HABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

"Juncker Komisyonu"nun karnesi kırıklarla dolu

Avrupa Birliği Komisyonuna Jean-Claude Juncker'in başkanlık yaptığı 5 yıllık dönemde, göreve geldiğinde vadettiklerinin aksine birliğin genişleyemediği, aksine Brexit ile üye kaybedecek olması dikkati çekiyor - Göç politikasıyla büyük eleştirilere maruz kalan Komisyonun, 2015 göç krizi sınavında başarısızlığa uğradığı değerlendiriliyor - Doğu ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki ayrımın da derinleştiği Juncker döneminde, birliğin "küresel aktör" olma rolünü yerine getiremediği görülüyor

BRÜKSEL (AA) - ŞERİFE ÇETİN - Jean-Claude Juncker başkanlığındaki Avrupa Birliği (AB) Komisyonu görevi devretmeye hazırlanırken, 5 yıllık dönemine siyasi anlamda ciddi başarısızlıkların damga vurduğu görülüyor.

Uluslararası basında sıklıkla ani çıkışları ve esprileriyle gündeme gelen Lüksemburg'un eski Başbakanı Juncker, 1 ay gecikmeli olarak 1 Aralık'ta AB Komisyonu Başkanlığı görevini Almanya'nın eski Savunma Bakanı Ursula Von der Leyen'e devredecek.

AB Komisyonluğu Başkanlığını 2014'te büyük bir hevesle devralan ve dönemini "son şans komisyonu" olarak adlandıran Juncker, "siyasi bir komisyon" yürüteceği iddiasıyla aralarında dijital tek pazar, ekonomik ve parasal birlik, demokratik değerler, yeni göç politikası ve "AB'yi güçlü küresel aktör yapma" gibi unsurlar içeren 10 maddelik öncelik listesi yayımlamıştı.

Görevinin sonuna gelindiğinde Juncker'in öncelikleri çerçevesinde ekonomik göstergelerde bazı gelişmeler kaydetmesine rağmen özellikle göç, birliğin uluslararası rolü ve demokrasi alanlarında başarısızlıkların ön plana çıktığı görülüyor.

- AB genişlemiyor, küçülüyor

Juncker dönemi deyince ilk akla gelen konuların başında Brexit (İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı) geliyor.

Her ne kadar Juncker Brexit için İngiltere'yi suçlasa da İngiliz toplumundaki AB algısına Komisyonun zaman zaman ülkelerin egemenliğini göz ardı eden politikalarının önemli etkisi olduğu düşünülüyor.

Özellikle Juncker'in savunma alanında daha güçlü bir birlik istemesi ve tartışmalı göç politikalarının İngiltere'deki Brexit referandumunda rol oynadığı ifade ediliyor.

"Genişleme" hevesiyle başlayan ve özellikle Batı Balkanlar'da Türkiye ve Çin etkisinin önüne geçmek için Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasını destekleyen Juncker döneminin üye kaybıyla anılacak olması dikkati çekiyor.

- Göç politikaları "kara leke" olarak anılacak

Juncker Komisyonu açısından önemli bir diğer başarısızlık ise göç politikası olarak öne çıkıyor. Komisyon, göreve başladıktan 1 yıl sonra 2015'te patlak veren göç krizine yönelik verimli ve işlevsel politika üretemediği için eleştiriliyor.

Birçok düşünce kuruluşu ve insan hakları örgütü, Akdeniz'den Avrupa'ya geçmeye çalışırken can veren mülteciler konusunda Komisyonun da sorumluluğu bulunduğunu savunuyor.

Üye ülkelerin zorunlu kota sistemiyle mültecileri ülkelerine yerleştirmesini sağlayamayan Komisyonun, göçe karşı dış sınırlarını güçlendirmeye yöneldiği görülüyor.

Öyle ki göç krizinden sonra üye ülkelerin mültecilere karşı ördüğü duvar ve tel örgüleri görmezden gelen Komisyon, yıllardır sığınmacıları durdurmak için Schengen bölgesinin temel unsuru olan serbest dolaşımı ihlal eden iç sınır kontrollerine karşı da sesini çıkarmadı.

Mültecileri "dışarda tutmayı" başarı olarak gören Komisyon, Libya ve askeri darbeyle iktidara gelen Mısır hükümetiyle tartışmalı anlaşmalara imza attı.

Komisyon Türkiye ile 2016'da halihazırda yasa dışı göçü yüzde 97 azaltan göç mutabakatına imza atmasaydı, hem denizlerdeki can kayıpları çok daha fazla artacak hem de birlik varoluşsal bir krize sürüklenecekti.

Diğer yandan Juncker Komisyonu, milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapan ve mutabakat çerçevesinde sözlerini tutan Türkiye'ye ilişkin taahhütlerini de yerine getirmedi.

Türkiye'ye mutabakat kapsamında vadettiği 6 milyar avronun tümünü hala aktaramayan Komisyon, aynı zamanda bu çerçevede gündeme gelen vize serbestisi ve gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi konularını da rafa kaldırdı.

- Doğu-Batı ayrımını derinleştirdi

Juncker dönemi aynı zamanda birlik genelinde ezelden beri bulunan Batı Avrupa ülkeleri ile Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki ayrımın derinleşmesine yol açtı.

Komisyonun göç politikalarına karşı çıkan Macaristan, Çekya, Polonya ve Slovakya'da oluşan Vişegrad Grubu, Batı Avrupa ülkelerine karşı adeta bir blok oluşturdu.

Zaman zaman İtalya ve Avusturya'daki aşırı sağ eğilimli hükümetler de bu grupla aynı safta yer aldı.

Komisyonun verimsiz göç politikaları zaman zaman kıta genelindeki popülist söylemleri de tetikledi.

Doğu-Batı arasındaki ayrışma aynı zamanda hukukun üstünlüğünün ihlali davalarıyla da boy gösterdi.

Batı Avrupa ülkelerindeki gelişmeleri çoğunlukla "iç meseleler" diyerek örtbas eden Komisyon, Macaristan ve Polonya'ya karşı hukukun üstünlüğüne zarar verdikleri gerekçesiyle ihlal süreçleri başlattı.

Böylelikle Komisyon AB'nin Doğu-Batı eksenindeki bölünmüşlüğünü de bir nevi perçinlemiş oldu.

- Ortak savunmada "çok laf, az icraat"

"Avrupa ordusu kuruluyor" tartışmalarının yaygınlaştığı son dönemde, Komisyon ortak savunma alanında tarihi adımlar attığını iddia ediyor.

AB operasyonlarının koordinasyonunu sağlamak için Brüksel'de askeri karargah inşa eden Komisyon, aynı zamanda savunma alanında adımlarını mali olarak desteklemek için Avrupa Savunma Fonu da kurdu.

AB'nin 25 üyesinin savunma alanında iş birliğini daimi hale getirmeyi öngören Yapılandırılmış Daimi İşbirliği (PESCO) de Juncker Komisyonu döneminde inşa edildi.

Bu girişimler teorik olarak AB'nin ortak savunmada önemli adımlar attığına işaret etse de pratikte bazı ortak projeler hariç somut gelişmeler bulunmuyor.

Uzun vadede AB'nin tehdit algısında değişim olması durumunda "tarihi adım" olarak nitelendirilen PESCO'nun da diğer ortak savunma projeleri gibi gündemden düşme ihtimali bulunuyor.

- Küresel aktör olamadı, saf dışı kaldı

Juncker'in en büyük isteklerinden biri de AB'yi küresel alanda daha güçlü aktör haline getirmekti.

Ancak Juncker Komisyonunun uluslararası gelişmelere tepkisi ve dahil olma şekli çoğunlukla "kınama, uyarı ya da memnuniyet" ifade eden yazılı açıklamalardan oluştu.

Ukrayna sorununda Kiev yönetiminin arkasında duracağı mesajını veren AB, Rusya'ya Kırım'ın ilhakı nedeniyle yaptırım uygulamaktan öteye geçemedi.

İran ile "tarihi nükleer anlaşmadan" ABD'nin çekilmesinin ardından yalnız kalan AB, Tahran yönetimiyle meşru ticareti sağlamak için özel mekanizmayı bile tam anlamıyla kuramadı.

Kendini demokratik değerler açısından "örnek" gösteren AB, ülkedeki meşru hükümeti deviren darbeyi göz ardı ederek Mısır yönetimiyle yakın ilişkiler kurdu.

AB'nin küresel aktör olmaktan çok uzak olduğunu gösteren bir diğer olay da Suriye savaşı oldu. Suriye'de siyasi çözümü desteklediğini sürekli olarak yineleyen ve savaşın ortaya çıkardığı sığınmacılara kapılarını sıkıca kapatan AB, Suriye'de de saf dışı kaldı.

Döneminin sonuna doğru verdiği bir röportajda gerçekle yüzleşmek durumunda kalan Juncker, "Avrupa küresel sahnede güç kaybediyor. Dünyanın patronu olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında kainatın küçük ve zayıf bir parçası olduğumuzu unutuyoruz." ifadelerini kullanarak, AB'nin mevcut durumunu özetlemiş oldu.

Mynet Youtube


En Çok Aranan Haberler