Kevin Connolly
BBC Orta Doğu Muhabiri
Suriye'deki şiddetten kaçan Hıristiyanlar Lübnan'a sığınıyor.
Lübnan’daki Zahle kenti sırtını, Şam’ı Beyrut’a bağlayan Bekaa Vadisi’nde dayamış Hıristiyan bir kent.
Aralık ayında kente ulaşmak için, keskin virajlardan geçiyor, her iki üç dakikada bir, dağlık araziler ve dik yokuşların arasına gizlenen sisli hava ile karşılaşıyorsunuz.
Hıristiyan kenti Zahle, sayısız karanlık güne tanıklık etti.
Suriye’nin silahlı güçleri, 1980'lerde Lübnan’ın uzun, karmaşık ve acı iç savaşına müdahale ettiğinde, Zahle de savaşın tehlikeli cephelerinden biri haline geldi.
Kent, 1860'larda da Hıristiyanların yenilgisi üzerine, Dürzi ve Osmanlı Türkleri tarafından kuşatılıp yağmalandı. Siviller katledildi.
Ama artık Zahle, güvenli bir bölge.
Yalnızca birkaç kilometre uzağındaki Suriye’de iç savaşın kaosundan ve şiddetinden kaçıp Zahle’ye gelen Suriyeli Hıristiyan ailelere yardım kuruluşları destek çıkıyor.
Peki bu Hıristiyan aileleri, savaş sona erdiğinde evlerine dönebilecek mi? Yoksa Orta Doğu’da sayıları giderek azalan Hıristiyanların hikayelerinin son bölümü mü olacaklar?
Lübnan’da görüştüğüm mülteciler, şimdilik geri dönüp hayatlarını yeniden inşa edebilecekleri konusunda iyimser.
Ama işaretler pek de olumlu değil.
Orta Doğu’da yaşanan krizlerde, Hıristiyanlar genellikle toparlanıp daha güvenlik ve huzurlu bir hayat kurabilecekleri yerlere gitme eğilimindeydiler.
Karışık dönemlerden geçen Irak’ta ve 1948’de Filistin’de olduğu gibi.
İstatistikler çarpıcı. Yaklaşık 100 yıl önce, netlik kazanmasa da, Orta Doğu nüfusunun beşte birinin Hıristiyan olduğuna inanılıyordu.
Şimdi ise bu oran yüzde 5’e yakın.
Bir zamanlar Hristiyanların siyasi ve kültürel kalesi olarak görülen Lübnan’da Hıristiyanlar artık çoğunlukta değil.
Filistin’de, İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahim’de bile Hıristiyanlar artık azınlık konumunda.
Sömürgeci Avrupalıların işgal ettikleri topraklara beraberlerinde getirdikleri bir inanç olarak Hıristiyanlık için, gelişmiş dünyanın fenomeni olduğuna dair kibirli bir düşünceye sahip olduğumuz bu çağda, bu inancın beşiğinin Orta Doğu olduğunu unutmamamız gerekir.
Şam’a doğru giderken Tanrı tarafından gözlerinin kör edildiğine inanılan Saint Paul’ün geçtiği sokaklar, kaldığı yerler hala yerinde.
Ancak mevcut krizler devam ederse, Orta Doğu’daki Hıristiyan etkisi de yok olabilir.
Müslüman nüfustan önce Mısır’da var olan ve hala ülkeyi kendi kaleleri gibi gören Kıptiler ülke nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor.
Ama modern Mısır’da Müslümanlar artık çoğunlukta ve birçok Hıristiyan, İslamcı bir hükümet altında, ülkenin kendileri için yaşanılması zor bir yer haline geleceğini düşünüyor.
Mısır nüfusunun yüzde 10'unu Kıptiler oluşturuyor.
Kıptilerin Yeni Patriği Tavadros, ülkenin yeni anayasasının doğası ile ilgili yürütülen mücadelenin, ülkenin ‘asıl sakinlerinin’ yeni Mısır’da ne kadar rahat yaşayacakları konusunda da önemli bir rol oynayabileceğini söyledi.
Papa Tavadros, “Umuyoruz, gelecekte tüm Mısırlılar için eşitlik sağlanır” diye konuşup ekledi:
“Ama geçmişte, Hıristiyanlar sosyal ve siyasi hayatı tam olarak paylaşmadı. Anayasa, vatandaşlık şemsiyesi altında olmalı, din değil.”
Mısır’ın eski lideri Hüsnü Mübarek’in idaresi altında Kıptilerin kaderi biraz ilginçti.
Zulüm görmüyorlardı ama ülkenin onlara değil, Müslüman çoğunluğa ait olduğunu açıkça gösteren ağır kısıtlamalar altında yaşıyorlardı.
Yeni bir kilise inşa edilmesi, hatta eskinin tamir edilmesi için, cumhurbaşkanına kadar uzanan yüksek makamlardan resmi onay alınması gerekiyordu.
Bir cami inşa etmek veya tamir etmek ise daha kolaydı.
Hıristiyanların Orta Doğu’dan kaçış hikâyelerini anlatmanın zorluklarından biri de, hikâyenin zulümden öte, zekice tasarlanmış demografik etkenler üzerine kuruluşmuş olmasıdır.
Geçtiğimiz yıllarda, özellikle Irak’ta Hıristiyanlara karşı şiddet olayları baş gösterdi.
Hıristiyan nüfusunun istatistiksel olarak azalmasının sebeplerinden biri, Müslüman nüfusa göre doğum oranlarının daha düşük olmasından kaynaklanıyor.
Ve Hıristiyanlar daha çok göç ediyor.
Orta Doğulu Hıristiyanların hepsi zengin ve iyi eğitimli değil. Irak’taki şiddetten kaçan bazı Hıristiyanlar çok fakirdi ve temel haklardan yoksunlardı.
Ama çoğu, dini okullarda yabancı diller öğrenmiş ve iyi eğitimli. Uluslararası destek ağları, Hristiyan kiliselerinin uluslararası bağlantıları nedeniyle kuvvetli.
Dolayısıyla, zor zamanlarda ülkeyi terk etmeleri onların için daha kolay.
Bir zamanlar Hıristiyanların çoğunlukta olduğu Lübnan’da bile sayıları giderek azalıyor.
Beyrut’ta, Suriye’nin kuzeyi Halep’ten eski mühendis Roman Katolik Fadi Halisso ile tanıştım. Şimdi Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta rahiplik eğitimi alıyor.
Fadi, Hıristiyanların çalkantılı bölgede huzur içinde yaşamak istediklerini ve huzurları tehdit altında olduğu an bölgeden ayrılma konusunda hızlı davrandıklarını söylüyor.
Fadi, örnek olarak, şiddetin gölgesi hissedilir hissedilmesi memleketi Halep’ten ayrılan Ermeni Ortodoks toplumunu gösterdi. Ne zaman dönecekleri veya dönüp dönmeyecekleri bile belirsiz.
Fadi, deyip ekledi:
“Irak’ta çatışmanın ortasında kaldılar. Yine de diğer gruplardan daha fazla hedef gösterildiklerini sanmıyorum. Genel olarak Hıristiyanlar sayıca fazla değil. Silah taşımıyorlar ve geri çekilmeyi tercih ediyorlar.”
Fadi’ye, Müslümanların Hıristiyanlara karşı düşmanlıklarının veya siyasi İslam’ın yükselişinin Hıristiyan nüfusunun azalmasında etkin olup olmadığını sordum. İskenderiye’de veya Bağdat’taki kiliselere yönelik bireysel saldırıların orantısız etkileri olabileceğini söyledi.
“Müslümanların Hıristiyanlara karşı düşmanlığı olduğunu söyleyemeyiz” yorumunu yaptı Fadi.
“Bazıları var tabi ama sorun çıkaran birkaç kişi tüm bölgeyi etkileyebiliyor. Bu kilise saldırılarının ardından, bölgedeki Hıristiyanlar başka bir ülkede veya uzakta olsalar dahi kendilerini tehdit altında hissettiler. Bu, komşularımızla iyi ilişkilerimiz olsa da artık ülkede istenmediğimize dair bir intiba yaratıyor” diye ekledi Fadi.
Lübnan'daki Hıristiyanların bir bölümü Esad'ın azınlık haklarını koruduğunu düşünüyor.
Fadi, Orta Doğu’daki Hıristiyan nüfusunun azalmasının bölgenin demografik yapısı gereği kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Bu da, Suriye’deki çatışmalardan kaçan Hıristiyanlara ne olacağı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Lübnan’da görüştüğümüz bazı mülteciler Esad rejimin destekliyor, Esad’ın resmi olarak dini azınlık grupları koruduğunu düşünüyordu. Diğerleri ise, rejimi devirmek için muhalif saflardaydı.
Genç muhalifler, iç savaşın kalıntıları üzerinde Hıristiyan ve Müslümanların yan yana yaşayabileceği yeni ve hoşgörülü bir Suriye’nin kurulabileceği konusunda iyimser.
Esad’a inanan Hıristiyan mülteciler, Esad isyanın üstesinden gelebilirse geri dönebileceklerini düşünüyor ama bu da şimdilik pek mümkün görünmüyor.
Hıristiyanlar, Esad’ın kaybetmesi durumunda İslamcı bir devletin kurulacağına ve azınlıkların zulüm görüp ülkeyi terk etmek zorunda kalacağına inanıyor.
Suriye’nin Humus kentindeki evlerinin yıkılması üzerine 25 kişilik ailesi ile birlikte Bekaa Vadisi’nde Zahle’de yaşayan babanın görüntüsü hala aklımda.
İki yaşındaki oğlunun hüzünlü gözlerinde zekâ ışıltısı vardı, saçları yumuşak ve uzundu.
Yerel geleneklerine göre, vaftiz edilene kadar saçları kesilmeyecek. Ama ailesi, Suriye’de evlerine dönene kadar oğullarının vaftiz edilmesine izin vermiyor.
Muhabbet sırasında babası, dalgın dalgın oğlunun başını okşadı.
O sırada, çocuğun vaftiz edilmesi için daha ne kadar beklemeleri gerektiğini düşünmeden edemedim.