NUH UÇGAN - Geçen Temmuz ayında İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Hüseyin Hanzade tarafından ilan edilen ve Hint Okyanusu’nun kuzeyinde Umman Körfezi’nde icrası planlanan İran, Rusya ve Çin ortak deniz tatbikatı devam ediyor. İran, daha önce 2019 yılının Ağustos ayında da Basra Körfezi’nde büyük bir deniz tatbikatı gerçekleştirmişti ancak bu tatbikat İran'ın Çin ve Rusya gibi iki büyük güçle birlikte gerçekleştirdiği ilk üçlü tatbikat olması bakımından önem taşıyor.
2018’de ABD’nin, İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi üyeleri ve Almanya (P5+1) arasında 2015’te imzalanan Nükleer Anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve İran'a tekrar yaptırım uygulamaya başlamasının ardından Körfez bölgesinde gerilim tırmanmıştı. Umman Körfezi’nde petrol tankerlerinde meydana gelen patlamalar, karşılıklı olarak gemilere el koyma hamleleri, İran tarafından bir ABD İHA’sının düşürülmesi, İran’ın olağan şüpheli olarak görüldüğü Aramco petrol tesislerine yapılan saldırı gerginliğin su yüzüne çıktığı hadiselerdi. Yine geçen Kasım ayında benzin fiyatlarına yapılan zam sonrası İran’da başlayan kitlesel gösteriler bağlamı da hesaba katıldığında Rusya ve Çin’in İran’la ortak deniz tatbikatı gerçekleştirmesi İran'a yönelik diplomatik desteğin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Rusya ve Çin tarafları bu tatbikatla ilgili düşük profilli bir söylem benimsediler ancak İran “dünyaya mesaj” şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle ABD’nin ekonomik izolasyonuna rağmen İran'ın askeri, siyasi ve diplomatik bakımdan izole edilemediğini göstermek istediğinden tatbikatla ilgili yüksek profilli bir söylem benimsediği görülüyor. Özellikle Çin’in, tatbikata katılıyor olmasına karşın bunu üst perdeden dile getirmekten kaçınması İran politikasındaki ikilemle ilgili.
Bu ikilemin su yüzeyinde görülen boyutu Çin'in enerji arz güvenliği ile "sorumlu büyük güç" imajı arasında bir denge bulmayı içeriyor ve onu mümkün olduğu kadar temkinli bir İran politikası yürütmeye sevk ediyor. Bu anlamda Çin’in İran politikası hem ABD ile ticari ilişkiler bağlamında bir değişken, hem de Çin’in Körfez ülkeleri ile ilişkilerinde bir değişken olarak ortaya çıkıyor. ABD, Çin’in Avrupa Birliği’nden sonra en büyük ikinci ticaret ortağı. Yine Çin’in 2018 yılında Arap ülkeleri ile ticaretinin boyutu 244 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu alanda Çin’in İran’la ticaret rakamlarına bakıldığında Ocak-Ekim 2019 arası Çin'in İran'a ihracatı 7,8 milyar dolar iken İran'dan yapılan ithalat ise 11,7 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakamlar bir önceki yıldan yaklaşık olarak yüzde 35-40 oranında daha düşük görünmekte. Yani Çin, İran politikasını sadece ABD ile ilişkileri bağlamında değil, Körfez Arap ülkeleri bağlamında da dengelemek zorunda kalıyor. Öyle ki Çin, Rusya ve İran'la yapılan tatbikattan önce 20 Kasım’da Suudi Arabistan’la da bir deniz tatbikatı gerçekleştirmişti.
Anlaşılabileceği üzere ikilemin buz dağının altında kalan kısmı Çin’in ABD hegemonyasına muhalif stratejik yaklaşımı ile ekonomik büyümesinin devamını sağlamada söz konusu hegemon güçle çatışmaktan kaçınma tercihidir. Bu doğrultuda İran’ın Çin açısından değeri enerji açlığını giderecek önemli bir ortak olmakla beraber daha önemlisi İran'a atfettiği stratejik değerdir. Çin, İran'dan temin edeceği enerjiyi telafi edecek yolları ve alternatifleri bulabiliyor ancak İran’a atfettiği stratejik değerin ikamesi bulunmuyor. Bu anlamda Çin uzmanı John W. Garver’ın da belirttiği gibi iki ülke arasındaki en önemli ortaklık, ikisinin de ABD hegemonyasındaki bir dünya politikasının sonlandırılması gerektiği düşüncesi ve ABD hegemonyası zayıflarken Çin-İran ortaklığını güçlendirme istekliliği. Yine Garver’a göre Çin’in İran politikasındaki ABD karşıtı stratejik inisiyatifinin üstü çoğu kere enerji arz güvenliği kavramıyla örtülüyor.
- Çin-İran ilişkilerinin tarihi seyri
Tarihsel olarak bakıldığında Çin ile İran arasındaki modern resmi ilişkilerin 1971’de kurulduğunu görüyoruz. Çin, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin iktidarının özellikle son on yılında İran’ı tekrar bölgenin en önemli gücü yapma çabalarını destekledi. Bu dönemde Şah, Basra Körfezi’nin güvenliğinin bölge ülkeleri tarafından sağlanması gerektiğini düşünerek büyük güçlerin müdahalesinden arındırılması gerektiği görüşünü savunuyordu. Çin de hegemonya karşıtı politikasının bir uzantısı olarak, İran’ın bölgesel rolünün artmasından yanaydı, çünkü özellikle Sovyetler Birliği ve onun bölgedeki etkisinin dengelenmesini istiyordu. Mao’ya göre petrol üreticisi ülkelerin petrol üzerinde kontrolü ele alması, yeni bir dünya düzeninin yaratılmasında önemli bir faktördü. İran 1971’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin BM’ye üyeliğini destekleyince Çin de aynı yıl İran’la diplomatik ilişkilerini başlattı. Sovyetler dağılana kadar İran, Çin açısından Sovyetlerin yayılmasının durdurulması bakımından stratejik bir değerdi. Sovyetler dağıldıktan sonra ise ortaya çıkan boşluğun ABD tarafından doldurulmasını engellemek bakımından değerini korudu. Dolayısıyla modern Çin-İran ilişkilerinin petrole dayalı boyutu araçsalken, jeopolitik temellere dayalı boyutu merkezi önemde. İlk dönemde İran’ın Çin ile başlayan iyi ilişkileri nasıl Sovyetler Birliği ve ABD’nin Çin-İran ittifakından kaygı duymalarına neden olmuşsa, yarım asır sonra bugün de muhtemel bir İran-Rusya-Çin bloğu oluşturulması ABD tarafından endişe ile izlenmekte.
1960’ların sonlarından itibaren İran’ın yükselen Çin’e kayıtsız kalamaması, Çin’in de İran’ın bölgesel arayışlarını desteklemesi ile gelişen İran-Çin ilişkileri, 1979 devrimi sürecinde kısa bir dönem de olsa zarar gördü. Çin’in Şah’a desteği İran’da iktidara gelen yeni yönetim nezdinde kızgınlığa neden olmuştu. Tüm bunlara rağmen pragmatik ihtiyaçlar kısa zamanda ilişkilerin normalleşmesini sağladı. İran, Irak’la başlayan savaş şartlarında askeri yardıma ihtiyaç duydu, Çin ise İran’ın jeopolitik öneminin farkında olmaya devam etti. Pekin’in, savaş esnasında Tahran’ın temel silah tedarikçisi olarak gelir sağladığı doğru ancak yine de Pekin açısından İran'ın ucuz silaha ihtiyacı olduğu bir dönemde bunu temin etmesinin mantığı, ilişkilerin normalleştirilmesinde bir fırsat yakaladığını düşünmesidir. Komünist Çin’le ilgili derin endişe ve şüpheye sahip yeni İran liderlerine Çin’in İran'ın güvenlik kaygılarını anladığını ve yardımcı olmaya istekli olduğunu göstermek gerektiğini düşünmüşlerdir.
1979 devrimi ve belki de ondan daha belirleyici olan 444 günlük ABD büyükelçiliğindeki rehine krizi, ABD’nin kararlı bir İran düşmanı pozisyonu benimsemesine neden oldu. ABD bu dönemden sonra İran’a karşı ekonomik bir savaş başlattı ve İran’ın yeni ortaklarına karşı da şüpheyle yaklaştı. ABD’nin bu pozisyon değişikliğini Çin’in davranışı açısından anlamlı kılan ise Çin içinde gerçekleşen değişimlerdir. Mao öldükten sonra 1978’de iktidara gelen Deng Şiaoping, Çin dış politikasında önemli değişikliklere gitti. Mao’nun fikirleri ile Humeyni’ninkiler revizyonist olması bakımından birbirine oldukça benzerken, Deng Şiaoping Çin’in ekonomik kalkınmasına odaklandı. Deng’e göre Sosyalist Çin’in modernize edilmesi şarttı ve bunun için kapitalist dünyanın araçlarından faydalanmak gerekiyordu. Deng, bunun başarılı olabilmesi için Çin-ABD ilişkilerinin hasmane olmaması gerektiğine inandı. Bu tarihten sonra hem İran’la hem de ABD ile iyi ilişkiler kurma isteği, Çin’in dengeleme politikasını benimsemesine neden oldu. Bu politika günümüze kadar devam etti ve Çin’in kalkınması önemli oranda ABD’ye dayalı olduğu müddetçe de devam edecektir. Tekrar etmek gerekirse Çin’in ABD hegemonyasına karşı stratejik muhalefeti ile ekonomik büyümesinin devamını sağlamada söz konusu hegemon güçle çatışmaktan kaçınma tercihi İran politikasındaki ikilemini oluşturdu.
Bu ikilem en iyi İran'ın nükleer programına Çin’in inişli-çıkışlı desteği ve ABD yaptırımlarına karşı Çin’in inişli-çıkışlı politikasından takip edilebilir. Çin ile İran 1985 ile 1997 arası dönemde nükleer alanda yoğun bir işbirliğine gittiler. Çin-İran nükleer işbirliği 1985’te barışçıl amaçlı nükleer enerji geliştirilmesini amaçlayan nükleer işbirliği anlaşmasıyla başladı ve bu anlamda Çin, İran’a nükleer malzemeler tedarik etti, İranlılar ise nükleer reaktör kurulumu çerçevesinde eğitim faaliyetleri için Çin’e gitti. 1985’ten 1997’ye kadar Çin İran'a 4 küçük eğitim ve araştırma reaktörü temin etmiştir. Genel olarak Çin’in İran'a yardımcı olduğu çoğu geliştirme faaliyeti İsfahan Nükleer Enerji Araştırma Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir. 1990’da Çin ve İran, daha fazla nükleer işbirliği yapılması konusunda 10 yıllık bir anlaşmaya vardılar. Bu işbirliği anlaşmasının en göze çarpan boyutu kamuoyuna ilan edilmiş olmasıydı. Zira daha önceki işbirliği anlaşmaları gizli tutulmuştu. Bir başka önemli gelişme de 1991’de Çin’in İran’a 1600 kg uranyum ürünleri sağlamasıydı, öyle ki bununla İran nükleer yakıt çevrimi yapabilir hale gelmişti. Ancak 1990’ların ortasından itibaren ABD baskılarının artması dolayısıyla Çin bu alanda kendisini yavaş yavaş İran’dan uzaklaştırmaya başladı. 1997’de, Çin 300 megawattlık reaktörün inşasını askıya aldı ve İran'la yeni bir nükleer işbirliğine gitmeyeceği konusunda ABD’ye söz verdi. Çin’in ekonomik büyüme hızını korumak amacıyla hegemon güçle çatışmama yaklaşımı ve ABD ile ticari ilişkileri, onun İran'la nükleer işbirliğinin sınırlarını belirledi.
- Çin'in BMGK platformunda İran'a diplomatik desteği
Her ne kadar resmi olarak Çin artık İran nükleer programına teknik ve malzeme desteği sağlamasa da, İran’a nükleer faaliyetleri dolayısıyla karşı karşıya kaldığı uluslararası baskı şartlarında büyük siyasi destek sunmaya devam etti. 2004’te Çin, İran nükleer programının Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan (IAEA) BMGK’ya gönderilmesine muhalefet etti. Çünkü Çin, problemin BMGK’dan çok IAEA bünyesinde çözülmesinden yanaydı. Ancak İran'a acil yaptırım kararının ardından, Çin de dosyanın IAEA’ndan BMGK’ya gönderilmesi lehinde oy kullandı. İran'ın nükleer faaliyetleriyle ilgili ilk BMGK kararı olarak 1696 sayılı karar BMGK daimi 5 üyesi ve Almanya tarafından önerildi ve İran'ın uranyum zenginleştirme programının durdurulması talep edildi. Çin, ayrıca İran'a yaptırımları içeren BMGK 1737 sayılı kararı lehinde de oy kullandı. Bununla beraber Çin ve Rusya söz konusu kararın lehinde oy kullanmadan önce defalarca taslak metin üzerinde itirazlarda bulunarak daha ılımlı bir metnin ortaya çıkmasını sağladılar. İlk bakışta, Çin’in İran'ın nükleer faaliyetleri konusundaki BMGK yaptırımları lehinde oy kullanması İran'a siyasi destek vermediği şeklinde değerlendirilebilir. Ancak, Çin söz konusu 1737 sayılı kararın geçirilmesinden hemen sonra İran'la ikili diyalog içine girdi. Bu diyalog esnasında İran, her ne kadar Çin’in BMGK’nın diğer daimi üyelerinin safında yer almasını not etse de, İran-Çin ticari işbirliğinin çok az zarar göreceği işaretini de verdi. Dolayısıyla Çin hegemon güçle çatışmaktan kaçınarak Çin-ABD ticari ilişkileri ile İran’la işbirliğini dikkatli bir şekilde dengelemeye çalıştı. Çin, toplamda BMGK’nde hazırlanmış 4 set yaptırım tasarılarını hem erteledi hem de hafifletti. Örneğin IAEA Kasım 2003’te İran’ın NPT sorumluluklarını ihlal ettiğini belirledi, bunun gereği söz konusu kararı hemen BMGK’ye göndermek iken Çin’in çabalarıyla bu Şubat 2006’ya kadar gerçekleşmedi. Yani Çin İran'a tam 26 ay zaman kazandırdı. Bunun dışında ABD Aralık 2009’da dördüncü tur BMGK yaptırımları için çabalarken Çin bunu iki buçuk ay erteleyerek Mart 2010’da tartışılmaya açılmasını sağladı. Çin ertemeler dışında İran'ı hedef alan yaptırımların hafifletilmesini de temin etti. En son 2015 Nükleer anlaşmasının gerçekleştirilmesinde Çin’in arabuluculuk faaliyetlerinin büyük katkısı oldu ve ABD’nin 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilmesinin ardından da anlaşmaya bağlılığını devam ettirmekte.
Çin diplomasisinin en öncelikli amaçlarından birinin çok kutuplu bir dünya politikası olduğu düşünüldüğünde Çin açısından İran, Pakistan’dan sonra ikinci bir ortak olarak değer taşıyor. Bu anlamda İran, ABD’nin Çin’i kuşatmasına karşı ABD’yi güneybatı Asya’da kuşatmada stratejik bir araç olarak görülmekte. Çin’in anlayışında çok kutupluluk esas olarak ABD’nin pozisyonunun zayıflamakta ve fakat Çin’in pozisyonunun yükselmekte olduğu manasına geliyor. Çok kutupluluğun ivme kazanmasında İran gibi ABD karşıtı bölgesel güçlerin yükselmesi belirleyici bir faktör olduğundan Çin, İran’ın istikrarına önem atfediyor. İran’da muhtemel bir rejim değişikliği ile ABD’nin hidrokarbon zengini Orta Doğu bölgesinde hegemonyasını artırması demek söz konusu çok kutuplu dünya politikasının gerçekleşmesinin gecikmesi demektir. Dolayısıyla Çin açısından ABD hegemonyasına Basra Körfezi’nde İran gibi karşıt bir gücün desteklenmesi ABD’nin gücünün dengelenmesi ve dolayısıyla çok kutupluluğun ivmesinin korunması anlamına geliyor. Ancak İran ilişkilerindeki ikilemin zemini olarak Çin, kalkınmanın sürekliliğini sağlamada ABD ile ilişkilerin gerginleştirilmesinden kaçınmak zorunda. Her iki amacın birbiriyle çelişen pratiklerini dengelemek ise Çin dış politikasının en zorlu görevi. Birincisi ABD ile ilişkilerin düzeyinin belli bir seviyede tutulmasını zorunlu kılıyorken, ikincisi İran gibi ABD karşıtı ülkelerin desteklenmesini zorunlu kılmaktadır.
- Hint Okyanusu'nda güçlü bir ittifak potansiyeli
Umman Körfezi'nde icra edilen İran-Rusya-Çin ortak deniz tatbikatını Çin açısından çok kutupluluk yaklaşımının bir devamı olarak okunmak gerekiyor. Basra Körfezi’nde şu anda ABD liderliğinde ve Avustralya, Birleşik Krallık, Bahreyn, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin dâhil olduğu Uluslararası Deniz Güvenliği Yapısı (International Maritime Security Construct) oluşturulmuş durumda. Bu koalisyon Körfez bölgesinde meydana gelen tanker patlamaları ve ABD ve Körfez'deki Arap müttefiklerinin bu konuda İran'ı suçlamaları sonrası teşkil edildi. Bunun dışında esas olarak 2012 Obama döneminden itibaren Basra Körfezi’nde icra edilen Uluslararası Deniz Tatbikatı’nın (International Maritime Exercise, IMX) sonuncusu 4 Kasım 2019’da Bahreyn, Manama’da yapıldı. Söz konusu tatbikatın, İran veya İran destekli unsurlardan kaynaklandığı değerlendirilen Suudi Aramco tesislerine yapılan saldırı sonrası gerçekleştirilmesi önemini bir kat daha artırdı. Tatbikat İran'a karşı Batılı ve Körfez Arap ülkelerinin bir meydan okumasına dönüştü. Öyle ki ABD Deniz Kuvvetleri Merkez Komutanlığından Amiral Jim Mallay 29 Eylül’de Riyad’da yaptığı açıklamada “bölgesel ortaklarımızla birlikte yapılan operasyonlar caydırıcılığın devamı için önemlidir” ifadesini kullandı.
Bu denklemde İran, Rusya ve Çin'in Hint Okyanusunun kuzeyinde Umman Körfez’inde deniz tatbikatı yapması alternatif bir koalisyon olarak değerlendirilebilir. Ancak Çin yine hem ABD’yi hem de Körfez Arap ülkelerini dengelemek bağlamında tatbikata sınırlı bir katılım göstermeye ve söylemini düşük profilde tutmaya özen gösteriyor. Her ne olursa olsun bu tatbikatın Körfez bölgesinde gerginliğin tırmandığı bir dönemde yapılması Rusya ve Çin’den İran’a destek gösterisi olarak değerlendirilebilir. En azından İran’ın ekonomik olarak izole edildiği bir konjonktürde siyasal, askeri ve diplomatik olarak izole edilemediğini göstermek önemli bir mesajdır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi iki büyük gücün İran'a yönelik şimdilik bu ılımlı ve sınırlı desteği ancak orta ve uzun vadede üç ülke ilişkilerinin derinleşmesi suretiyle Hint Okyanusu’nda güçlü bir üçlü ortaklık potansiyeli taşıyor.
[Nuh Uçgan Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırma görevlisi olan çalışmaktadır]