David Farley / BBC Travel
İngiliz oyun yazarı Somerset Maugham şöyle diyordu: "İngiltere'de iyi yemek yemek istiyorsanız günde üç kez kahvaltı etmeniz gerekir.” Bu sözler İngiliz yemeklerinin kötü olduğu anlamına mı yoksa kahvaltının günde üç kez yenecek kadar iyi olduğu anlamına mı geliyordu?
İki yumurta, sosis, domuz pastırması, fırında pişmiş kuru fasulye (baked beans), kızarmış domates ve kızartılmış ekmekten oluşan İngiliz kahvaltısı kolesterol ve kalori yüklüdür. Akşamdan kalmışlık halini ortadan kaldırdığı gibi akşam yemeğine kadar tok tutar insanı. Maugham'ı dinlerseniz ömrünüzden birkaç yıl gidebilir; ama sevenleri başka yerde böyle kahvaltıya rastlanmadığı konusunda iddialı.
Londra'daki Regency Cafe'de kahvaltı menüsü
Londra'ya son gidişimde kendim deneyip görmeye karar verdim. Yemek yazarı Lizzie Mabbott ile birlikte Pimlico semtinde 1946'dan beri İngiliz kahvaltısı yapan Regency Cafe'ye gittik. Çay veya kahve de dahil kahvaltı 5,50 sterlin tutuyordu. Az bir ek ödemeyle mücver (hush browns), pıhtılaşmış domuz kanından yapılma sosis (black pudding), patates ve lahana ezmesi (bubble and squeak) de ekletebilirdiniz tabağınıza.
Siparişlerimizi verip masaya oturduk. Mabbot bazı insanların kahvaltı konusunda titiz olduğunu ve tabaktaki yiyeceklerin birbirine dokunmasından hoşlanmadığını ifade etti. Tabaklarımız geldiğinde sosise iyi bakmak gerektiğini, eğer sosis kaliteliyse kahvaltının da genel olarak iyi olacağını söyledi. Sosis güzel ve kahvaltı beklediğimden daha iyiydi. Domatesin asidi domuz pastırmasının yağını daha az hissetmenizi sağlıyordu. Patates ve lahana ezmesi tatsız tuzsuzdu, ama yumurtanın sıvı sarısını emdiği için iyi iş görüyordu.
Pimlico semtindeki Regency Cafe
İngiliz kahvaltısı geleneğini korumaya yönelik çalışmalar yürüten Londra'daki İngiliz Kahvaltısı Derneği'ne göre kızartmaya dayalı kahvaltı geleneği 19. yüzyıl başlarına dayanıyor. Toprak sahibi üst sınıflar ava çıkmadan önce, dinlenirken ya da okurken ağır bir kahvaltı yapardı. Aynı yüzyıl içinde orta sınıf ortaya çıktığında onlar da zenginleri taklit etmeye başladı. Bunun bir yolu da İngiliz kahvaltısı yapmaktı. Daha sonra işçi sınıfı da ağır işlerde çalışmanın gerektirdiği enerjiyi iyi bir kahvaltıyla edinerek güne başlamak için aynı yolu izledi. 1950'lerde artık bu kahvaltı milli yemek haline gelmişti.
Aynı kahvaltıyı bir de daha lüks bir restoranda denemek istedim. Yemek yazarı Jenny Linford modern İngiliz mutfağını temsilen Soho'daki Quo Vadis'i tavsiye etti.
Soho'daki Quo Vadis'te İngiliz kahvaltısı
Burada kahvaltı fiyatı 12 sterline çıkıyordu. Kahvaltı tabağı bir öncekinin aynısıydı; tek eksiği fırında kuru fasulyeydi. Fakat Linford burada daha kaliteli malzeme kullanılmış olacağını söylüyordu. Haksız da değildi.
"Eskiden kaliteli İngiliz kahvaltısı için iyi bir otelin restoranına gitmeniz gerekirdi. Artık öyle değil” diyor Linford.
Londra'daki son sabahımda da kaldığım lüks semtin otelinde İngiliz kahvaltısını denemek istedim; damar sertliği riskine rağmen. İyi ki de denemişim. Yediklerim içinde en kalitelisi buradaydı. Ama fiyatı da 25 sterlindi. Ama değdi.
Milestone Hotel'de İngiliz kahvaltısı
Bu kadar çok ağır kahvaltıdan sonra New York'a kalp krizi geçirmeden dönebilecek miydim? Ama ünlü İngiliz yazar Somerset Maugham'ın sözlerini daha iyi anlamıştım en azından: İngiliz mutfağı aleyhine konuşmamış, İngiliz kahvaltısını övmüştü gerçekten de. Yüksek kalori ve kolesterol endişesi olmasa insan gerçekten de üç öğün yiyebilir İngiliz kahvaltısını.
Bu makalenin İngilizce aslını BBC Travel'da okuyabilirsiniz.
Dergideki diğer makalelere buradan ulaşabilirsiniz.