Gürcistan’ın AB ve NATO üyeliklerini engellemiş hem de Kafkasya’da iki tampon bölge teşkil etmiş oldu. Şu anda süregelen protestoların temelinde 2008 yılında yaşanan bu kriz yatıyor. Gürcü halkı Rusya ile girilen bu savaşın, iki bölgenin muğlak statüsünün hâlâ sürmesinin ve Moskova’nın doğrudan ülkelerine müdahale etmesinin öfkesini o yıllardan beri içinde tutuyor. Kendi meclislerinde Rus heyet tarafından aşağılandıkları düşüncesi, bu sebeple bu kadar büyük protestolara sebep olabiliyor.

Sürmekte olan bu protestolar da iki farklı perspektiften gerekçelendirilebilir: İlk olarak, Rusya açısından baktığımızda, bu protestoların Rusya ile Gürcistan arasındaki normalleşmeyi hedef aldığını söyleyebiliriz. Nitekim Rus analistlerin yaptıkları açıklamalar da olayı bu pencereden izlediklerini gösteriyor. Fakat 2008 yılından bu yana kopan diplomatik ilişkileri incelediğimizde, kayda değer bir normalleşmenin yaşanmadığını da görmekteyiz. İkinci olarak, Gürcistan’ın ilk kadın cumhurbaşkanı Salome Zurabişvili’nin (Saakaşvili’nin Gül Devrimi sonrası politikalarıyla fazlasıyla örtüşen) NATO ve AB eksenli politikalarının bir sonucu olarak, Rusya’nın Gürcistan’daki yeni iktidarı tehdit addetmesi olarak da okuyabiliriz. Zurabişvili yemin ettiği günden itibaren birçok kez NATO ile üst düzey görüşmelerde bulunmuş, göreve gelmesinin ardından ilk temaslarını Brüksel’de NATO ve AB’nin üst düzey temsilcileriyle gerçekleştirmişti. Ayrıca geçtiğimiz aylarda NATO-Gürcistan ortak askeri tatbikatlarının düzenleneceğini ve NATO genel sekreterinin Tiflis’i ziyaret edeceğini bildirmişti. Tüm bu NATO ve AB eksenli politikalar, 2008 yılında Rusya-Gürcistan savaşında olduğu gibi, en nihayetinde içinde bulunduğumuz olayların da temelini teşkil etmiş olabilir. Bu bağlamda incelediğimizde, ikinci ihtimalin daha baskın olduğu söylenebilir.

Olayların ardından sosyal medyada gazeteciler tarafından yürütülen, Gürcistan’ı güvenliksiz, halkını da tehlikeli gösterme odaklı Gürcü karşıtı propaganda, Rus halkında da nefret söylemi olarak karşılık buluyor. 2008 yılından bu yana oluşturulmaya çalışılan “güvenliksiz ve istikrarsız Gürcistan” görüntüsü bu şekilde daha da körükleniyor.

Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü her zaman desteklemiştir ve desteklemeye de devam etmektedir; ülkedeki ayrılıkçı çatışmaların (Gürcistan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü ilkeleri çerçevesinde) barışçı yollarla çözümünü arzu etmekte ve bu yöndeki çabalara destek vermektedir. Gürcistan Türkiye açısından stratejik öneme sahip bölge ülkelerinden biridir. Türkiye ile Gürcistan arasındaki en önemli işbirliği alanlarından biri de enerjidir. Gürcistan Orta Asya ve Hazar enerji kaynaklarının Türkiye ve Batı pazarlarına taşınması bağlamında stratejik bir konuma sahiptir. Ayrıca Türkiye’nin Azerbaycan, Rusya ve Orta Asya cumhuriyetlerine ulaşımı bakımından da transit ülke konumundadır. Türk yatırım şirketleri Gürcistan’da büyük ölçekli projeler sürdürmektedirler. Dolayısıyla Türkiye bu olayları iyi okumalı, gerekirse arabuluculuk rolü üstelenerek olayın büyümeden çözülmesini desteklemelidir.

Özetle, devam etmekte olan bu süreç kesinlikle basite indirgenmemelidir. Bu protestolar yalnızca halkın onuru zedelendiği için ortaya çıkan tepkiler değildir. Bu olayların temelinde Rusya’nın Gürcistan’ın Batı ile entegrasyonunu tehdit olarak görmesi ve 2008 yılından bugüne gerginliğini koruyan ikili ilişkiler yatmaktadır. Başlayan bu protestolar, bölgenin istikrarı ve güvenliği için tehlike arz etmektedir. Gürcistan-Rusya ilişkilerinin normalleşmesi, hatta ve hatta stratejik düzeye çıkması, gerek Gürcistan’ın gerekse bölgenin kaderi için çok önemlidir. Gürcistan’ın bir taraftan Rusya ile ilişkilerini geliştirmesi, diğer taraftan ise NATO ve AB kurumları ile bütünleşme sürecini sürdürmesi gerekmektedir. En nihayetinde, Gürcistan’ın Rusya ve NATO arasında bir denge bulması, Gürcü halkının güvenliği için atılacak en önemli adımların başında gelmektedir.

[ODTÜ Avrasya Çalışmaları programında lisansüstü öğrenimine devam eden Mehmet Çağatay Güler SETA Dış Politika Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olarak çalışmaktadır]

En Çok Aranan Haberler