İSTANBUL (AA) -HADİ KHODABANDEH LOUİ- ABD dış politikası devasa olarak nitelenebilecek bir karar alma aygıtı tarafından, kompleks bir süreç sonucunda belirlenir. Merkezinde Beyaz Saray, Savunma ve Dışişleri bakanlıklarına bağlı birkaç dar odağın yer aldığı bu karar alma aygıtı, stratejik araştırma merkezleri, üniversiteler, eski üst düzey yetkililer ve sermaye gruplarının da etkisi altındadır.
ABD dış politikasında (özellikle Ortadoğu politikasını şekillendirme sürecinde) yeni muhafazakârlar, Hristiyan sağ ve Amerikan Siyonist ittifakının etkisi ciddi anlamda hissedilmektedir. Ortadoğu'ya ve Arap-İsrail sorununa dair bakışları da dahil olmak üzere dış politikada bir dizi ortak hedefe sahip olan bu koalisyon, İsrail’in güvenliğini korumayı, bu devletin komşularına karşı bölgesel üstünlüğünü sağlamayı ve ABD'nin Körfez petrolü üzerindeki kontrolünü pekiştirmeyi amaçlamaktadır.
Hegemon güç konumuna dayanarak liderlik rolü üstlenmek ve (Amerikan vizyon ve hedefleri karşısında potansiyel tehdit oluşturan devletlere karşı önleyici saldırılar dahil olmak üzere) güvenlik politikalarını genişletmek, ABD'nin küresel rolünün gereksinimleri olarak, bu çevreler tarafından benimsenmektedir. Aynı zamanda Amerikan değerlerini yaymayı amaçlayan bu ittifak, bu değerlerin ne ölçüde benimsenip uygulandığını izleyerek dünya devletleri üzerindeki baskısını perçinlemeyi hedeflemektedir.
Arap-İsrail sorunuyla alakalı olarak Amerikan dış politikasının oluşumunda köktenci Hristiyanların etkisi 1970'lerin ortalarından beri artmaya başladı. Bu dönemde köktenci Hristiyanların dış politikanın belirlenmesindeki rolü, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması için Amerikan yönetimlerine baskı yapmakla sınırlıydı. Bilişim devrimi, "televizyon kiliseleri" fenomeni ve geleneksel Hristiyanlığı geri plana iten köktenci cemaatlerin genişlemesinin etkisinde kalan Amerikan dini kültüründe, 1970'lerden günümüze kadar oluşan büyük değişiklikler, kiliselerin çevreden merkeze doğru ilerlemesine ve siyasal ve sosyal olaylarda belirleyici olmasına imkan verdi.
- “Kurtarıcı ulus” olarak ABD
Geçmişleri ülkenin kuruluşuna kadar giden ilk Amerikan beyaz toplulukları, muhafazakâr Protestanlığın baskınlığı ve kişinin bireysel çabası sonucu manevi kurtuluşa erişeceği düşüncesinden kaynaklanan şahsi disiplin ve sıkı çalışma özellikleriyle öne çıkmıştı. Köktenci Hristiyanlar Amerika'yı dünyanın geri kalanına karşı duran bir ulus, “tepenin üzerinde parlayan bir şehir”, "kurtarıcı ulus" ve “son en iyi umut” olarak tasvir etmişlerdi. Kendilerini püritenlerin bir uzantısı olarak sunan bu topluluklar, Hıristiyanlığın erken çağlarının "saflığını" yeniden tesis etmek ve Amerikan toplumunu bir Hıristiyan ulus olarak inşa etmek gibi bir misyon üstlenmişlerdi.
Pozitif bilimin gelişmesi, modern laik devletin ortaya çıkışı, toplumda maddi değerlerin öne çıkarılması ve evrim teorisinin tartışma oluşturan bir olgu haline gelmesi, Kilise'nin rolünü ve Hıristiyanlığın insanların yaşamındaki etkisini zayıflattı. Bu gelişmeler, 19. yüzyılın son çeyreğinde "Evanjelik" doktrini kristalleştirerek ve kendilerini sosyal gerçekliği iyileştirmeye ve bilim ile dini uzlaştırmaya adamış olan bir takım Protestan din adamının ortaya çıkmasına neden olsa da, köktenci Hıristiyanlar, 1970’lere kadar Amerikan siyasi hayatında etkin bir konum edinemediler. Fakat bu durum, 1970'lerin sonlarına doğru değişmeye başladı. 1977'de yapılan bir kamuoyu araştırması, 70 milyonu aşkın Amerikalının Hz. İsa'yla doğrudan ve şahsi bir bağı olduğunu ve kendisini "yeniden doğan Hıristiyan" olarak tanımladığını ortaya koymuştu. Bu dönemde “insanlığın felakete sürüklendiğini ve Hz. İsa’nın kurtarıcı olarak döneceğini” konu edinen eserler, en popüler kitaplar olmuştu. Örneğin New York Times'da, 1970’lerin en önemli eserlerinden sayılan “deccalın neden olduğu nükleer kıyametten insanlığın kurtuluşu için Hz. İsa'nın dönüşü” temasını işleyen The Late Great Planet Earth kitap, on yıl boyunca en çok satan kitap listesinin zirvesinde yer almıştı.
- ABD’de köktenciliğin siyaset arenasına girişi
Toplumda yükselen bu köktencilik, Cumhuriyetçi Parti'nin desteğiyle siyasi alana girmeyi başardı. ABD'nin yeni sorunlarına yönelik çözüm üretemeyen Cumhuriyetçi Parti'nin giderek düşüşe geçmesi, muhafazakâr Cumhuriyetçileri dini hareketlerle iletişime geçmeye itti. Bu süreçte köktenci liderlerin etkisinin artması, kadın hakları, kürtaj ve eşcinsellik gibi tartışmalı konularda muhafazakâr tutumları benimsemeleri ve seçmen kazanmak amacıyla kurulmuş çeşitli örgütlerin yanı sıra köktenci yayınlar yapan radyo ve televizyon programları, Cumhuriyetçilere milyonlarca sağ Hıristiyan seçmen kazandırdı. Bu sayede altı başkanlık seçiminin dördünden zaferle çıkan Cumhuriyetçiler, bu dönemde Senato ve Temsilciler Meclisi'nde de etkinliklerini korudular.
Clinton ve başkan yardımcısı Al Gore yönetimindeki Demokratlar büyük ekonomik başarılar elde etmelerine rağmen, Amerikan seçmeni ekonomik büyüme ve refah seviyesi yerine (sürekli ahlak vurgusu yaparak dikkatleri Clinton dönemindeki skandallara yönlendirmeyi başaran) Bush'tan yana kullandı. "İncil Kuşağı" olarak bilinen ve güney eyaletlerde yoğunlaşan muhafazakâr seçmen, Bush'un kazanmasında belirleyici bir rol oynamıştı.
Bush yönetiminin Afganistan ve Irak işgalleri ve ekonomi alanındaki zayıf performansı sonrasında başkanlık seçimini kaybeden Cumhuriyetçi Parti'nin köktenci tabanı, yeni seçilmiş Obama'nın göç politikasını, aile ve kadın hakları alanındaki liberal düzenlemelerini beyaz Protestan Amerikalıların ayrıcalıklı konumuna karşı bir tehdit olarak algıladı. Obama'ya ağır eleştiriler yönelten Evanjelikler, Cumhuriyetçi Parti'nin tekrar seçimi kazanması için yoğun bir kampanya yürüttüler. 2016 başkanlık seçiminde, Hillary Clinton'a karşı Bush'un 2001 seçiminde izlediği stratejiye benzer bir seçim propagandası yürüten Cumhuriyetçiler, Obama döneminde ABD'nin "yozlaştığını" ve Hillary Clinton'ın bu "yozlaşmayı" daha da derinleştireceğini ileri sürerek, "ahlaki üstünlüğü" elde etmeyi amaçladılar.
ABD'yi tekrar "güçlü bir ulus" haline getirmeyi seçim kampanyasının ana sloganı olarak belirleyen Trump beyaz Protestanlara, içeride ayrıcalıklı konumlarının korunacağını, aile hukuku alanındaki liberal düzenlemelerin engelleneceğini ve dış politikada ise "Önce Amerika" sloganıyla ABD'yi tekrar "tepe üstünde parlayan şehir" haline getireceğini vadederek seçimden zaferle çıktı. İktidara geldikten sonra ekibinde birçok köktenci figüre yer veren Trump, muhafazakârlar tarafından adeta bir "kurtarıcı" olarak görüldü. Bu ekibin en önemli isimlerinden biri de şüphesiz başkan yardımcısı Mike Pence.
Pence'in, Indiana gibi küçük bir eyaletin valiliğinden başkan yardımcılığına yükselişi, bir anlamda sağ Hristiyanlığın Cumhuriyetçi Parti'de ne derece yükseldiğini de gösteriyor. Ronald Reagan döneminden itibaren Cumhuriyetçi Parti'nin alt kademelerinden siyasete girmeye başlayan Pence gibi köktenci politikacılar, Parti'nin dini söyleminin muhatabı ve "oy deposu" olarak gördüğü sağ Hristiyanların artık Cumhuriyetçi Parti'de merkezi ele geçirdiğinin alameti olarak değerlendirilebilir.
Evanjelik liderler, Mike Pence'in muhafazakâr Hristiyanlığın, Amerikan yaşamının merkezindeki "haklı konumunu" tekrar kazanmasını sağladığını düşünüyor. Güney Evanjelik Okulları başkanı Richard Land, The Atlantic dergisine verdiği röportajda, başkan yardımcısı Pence’ten "Evanjelik-Hıristiyan dünya görüşünü devlet politikası haline getiren en tutarlı politikacı” olarak bahsediyor. Beyaz Saray eski strateji uzmanı Stepehen Bannon'a göre ise Pence, Trump yönetimi ile Cumhuriyetçi Parti teşkilatının en muhafazakâr kanadı arasındaki bağlantıyı sağlayan köprü.
Beyaz Saray’da ağırlığı olan ve özellikle ulusal güvenlik alanında en etkili isimlerinden biri haline gelen Pence, aynı zamanda dış politikada da etkili bir isim. ABD'nin Irak’ı işgalinin ateşli destekçilerinden biri olan Pence, "Amerikan değerleri"ni yaymakta güçlü bir ordunun rolüne inanıyor. Ayrıca kendisini sık sık (sırasıyla) “Hristiyan, muhafazakâr ve Cumhuriyetçi" olarak tanımlayan Pence'in ABD'nin elçiliğini Kudüs'e taşımasında etkin bir rolünün olduğu da biliniyor. Aktif bir evanjelik gündemle ABD dış politikasına dini öğeleri entegre eden sağ Hristiyanlığın, ileride "medeniyetler çatışması" stratejisini uygulaması ve Yahudi-Hristiyan ülkelerle ilişkileri derinleştirmesi muhtemel.
[Hadi Khodabandeh Loui İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Şiilik Araştırmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmacı olarak görev yapmaktadır]