HABER

Mülteci sorunu: 'Herşey Almanya'ya mı düşer?'

Dresden ile Almanya'nın doğusundaki diğer kentlerde ülkenin payına düşmesi gereken âdil sayıdan daha fazla mülteci kabul ettiği duygusu ve bunun getirdiği rahatsızlık artıyor. Pegida hareketinin mülteci karşıtı gösterilerine katılanlar da yaygınlaşıyor.

Mülteci sorunu: 'Herşey Almanya'ya mı düşer?'

Gabriel Gatehouse

BBC Muhabiri

"Wir sind das Volk" "Halk biziz" marşı sokaklarda yankılanıyor. Kalabalığı görmeden seslerini duyuyoruz. Geniş parke taşlı meydana yaklaştığımızda giderek daha fazla gösterici alana geliyor. Sokak lambalarının sarı ışıklarında pankartlarındaki "İltica çılgınlığına son verin", "Avrupa intihar ediyor" yazıları okunuyor

Binlerce kişi podyumdaki konuşmacıları dinliyor. Siyah ceketli kısa saçlı erkekler kalabalık etrafında devriye geziyor. Kollarında "Ordner" yazılı beyaz bantlar var. Gösteri gayet düzenli bir şekilde sürüyor.

Konuşmalardaki belli başlı bazı ifadelere izleyicilerden klişe tepkiler geliyor: "Merkel muss raus" (Merkel gitmeli) diye bağırıyorlar. Derken daha da tehdit edercesine "Volks-ver-ra-ter, Volks-ver-ra-ter" (Halk haini) diyorlar.

Sesler meydanın ortasındaki barok Frauenkirche kilisesinin taş duvarlarında yankılanıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın son dönemlerinde İngiliz bombardımanıyla yerle bir edilen kilise sonradan yeniden inşa edilmişti.

Pegida'nın yükselişi

Almanya bu yıl bir milyonu aşkın mülteci kabul edecek. Bu gösteri de, bu karara tepki. Protesto yürüyüşleri bir yıl önce Dresden'de başladı ve her Pazartesi gecesi sürdürülüyor. Düzenleyen grup Pegida (Batının İslamlaştırılmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) hareketi. Öndegelen politikacılar, grubu aşırı uçlarda diye fazla dikkate almıyordu.

Ancak protestocular, toplumun çok farklı gruplarından oluşuyor. Çocuklu aileler, orta sınıftan meslek sahibi insanlar, öğrenciler ve yaşlılar var aralarında. Dazlaklar ve futbol holiganları olduğu gibi. Ve şimdi karşılarına bir fırsat çıktığına inanıyorlar.

Almanya'da 3.Reich dönemi ideolojilerini ve ilişkili sembolleri kullanmak yasak. Dolayısıyla bu tür fikirleri savunanlar kullandıkları sözcükleri dikkatle seçmek zorunda.

Bir başka yürüyüşte Rene Dick ile karşılaştım. Dresden'in banliyölerinden küçük yerleşim merkezi Freital'da. Karısıyla beraber bir düzine kadar insanın arkasındaydı. Avukat olduğunu söyleyen Rene, her bakımdan normal görünüyordu. Normalden kısa boylu, gözlüklü, sessiz, saygı uyandıran bir adamdı.

"Irk" değil "Halk"

Yürüyüşten sonra civardaki bir barda oturup konuştuk. Rene, mülteci akınının Alman halkının seyrelmesine yolaçtığını söyledi. Irk sözcüğünü kullanmamaya dikkat ederek "Volk" (Halk) sözcüğünü kullandı. Ama sonra, Alman halkının "yokedilmekte olduğunu" söyledi. Ne demek istediği açıktı. Birkaç kez "işgal altındaki bölge"den söz etti. Almanya'yı kastediyordu.

Rene Dick, savaş sonrasında Almanya üzerinde varılan anlaşmayı kabul etmiyor. Ona göre Almanya hâlâ işgal altında. Tesadüf bu ya, kendisiyle karşılaştığımız gün iki Almanya'nın birleşmesinin 25. yıldönümüydü. 'Bu kutlanması gereken bir gün değil mi?' diye sordum.

"Birleşme diye birşey olmadı." diyor ve halen Rusya ile Polonya arasında bölünmüş olan Doğu Prusya ve şimdi Çek Cumhuriyeti'ne ait olan Sudentenland'ı kasdederek "birleşmeden ancak, işgal altındaki yerler de dahil edildiğinde söz edebiliriz. Bugün, ulusal yas günü." diye sürdürüyor.

Rene Dick, tabii ki, Alman toplumu içinde çok ufak bir azınlık. Birçok Alman evlerini ve kalplerini her hafta binlerle ülke topraklarına giriş yapan mültecilere açtı. Tabii Alman oldukları için, bunun için de bir sözcükleri var: Wilkommenskultur (Karşılama kültürü).

Ancak Dresden ile Almanya'nın doğusundaki diğer kentlerde ülkenin payına düşmesi gereken âdil sayıdan daha fazla göçmen kabul ettiği duygusu ve bunun getirdiği rahatsızlık artıyor.

Bitmeyen suçluluk duygusu

Alman bayrağını tabut gibi beş arkadaşıyla taşıyarak yürüyen, olduğundan genç görünüşlü 50 yaşındaki Andreas, "Niye herşeyi Almanya yapsın ki? Bize hep böyle bir suçluluk duygusu yüklenmiş halde. İkinci Dünya Savaşını bizim çıkardığımız için yüklenen suçluluk. Doğru. Ama biz üçüncü kuşağız. Bunun suçlusu biz olamayız." diyor.

Bu gruptaki insanlarla konuşmak pek kolay değil. Burada gazeteciler fazla sevilmiyor. Fotoğraf makineleri, kameralar ortaya çıktığında kalabalık, "Lugenpresse" (Yalancı basın) diye bağırmaya başlıyor. Alman medyasının kendileri hakkında zaten belli bir fikre sahip olduğunu, yürüyüşlere katılanlanları, ne derlerse desinler, Naziler olarak göstermeye karar olduklarını söylüyorlar.

Alman siyaset sahnesinin öndegelen akımları Angela Merkel'in cömert göçmen poltikasını ancak yeni yeni sorgulamaya başladı. Tüm büyük siyasi partiler şimdiye dek Başbakana destek vermişti. Ama sıradan Almanların korku ve kaygılarını dile getirecekleri demokratik bir sözcü çıkmazsa, bu kesimlerin aşırı sağın kucağına itilmesi kaçınılmaz olabilir.

En Çok Aranan Haberler