Shaimaa Khalil
BBC Kabil muhabiri
Sürekli gelişen bir haber dolayısıyla Kabil'e gönderildiğinizde karşınıza ne çıkacağını, neler yaşayacağınızı aşağı yukarı tahmin edebiliyorsunuz. Çatışma alanıyla ilgili son bilgiler, elektronik postalar, çatışma alanına gidebilme amacıyla art arda edilen telefonlar, savaşın ortasında kalan veya kaçmaya çalışan insanların hikâyeleri, hükümetin açıklamaları, Taliban'ın açıklamaları, yeni şiddet olayları...
Yeni yeni tanımaya başladığım Kabil tehlikeli ve gürültülü bir yer. Helikopterler, siren sesleri, trafik gürültüsü dinmek bilmiyor.
Ancak bu hafta içinde Kabil'in daha sessiz mahallelerinden birinde bir binaya girdiğimde çok farklı bir ses karşıladı beni. Müzik sesi!
Burası Afganistan Ulusal Müzik Enstitüsü'ydü. Giriş katında, koridorun iki tarafında odalar vardı. Her odada da farklı çalgılar çalan öğrenciler.
Yalnızca piyano, flüt ve kontrbas seslerini duymakla kalmıyorum; rubab ve sarod gibi geleneksel Afgan çalgılarını işitiyorum.
Kız öğrenciler ilk konserlerini henüz bitirdi. Erkek öğrenciler konseri izledi, daha sonra hepsi biraz daha ortalıkta oyalanıp çene çaldıktan sonra evlerinin yolunu tuttu.
Orkestra ve genç şefi bir ilke imza attı
Konserde enstrüman çalanların tümünün kız öğrencilerden oluşmasının ve şiddetin kol gezdiği Kabil'in ortasında, büyük bir izleyici kitlesine müzik dinletisi sunuyor olmalarının ötesinde, bu etkinliğin bir diğer özelliği, Enstitü'de öğrenim gören 17 yaşındaki kız öğrenci Negin Habel Wak'ın orkestrayı da yöneterek bir ilke imza atmasıydı.
Prova odasına girdiğimde piyanonun başında oturmuş çok güzel bir parça çalıyordu. Rachmaninov muydu acaba? Hâlâ öğrenmekte olduğu barizdi ama deneyim eksikliğini, çalışındaki tutku ve coşkusuyla kapatıyordu.
"Hoş Amadid" dedi Negin ve hemen ekledi:
"Piyano çalmayı çok seviyorum. Her zaman çalmak istiyorum!" Peki büyürken hep etrafında müzik mi vardı? "Hayır!" diyor şaşırmış halde. "Ben Kunarlıyım. Orada hiç müzik yok. Orada kızlar okula da gitmez" diye ekliyor. Kuzeydoğuda, Pakistan sınırında bulunan Kunar, muhafazakâr ve çoğunlukla da şiddetin hüküm sürdüğü bir bölge...
Negin'in annesi öldüğünde babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi, erkek kardeşiyle birlikte evden atmış Negin'i. 9 yıldır Kabil'deki yetimhanede yaşamaktaymış. "İlkin orada müzik dinlemeye başladım. Ve gerçekten de sevdim. Beni mutlu etti" diye anlatıyor.
Ulusal Müzik Enstitüsü'nde sınava girmiş ve o gün bugündür orada eğitim görüyormuş. "Bütün o çalgıları görünce çok mutlu hissettim kendimi. İnanılmaz birşeydi. Çalmak istiyordum." diyor gözleri ışıldayarak. Aynı zamanda orkestra şefi olduğunu da hatırlatıyorum; "EVET! Bugün ilk kez şeflik yaptım. O kadar heyecanlıydım ki gözlerim yaşarıyordu. Ama sonra herkes beğendiğini söyledi. Ben de çok memnun oldum!" şeklinde yanıtlıyor.
Çocukların zorlu yolları
Negin, Kabil'e ilk geldiğinde aslında her şey kolaylıkla olmamış. Amcaları müzik eğitimi görmesini istememiş. "Bir kızın yapması gereken şey bu değil" demişler. "6 ay süreyle okuldan aldılar beni. Ama sonunda babam konuştu onlarla. 'Bu Negin'in hayatıdır, müzik eğitimi görmek istiyorsa görmeli' dedi" diye anlatıyor genç kız, yüzünde büyük bir gülümsemeyle.
Enstitünün kurucusu ve müdürü Dr. Ahmed Sarmast ise "Afganistan'da bu sorun hâlâ sürüyor. Çocuğun okula kaydolmasına anası babası izin veriyor ama sonradan bir amca veya hala ya da dede veya köyün yaşlılarından biri aileye, çocuğu müzik eğitiminden ya da daha genelde okulda eğitim görmekten çekmesi için baskı yapmaya başlıyor" diye yakınıyor.
Enstitü, yalnızca gelenekler ve muhafazakarlıkla savaş vermiyor; şiddetle de mücadele ediyor. Afganistan'da müziğin günah olduğuna inanan pek çok insan var. Yakınlarda enstitü dışında düzenlenen öğrenci dinletilerinden birisi saldırıya hedef olmuştu. Genç bir intihar bombacısı üzerindeki patlayıcıları, izleyiciler arasında ateşlemişti.
Şiddete sanatla meydan okuyuş...Dr. Sarmast yaşanan dehşeti anlatırken sesinde yine de bir meydan okuma seziliyor.
'Yeni saldırılar, başka saldırı olasılıkları sizi korkutmuyor mu?' diye soruyorum.
"Hayır" diyor ve sürdürüyor:
"Biz bu mücadelenin bir parçasıyız. Biz, şiddet ve teröre, sanatımız, kültürümüz ve özellikle de müziğimizle karşı çıkıyoruz. Toplumumuza birbirimizin farklılıklarını kabullenmeyi öğretebilmeyi istiyoruz. Bana ilham veren şeylerden biri, Negin ve onun gibi, zorluklara rağmen buraya gelen öğrenciler."
Gülümseyerek soruyorum Negin'e; 'ünlü bir piyanist olup yurt dışında konser verdiğinde ben gelip parasız izleyebilir miyim konserini, yoksa o çok pahalı biletlerden almak zorunda mı kalacağım?' diye...
Hafifçe duraksayıp "Kusura bakmayın ama bilet almak zorunda olacaksınız!" diye şakalaşıyor. Vedalaşırken, günün birinde konserlerinden birinde kendisini izlemeye söz veriyorum.
Trafik gürültüsü arasında kontrol noktalarını aşıp geçerken kulaklarımda hâlâ Negin'in çaldığı güzel tınılar, Afganistan'daki silik ama yine de ısrarla süren umut sözleri gibi yankılanmaya devam ediyor.