ANKARA (İHA) - Uluslararası Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (UPSAM), yaklaşan Köşk seçimleri öncesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ten son Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e kadar tüm cumhurbaşkanlarını mercek altına aldı.
Tüm Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin analiz edildiği araştırmada, Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı'nın belirleneceği seçimler öncesinde tansiyonu düşürme yolları da tavsiye edildi. Raporda, "Recep Tayyip Erdoğan'ın aday olma hakkı vardır ama bu hakkını kullanır aday olursa adaylığının engellenmemesi demokrasinin bir gereğidir. İsmi üzerinde hem AK Parti'nin hem CHP'nin uzlaşmaya varmadığı herhangi bir adayın krize neden olma ihtimali sözkonusudur. İzlenecek en rasyonel yol Meclis içinden ya da dışından siyasi parti gruplarının ötesinde halk nezdinde sevilen yahut halk çok tanımıyorsa da en azından bir kesim tarafından kendisine şiddetli bir garez ve şüpheyle yaklaşılmayan bir isim bulmaktır" denildi.
Uluslararası Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Atatürk'ten Sezer'e 'Cumhur'un Başkanları' başlığı altında bir araştırma yaptı. Yaklaşan Köşk seçimi öncesinde meydana gelen tartışmaların temelinde bazı kesimlerin AK Parti'ye karşı duyduğu kuşku ve güvensizliğin yattığına işaret edilen raporda, tartışmanın zeminini sağlama alabilmek ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini 'Rejim elden gidecek' vehminden kurtararak, seçim tartışmalarına farklı bir perspektiften bakılması gerektiğine vurgu yapıldı.
Dönemsel siyasi olaylara paralel olarak Cumhurbaşkanlığı'nın algılanışının da değiştiğine dikkat çekilen araştırmada, "Anayasa'ya göre her Meclis kendi içinden cumhurbaşkanını seçer. Bu demektir ki Cumhurbaşkanı ile onu seçen hakim çoğunluk arasında siyasi çizgi paralelliği olması doğaldır. Bu durumda Meclis'e gelen konularda Meclis'ten çok da farklı düşünmeyen bir Cumhurbaşkanı olması da olağan karşılanmalıdır" denildi.
Özellikle Turgut Özal sonrası dönemde farklı cumhurbaşkanlığı üsluplarının ortaya çıktığı ifade edilen raporda, şu tespite yer verildi: "Cumhurbaşkanlığı sembolik pasif bir devlet-millet baştemsilciliği olarak görülüyorken, 1982 Anayasası'nın hükümleri bir değişimi getirdi. Cumhurbaşkanı, hükümet politikalarına müdahaleden onları yönlendirmeye, zaman zaman durdurmaya varan bir çizgide katılımcı ve kendi algısına göre değişen nispette aktif bir devlet başkanlığına çevrildi".
Atatürk'ten Sezer'e 'Cumhur'un Başkanları'
Çalışmada Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ten son Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e kadar tüm cumhurbaşkanları mercek altına alındı. İşte bugüne kadar görev yapmış cumhurbaşkanları:
" - Mustafa Kemal Atatürk (29 Ekim 1923-10 Kasım 1938): 29 Ekim 1923 yılında cumhuriyetin ilanından hemen sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal Atatürk seçildi. 287 üyesi bulunan Meclis'teki oylamaya 158 kişi katıldı ve Ankara milletvekili Atatürk, oybirliğiyle cumhurbaşkanlığına getirildi. Cumhurbaşkanlığı makamının kurumsallaşmasında Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı tarzı önemli bir iz bıraktı. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda göstermiş olduğu başarıların etkisiyle yeni ve modern devletin kurucusu olması sıfatıyla Türk halkının topyekün sevgisini kazanmış gelmiş geçmiş tek liderdir. Bu nedenle cumhurun başkanı olmayı kelimenin tam anlamıyla gerçekleştirmiştir demek abartılı olmayacaktır. Atatürk'ün ölümünden sonra makamla ilgili bu beklenti sürecek ancak hiçbir cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk dönemindeki gibi halk-devlet seçkini aynı isim üzerinde bu denli uzlaşamayacaktır.
- İsmet İnönü (11 Kasım 1938-22 Mayıs 1950): İnönü'nün cumhurbaşkanlığı 2. Dünya Savaşı'nın patlak verdiği döneme rastlamaktadır. İnönü, Türkiye Cumhuriyeti'nin savaş dışında kalması için yoğun bir çaba sarf etmiş, savaşın sonucu az çok belirginleşene dek tarafsızlığını muhafaza etmiştir. Bu dönemde modern ve batılı standartlara ulaşma arzusunun uzantıları toplumsal alana sirayet ettirildi ve çalışmalar bu yöne kaydırıldı. İnönü'nün demokratikleşmeye hız kazandırdığı bir gerçektir.
- Celal Bayar (22 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960): Asker kökenli olmaması yeni rejimin kurucuları arasında onu farklı kılmaktadır. Celal Bayar'ın da tıpkı Atatürk ve İnönü gibi Cumhurbaşkanlığı görevi süresince aktif olduğu yadsınamayacak bir gerçektir. Bayar, 27 Mayıs 1960 ihtilali nedeniyle görev süresi dolmadan görevinden uzaklaştırılan ilk ve tek cumhurbaşkanı olarak Türk siyasi tarihine geçti.
- Cemal Gürsel (26 Ekim 1961-28 Mart 1966): Darbe lideri olmasına rağmen Cemal Gürsel, ülkeyi aktif olarak yönetme gibi bir arzu içinde değildi. Aksine bir an önce yönetimi sivillere devretmenin gerekliliğine inanıyordu. Yalnız ordu kademeli olarak yönetimi sivillere bırakırken rejimi, daha da önemlisi yapılmış olan darbeyi güvence altına almak istiyordu. Gürsel, süresi dolmadan Meclis kararıyla görevine son verilen tek Cumhurbaşkanı olmuştur.
- Cevdet Sunay (28 Mart 1966-28 Mart 1973): 27 Mayıs İhtilalinden sonra Genelkurmay Başkanlığı'na atanan Cevdet Sunay, cumhurbaşkanı adayı olabilmek için bu görevden kendi isteğiyle ayrılışına dek bu görevi sürdürmüştür. Altı yıl gibi bir süre boyunca bu görevde kalmasından askerlerce sevilen ve güvenilir bulunan birisi olduğu çıkarılabilir. Siyasiler üzerinde de güvenilir bir etki bırakmış olmasını 27 Mayıs sonrasında Silahlı Kuvvetler içinde gelişen diğer darbe girişimlerinin engellenmesinde rol oynamasıyla ilişkilendirmek mümkündür. Bu nedenle Gürsel'in sağlık sorunları nedeniyle cumhurbaşkanlığı makamını boşatlmasının ardından Sunay hem ordunun hem sivillerin itiraz etmeyeceği bir isim olarak ortaya çıkmıştır.
- Fahri Korutürk (6 Nisan 1973-6 Nisan 1980): Gelmiş geçmiş en sembolik ve siyaseten pasif Cumhurbaşkanıdır. Korutürk, Anayasa'da lafzen geçen yetkileri haricinde inisiyatifi eline hiç almadı.
- Kenan Evren (12 Eylül 1980-8 Kasım 1982 Devlet Başkanı, 9 Kasım 1982- 9 Kasım 1989 Cumhurbaşkanı): Türkiye Cumhuriyeti'nin Meclis tarafından değil de doğrudan halk oylamasıyla göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı olma vasfını kazandı. Yine de Evren'in adaylığının Anayasa ile birlikte halk oyuna sunulmuş olması ve de başka bir adayın yer almaması Evren'in tam anlamıyla halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olduğunu söylememizi mümkün kılmamaktadır. Evren, Cumhurbaşkanları için belki de konuşmayı en çok sevenlerdendi. Görevi süresince ülkenin çeşitli yerlerine gezintiler yapmaya ve her fırsatta halka seslenmeye özel bir önem verdiği bilinmektedir. Silahlı Kuvvetler mensuplarının hemen hemen tamamında gözlenen siyasetçiye ve siyasi partilere olan güvensizlik anılarından okuduğumuz kadarıyla Evren'de had safhadadır.
- Turgut Özal (9 Kasım 1989-17 Nisan 1993): Özal, Cumhurbaşkanlığını Başbakan iken gerçekleştiremediği pek çok projesini hayata geçirebilmek için bir fırsat olarak değerlendirmişti. Bu da onun Cumhurbaşkanlığını Anayasal statü çerçevesinde algılamaktan ziyade kendi siyaset anlayışı ekseninde gördüğünü göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı, Özal için başbakanlığının bir devamı mahiyetindeydi, yer değişikliği yapmış olmasının dışında bir farklılığı yoktu. Özal, Başbakanlığa sadece görünürde devam etmiyordu. Ekonomi ile ilgili meselelerde düzenli brifingler almayı sürdürdüğü gibi bürokratlar üzerinde etki alanı kurmaya da devam ediyordu. Hatta kendine alternatif politikalar üretmek amacıyla uzmanlardan oluşan bir danışma ekibi bile kurduğu biliniyordu. Özal bir yandan da hükümeti yönlendirmeye de çalışıyordu. Özal devletin başı olmaktan ziyade cumhurun başı olmayı tercih etmiştir. Çankaya Köşkü'nü halktan kopuk, soyutlanmış bir üst makam olmaktan çıkarmıştır. Her fırsatta halkın arasına karışması, askeri şortla selamlaması, sanatçılarla kol kola şarkılar söylemesi, mütedeyyin kişiliğini gözler önüne seren pratikler sergilemesi Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığını bambaşka bir kimliğe taşımıştır.
- Süleyman Demirel (16 Mayıs 1993-16 Mayıs 200): Süleyman Demirel zamanında çokça eleştirdiği Özal gibi yıllarca liderliğini üstlendiği parti hükümetteyken bu makamda bulunmanın zorluklarını yaşamak durumunda kalmıştır. Başbakanlık dönemleri askeri müdahalelerle geçen Demirel'in cumhurbaşkanlığı da ordu-sivil ilişkilerinin problemli olduğu bir döneme denk geldi. Demirel'in 28 Şubat sürecini engelleyemediği açık da olsa müdahalenin görünürde anayasal çerçevede kalmasını sağlaması bir başarı olarak nitelendirilebilir. Demirel cumhurbaşkanıyken bile bırakmadığı aktifliğini halen sürdürmektedir.
- Ahmet Necdet Sezer (16 Mayıs 2000-): Sandalyesi bulunan siyasi partiler açısından parçalı bir görünümarz eden meclisin 550 üye tam sayısının 330'unun oyuyla cumhurbaşkanı seçilen Ahmet Necdet Sezer, meclis dışından aday gösterilmiş olmasıyla cumhurbaşkanları arasında tektir. Kendisine düstur olarak edindiği hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek için çalışmak sonraları cumhurbaşkanlığı üslubunu da etkileyecektir. Cumhurbaşkanlığı, devletin başı olarak AB sürecinde gittikçe sivilleştirilen laik cumhuriyet rejimini teminat altına alabilecek ve daha da önemlisi Silahlı Kuvvetler'den farklı olarak bunu yaptığında tepki çekmeyecek, en çok güven telkin eden anayasal kurumdur artık".
Tansiyonu düşürme önerileri
UPSAM'ın araştırmasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bugüne kadar neden krize dönüştüğü de analiz edildi. Cumhurbaşkanlığı'na giden yolun Genelkurmay Başkanlığı'ndan geçeceği şeklindeki teamülün 1989'da Özal'ın ve sonrasında da sivil isimlerin cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle Türk siyasi hayatında uzun soluklu olmadığı dile getirilen raporda, "Ancak bu durumun bir gelenek haline gelmemesi, cumhurbaşkanlığına giden yolun yine de ordunun memnuniyetinden geçtiği gerçeğini değiştirmemektedir. Şüphesiz bunun bu şekilde sürmesi de Türkiye'de demokrasinin işlerlik kazanmasını ve sağlamlaşmasını sekteye uğratan bir durum teşkil etmektedir" denildi. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde tansiyonu düşürme yolları da tavsiye edildi. "Recep Tayyip Erdoğan'ın aday olma hakkı vardır ama bu hakkını kullanır aday olursa adaylığının engellenmemesi demokrasinin bir gereğidir" denilen raporda, ismi üzerinde hem AK Parti'nin hem CHP'nin uzlaşmaya varmadığı herhangi bir adayın krize neden olma ihtimali bulunduğu kaydedildi. Raporda ayrıca şu tavsiyelerde bulunuldu:
"İzlenecek en rasyonel yol meclis içinden ya da dışından siyasi parti gruplarının ötesinde halk nezdinde sevilen yahut halk çok tanımıyorsa da en azından bir kesim tarafından kendisine şiddetli bir garez ve şüpheyle yaklaşılmayan bir isim bulmaktır. Devletin başına siyasi yıpranmışlıkları ve şaibelerden uzak bir ismin gelmesi millete sükunet ve emniyet hissini vermek ve başka devlet kurumlarının vazife dışı alanlara çekilmesini önlemek suretiyle demokrasinin işlerliğini arttırıcı bir etken olacak. Devlet seçkinleriyle siyasi seçkinler arasında yaşanacak sürtüşmelerin taşınacağı platform Çankaya Köşkü olmamalıdır. Aksine Cumhurbaşkanlığı bu gerginlikleri yumuşatıcı ve frenleyici bir dengeleme mekanizmasını işletebilen bir makam olarak görülmelidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin krize dönüşmeden atlatılması Türkiye'nin demokrasi serüveninde hangi aşamaya geldiğinin bir göstergesi olacaktır".