Lyse Doucet
BBC, Kabil
General McChrystal postallarına baktı. Sandalyelerin üzerinde, yüzlerimiz birbirine dönük halde mülakata başlamayı beklerken, garip bir şekilde sessiz ve uzak bir hali vardı.
Aklını bu kadar meşgul eden şeyin ne olduğunu merak ettim. Genelde hemen gülümser ve konuşmaya başlardı. Cumhurbaşkanlığı sarayından yeni geldiğini biliyordum. Peş peşe bir sürü soru geçti aklımdan. Yine Cumhurbaşkanı Karzai'yle bir sorun mu yaşamıştı? Yoksa cephede mi bir sorun vardı?
Sessizliğe son vermek için 'Zor iş' dedim.
'Evet' diye yanıtladı. 'Üniversitedeki oda arkadaşımın öldüğünü duydum daha yeni. Hastaydı' dedi. Ben de 'Üzgünüm. İsterseniz biraz daha bekleyelim' dedim. General 'Hayır' diye ısrar etti. Çenesini sıkıp, sandalyenin üzerinde doğrulduktan sonra 'Bu benim işim' dedi. General işine odaklanmıştı. Cephedeki, karargâhtaki General McChyrstal işte buydu.
McChyrstal'ın ekibi Bir yıl önce, göreve geldikten hemen sonra Kabil'de ilk tanıştığımızda, 'Obama'nın savaşı' denilen çatışmanın görünen yüzü olmanın yarattığı baskıyla nasıl başa çıkacağını sordum. Gözle görülür bir kendine güvenle gülümsedi. 'Beraberimde bir sürü çok iyi bir ekip getirdim' dedi.
Bu McChrystal ekibiydi. Birbirine sıkı sıkıya bağlı, sadık danışmanlar ve yardımcılardan oluşuyordu. Bazılarıyla Irak'ta beraber çalışmıştı. Bazıları West Point Askeri Akademisi'ndeki arkadaşlarıydı. 1976'da,Vietnam Savaşı'nın gölgesinde, savaş karşıtlığının had safhada olduğu bir dönemde akademiden mezun olmuşlardı. Yardımcılarından biri bana bir kez, o zamanlar asker olmanın büyük bir cesaret gerektirdiğini söylemişti.
İşte bu şöhreti generali Afganistan'a getirmişti. Asker gibi asker. Irak'taki El Kaide militanlarını öldürmekle görevli özel operasyonlar birliğini komuta ettiğinde neler yaşandığından kimse pek bahsetmiyordu.
Sıska generalle ilgili bir sürü efsane dolaşıyordu. Günde bir kez yemek yediği, sadece dört saat uyuduğu, ziyaretçileri çok fazla kalmasın diye ofisindeki sandalyelerin minderlerini çıkarttırdığı söyleniyordu.
Amerika'nın son büyük savaşı Irak'ın yüzü olan ve şimdi McChyrstal'ın yerine getirilen General David Petraus ile ilgili de böyle şeyler anlatılıyor.
Petraus'un da çok az uyuduğu, çok fazla koştuğu ve her zaman çalıştığı söyleniyor. Her ikisi de yeni bir tür savaşın görünen yüzleri. Ancak General McChyrstal sivil kayıplarının azaltılması gereğini vurgulayarak bu yeni savaşa şahsi damgasını vurdu. Cumhurbaşkanı Hamid Karzai'nin güvenini kazandı ve övgüsünü aldı.
McChyrstal-Karzai ilişkisi Aralarındaki ilişkiye, geçen Nisan ayında birlikte güneydeki Kandahar kentine gittiğimizde tanık oldum. Tam da, Cumhurbaşkanı Karzai'nin Amerikalıları Afganistan seçimlerindeki usulsüzlükleri tertip etmekle suçladığı, Karzai ve Washington arasındaki ilişkilerin derin bir krize girdiği bir zamandı. Gezi iptal edilecek miydi acaba? Ama Cumhurbaşkanı Karzai ve General, yardımcılarıyla birlikte, bizi güneye götüren bir askeri uçakta toplandılar. Sonra da, yüzlerce aşiret büyüğüyle görüşmelere gittiler.
Cumhurbaşkanı aşiret büyüklerine, Taliban'la savaşta yanlışlıkla öldürülen sivillerin sorumluluğunu üzerine alan generale saygı duyduğunu söyledi. Parmağını havaya kaldırıp, 'Hatalarını kabul ettiğinde onu affetmeliyiz' dedi. Stratejisine derin bir şüpheyle yaklaşsalar da, kalabalıktan onaylayan sesler yükseldi.
McChrystal Washington'da da, Obama'nın ekibinde bulunan neredeyse herkesin tersine, zor bir müttefikle başa çıkmayı bilen biri olduğu için övgüler alıyordu.
Peki, iş Başkan Obama'nın ekibine geldiğinde, o dikkatli generale ne oldu?
Generalin iki farklı yüzü var gibi görünüyor. Cephede dikkatli ve işine odaklanmış biri, görevini kaybetmesine neden olan makalede de hoyratça davranan bir insan.
'Keşke söylemeseydim' diyecek Kabil'deki ofisinde oturduğumuz o gün, daha bir kaç hafta önce sarf ettiği sözlere katılmadığını söylüyordu. Göklere çıkarılan stratejisinin güneyde işe yaramadığı haberlerini reddediyordu.Üzerine basa basa , 'Kazanabileceğimize inanıyorum' dedi. Birlikte ofisinin kapısına doğru yürüdük. Ayrılırken, 'Üniversitedeki arkadaşınız için üzgünüm' dedim. Elimi sıkıca sıkarken, 'Hayır, sorun değil. Keşke size bunu söylemeseydim' dedi. Şimdi bunu tekrar tekrar diyecek.