Ece Temelkuran
Gazeteci / Yazar
Sekiz gündür İstanbul biber gaz altında. İnsanlar Twitter'dan yardım çağrılarını çığlık çığlığa paylaşıyor.
Yıllardır Türkiye'nin bir çok yerinde yaşanan polis şiddeti ve siyasi iktidarın merhametsizliği bu kez İstanbul'un kalbine taşındığı için yaşananları görmek için televizyon kanallarının haber yapması bile gerekmiyor.
Sokağa çıkan herkes iktidarın en acımısaz yüzü ile yüz yüze geliyor. Artık haberlere ihtiyaçları yok, çünkü herkesin kendi hikayesi var. Şehrin en şık cafelerinde en apolitik insanlar bile birbirlerine polise karşı nasıl direndiklerini, durdukları barikatları anlatıyor.
En çok anlatılan hikaye ise insanların nasıl "kardeş" olduğu.
Bir hafta öncesine kadar etnik, dini ya da politik kutuplaşma nedeniyle iç savaşın eşiğinde olduğumuzu düşünürken bugün birbirinden en çok nefret eden kesimler sokakta birbirinin yüzüne anti-asit solüsyonlar sürüyor.
Hiç tanımadığınız biri gaz saldırısından sonra gelip ağzınıza bir solüsyon sıkıyorsa ve siz kim olduğunu bilmeden ona güveniyorsanız bu ülkenin siyasal iktidarın şiddetine karşı nasıl tek vücut olduğumuzun göstergesidir.
Kürtler ve Türk milliyetçileri beraber sokakta direniyorsa bu artık başka bir ülkede olduğumuzun göstergesidir. Kemalistler ve Anarşistler, birbirlerinin sloganlarından rahatsızlık duysa bile gaz atılmaya başladığında hepsi biraraya gelip yaralılara yardım ediyorsa artık Türkiye, başka bir Türkiye.
Bir haftadır kimsenin kimseyle doğru dürüst konuşacak vakti yoktu. Birbirimize sadece "İyi misin? Yaralandın mı? Nefes alabiliyor musun?" gibi sorular sorabildik.
Buna rağmen insanlar, muhteşem bir direnç, inat ve her nasılsa zaman bularak bütün bu direnişin acil taleplerini bir metin haline getirmeyi başardılar. Talepler şöyle:
Gezi Parkı park olarak kalacaktır. Topçu Kışlası projesinin iptal edildiği açıklanmalıdır. Polis şiddeti durmalıdır. Sorumlular görevden alınmalıdır. Gaz bombası kullanılması yasaklanmalıdır. Gözaltına alınanlar serbest bırakılmalı ve haklarında soruşturma açılmamalıdır. Eylem yasaklarına son verilmelidir. İslamcısından Kürt siyasetine, milliyetçisinden liberaline, hatta sokakta bu işlerden habersiz yürürken gaza maruz kalmış insanlara kadar bu taleplerden herhangi birine hiçkimse itiraz etmedi. Şimdi hükümetten gelecek cevap bekleniyor.
Başbakan Erdoğan şu anda Afrika gezisinde olduğu için kitlenin talepleriyle ilgilenmek, yola çıkarken ortamı yumuşatma görevi verdiği açıkça belli olan hükümet üyelerine kalacak gibi görünüyor.
Başbakan Erdoğan'ın "Bizi destekleyen yüzde 50'yi evlerde zor tutuyoruz" dediği günden itibaren sosyal medyada sistematik bir provokasyon ve manipülasyon faaliyeti yürüyor.
Eylemlerden haber veren gazeteciler için sahte hesaplar açılıp yalan haberler veriliyor. Eylemcilerin Twitter hesapları ele geçirilip eylemciler polis tuzaklarına düşmeleri için yönlendiriliyor.
Facebook hesapları kopyalanıp yalan haberler yapılıp insanların birbirine duydukları güven sarsılmaya çalışılıyor. Haberciler "provokatörler" olarak hükümeti destekleyen yayın organlarınca hedef gösteriliyor. Twitter kullanıcıları "halkı kışkırtmak" suçlamasıyla gözaltına alınıyor.
Sokaktaki şiddet durulsa bile eylemlere katılan insanların kitleler halinde gözaltına alındığı, alınacağı haberleri yayılıyor.
Provokasyon, manipülasyon faaliyetlerinin akılalmaz bir plan ve program içinde işlemesi bir yana komplo teorileri de eksik olmuyor. Bütün baskıcı rejimlerin kendilerine yönelik haklı öfkeyi bir "şeytana" bağlaması alışkanlığı yine devreye giriyor ve yabancı ajanlardan, iç ve dış "mihraklardan" söz edilmeye başlanıyor gazetelerde.
Fakat en önemlisi bu toz duman günlerde bütün bu eylemliliğin ne işe yarayacağı, kimin işine yarayacağına ilişkin "komplo teorileri".
Bazı Batılı yayın organlarında da yazıldığı, bizim de eylemlerin ilk gününden beri gözümüze çarpan bir unsur var.
Son on yıldır bütün iktidar karşıtı eylemlere akılalmaz bir duyarsızlıkla sessiz kalan, Fetullah Gülen Hareketi'ne yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesinin olaylara olan yakın ilgisi.
Eylemlerin ilk gününden beri neredeyse destek verir nitelikte yayın yapıyorlar. Polis şiddetinin artmasıyla birlikte bütün taleplerin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yöneltilmesi bununla birleştirildiğinde bazıları "Acaba bu eylemlilik siyasal kadrodaki bir değişiklik için mi?" sorusunu sormaya başladı bile.
Hayır, onun için değil. Bu eylemlilik son on yılda ülkede biriken basıncın patlaması.
En çok da Başbakan'ın protestocuları aşağılaması, kendisininkinden başka bir yaşam tarzına, siyasal anlayışa izin vermeyeceğini kerelerce söylemesinden kaynaklanıyor.
İnsanlar yaşadıkları polis şiddetinin yok sayılmasını kendileriyle alay edilmesi olarak gördükleri için de öfkeli. Ezcümle, insanlar insan yerine konulmak istiyor. İnsanlar artık korkmak istemiyor.
Başbakanla ilgili bir şaka yaparsam beni hapse tıkarlar, otel odalarında kamera mı var, izleniyor muyuz korkusuyla yaşamak istemiyor insanlar. Yani insanlar hükümetten çok korkuya karşı isyan ediyorlar.
Türkiye, 'yatağının altında canavar mı var?' diye titreyen bir çocuk olmaktan bıktı. Hep birlikte yataktan kalkıp bakıyor. Ve görüyor ki tek canavar korku. Türkiye canvarını öldürüyor bugünlerde. "Bütün bu eylemlilik neye hizmet eder?" sorusu ise şu anda cevaplanabilir değil. Cevaplansa bile bu o kadar büyük bir eylemlilik ki kimse kontrol edemiyor. Sekiz günlük öfke, korkuyu öldürme ayinleri bitmek üzere.
Dolayısıyla bu sorulara ancak bu gaz ortadan kalkınca yanıt bulabileceğiz. Şimdilik eylemcilerin yapabileceği tek şey, bu güne kadar inanılmaz bir azimle yaptıkları gibi provokatörlere karşı metanetli olmak, eylemin barışçıl niteliğini bütün tahriklere karşı korumaya çalışmak ve kim olduklarını, taleplerini bütün Türkiye bilene kadar tekrar etmek.
Ana akım medyanın hala haber yapmadığı düşünülürse bunlar hala ağır sorumluluklar.
İnsanlar soruyor:
"Devrim mi oluyor Türkiye'de?"
Devrim, yaşadıklarımız için çok büyük bir sözcük. Ama tıpkı Arap dünyasında olduğu gibi insanlar devrim niteliğinde bir dönüşüm yaşıyor.
Başbakan'ın korkak çocuklarından sorumlu ve cesur yetişkinlere dönüşüyorlar. Artık onlar tarihin nesnesi değil, öznesi olduklarını, olabileceklerini biliyorlar.
Türkiye'dekiler artık birbirlerinden etnik, dini, siyasi sebeplerle nefret etmediklerini, biraraya geldiklerinde Türkiye'nin sahibi olduklarını gösterebileceklerini biliyorlar.
Artık insan yerine konulmadıklarında neler yapabileceklerini ve başarabileceklerini biliyorlar.
Bu devrim midir? Türkiye'de herkes bugünlerde bu kadar güzel, bu kadar özgür ve sevgi doluysa evet, belki biraz!