Ateş, sıradan gribinin en önemli belirtilerinden biridir. Domuz gribine yakalananların yarısından çoğunda ise ateşe rastlanmıyor. Bilimadamları domuz gribi hakkında yanlış bilinenlerin başında gelen bu ufak ayrıntı için uyarıyor ve erken teşhisin önemini vurguluyor.
Domuz gribinin belirtileri sıradan bir gribin belirtilerine benzeyebilir fakat genellikle hastalık kendini bu şekilde göstermez. Bulantı, mide krampları ve ishal genel belirtiler olmasına rağmen hastaların yarısından fazlasında, vücut sıcaklığında herhangi bir yükselme olmuyor.
“Domuz gribi de sıradan bir virüs, gelip geçer” diyenlerin bir kez daha düşünmesi gerekiyor; rakamlar ve araştırmalar dikkat çekici.
Dünya çapında şimdiye kadar domuz gribinden ölenlerin sayısı 5000’i civarında ancak geçen yıl sadece ABD’de 36 binden fazla insan sıradan grip nedeniyle hayatını kaybetti. Bu rakamlardan yola çıkılarak domuz gribinin sıradan gripten daha az öldürücü olduğu düşünülebilir ama bilimadamları bunun yanlış olduğunu belirtiyor.
Bilimadamlarına göre bu sayıların doğrudan karşılaştırılmaması gerekiyor. Washington Üniversitesi’nden Lone Simonsen sıradan grip salgınlarında ölümlerin genellikle, salgın başladıktan sonraki ayda yaşandığına, bunun sebebinin de sıradan gribin akciğer enfeksiyonu, kalp krizi, inme gibi dolaylı yollarla ölüme yol açtığına dikkat çekiyor. Buna karşın domuz gribin etkisi doğrudan oluyor.
Mitlerden bir başkası ise sağlıklı ve bağışıklığı güçlü olanları bu virüsten etkilenmyeceği, sadece hasta ve zayıflar etkileneceği yönünde.
Bilim adamları hasta olanların sadace yüzde 20’sinin, astım hastaları, sigara bağımlılıları, hamileler ve diyabet hastaları gibi daha az dirençli kişiler olduğuna dikkat çekerek bu mite karşı çıkıyor.
Buna karşı 1957’deki grip salgınındaki virüslerle bugünkü domuz gribi virüsü, H1N1 arasında pek çok benzerlik olduğu için yaşı 50’nin üstündeki kişilerin hastalığa karşı vücutlarında antikor taşıdıkları tahmin ediliyor. Yine de nüfusun çok az bir kısmının virüs için gerekli ankitorlara sahip olduğunu belirten bilimadamları, virüsü akciğerlerimizin en derinlerinde saklanan düşman olarak nitelediriyor.
Sigarayı bırakmak, fazla kilolardan kurtulmak ya da alkol tüketimini azaltmak hastalık riskini düşüren faktörler. Bununla birlikte domuz gribine yakalanmayı engelleyeceği düşünülen pek çok faktör aslında işe yaramaz.
Yapılan araştırmalara göe organik yiyeceklerin yenilmesi ile hastalığa direnç arasında bir bağlantı yok. Çoğu kişinin düşündüğünün aksine D vitamini de hastalığa karşı etkisiz.
Ayrıca bol bol el yıkamak ve maske takmak hastalığa yakalanma olasılığını azaltıyorsa da ortadan kaldırmıyor. Kanada’da bir hemşire uygun maske takmasına rağmen hastalığa yakalanmıştı.
Aşı olduysanız bir süre domuz gribinden kurtulduğunuzu düşünebilirsiniz ama bu süre çok da uzun olmayabilir. Çünkü her yeni grip salgınında virüs kendini değiştirerek, direnç kazanabiliyor.
Özellikle zengin ülkeler, hastalığa karşı yeteri kadar aşı stoğuna sahip olsa da fakir ülkelere sıra gelmiyor. Ayrıca ülke çapındaki bir aşılama kampanyası oldukça zaman alıyor.
Ayrıca bilimadamları mevcut vakalardan yüzde birinin, daha önceki salgınlara neden olan virüsler tarafından enfekte edildiğini belirtiyor. Bazı uzmanlara göre kış sonuna doğru H3N2 virüsünün neden olacağı başka bir salgın mümkün.
Aşının güvenli olmadığı kuşkusu, insanların aşı olmadan önce bir kez daha düşünmesine sebep oluyor. 1970’lerde Amerikan ordusundan grip aşısı olan askerde sık görülen Guillain Barre sendromu sinir hücrelerine saldırıyor ve acılı bir ölüme yol açıyordu. Fakat günümüz teknolojisyle aşılar defalarca test ediyor ve aşı olmamanın riski sendormun gerçekleşme risikinden kat ve kat fazla; sendrom riski milyonda 1 iken, domuz gribi nedeniyle hayatını kaybetme olasılığı 20 binde bir.
Aşı ile ilgili soru işaretine neden olan olgulardan bir ise, aşıda kullanılan kimyasal maddeler. Dünya Sağlık Örgütü, bu maddeleri içeren aşıların yapılması konusunda ülkelere öneride bulundu çünkü bu maddeler sayesinde aşılarda çok daha az virüs kullanılabiliyor. Avrupa ülkeleri bu tip aşıları test etti.
Belki de en tehlikeli ve gözardı edlimemesi gereken mit ise virüs daha ölümcül olmayacağı... Bu mitin altında hastalık yapan bakterilerin nesilden nesile daha az zararlı olacağı düşüncesi yatıyor.
Bilimadamlarının ise uyarısı açık ve net; böyle bir olasılık var ama kimse bunu garanti edemez ve bunun tersi de geçerlidir. Hastalığın şimdiden bazı ilaçlara karşı bağışıklık kazandığı biliniyor. Domuz giribi, sonraki dönemlerde zayıflamak yerine daha güçlü bir şekilde karşımıza çıkabilir.
Daha önceki salgınların tarihleri 1580, 1729, 1781, 1830, 1847, 1889, 1918, 1957 ve 1968’di. Bazı kişiler bu tarihlerden yola çıkarak bir sonraki salgının onlarca yıl sonra olacağını iddia ediyor. Bu iddianın istatistiksel niteliği tartışılabilir ama bilimsel bir niteliği yok.
Bilimadamalarına göre bir salgının bitmesi bir daha görülmeceği anlamına gelmez. Hastalığa neden olan virüsün uğrayacağı bir mutasyon yeni bir salgını tetikleyebilir ve bu her an olabilir. Dolayısıyla yeni salgının yarın başlama olasılığıyla 2059’da başlama olasılığı arasında bir fark yok.
Bilimadamları uyarıyor: Su uyur virüs uyumaz!