Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'na video mesajla seslendi.
Bu zor dönemde, Birleşmiş Milletlerde yürüttüğü başarılı çalışmalar dolayısıyla Muhammed Bande'ye teşekkür eden Erdoğan, Genel Kurul Başkanlığını devralan Büyükelçi Volkan Bozkır'a da tebriklerini iletti.
Erdoğan, Büyükelçi Bozkır’ın ülkelerin ezici çoğunluğunun desteğiyle bu göreve seçilmesinin, tecrübeli bir diplomat ve siyasetçi olarak şahsi meziyetlerinin yanı sıra Türkiye'ye duyulan güvenin de işareti olduğunu söyledi.
Birleşmiş Milletler sistemindeki en üst düzeyli görevi üstlenen ilk Türk vatandaşı olarak Büyükelçi Bozkır'ın, uluslararası toplumun sesi ve vicdanı olacağına inandığını belirten Erdoğan, kendisinin görevini adil ve şeffaf bir şekilde yürüteceğinden şüphe duymadığını vurguladı ve Bozkır'a başarılar diledi.
Genel Kurul'un "Kovid-19'la mücadele ve çok taraflılık" temasıyla düzenlenmesini, isabetli bulduğunu belirten Erdoğan, Türkiye'nin bu konudaki taahhütlerine bağlı ve Kovid-19'la mücadeleye destek vermekte kararlı olduğunu söyledi.
Salgının, dünyayı çeşitli sınamalarla baş etmekte zorlandığı bir dönemde yakaladığını ifade eden Erdoğan, zaten tartışılan küreselleşme, kurallara dayalı uluslararası sistem ve çok taraflılığın, salgının etkisiyle şimdi daha da çok sorgulandığını dile getirdi.
Bardağın dolu ve boş taraflarının doğru ve samimi şekilde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bardağın boş kısmında, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, çok taraflı örgütlerin reform ihtiyacı bulunuyor. Mevcut küresel mekanizmaların, bu krizde ne kadar etkisiz kaldığını gördük. Öyle ki, Birleşmiş Milletlerin en temel karar alma organı olan Güvenlik Konseyinin salgını gündemine alması haftalar, hatta aylar sürdü. Salgının başlarında, ülkelerin kendi hallerine terk edildiği bir manzara ortaya çıktı. Böylece, yıllardan beri bu kürsüden ısrarla dile getirdiğim 'Dünya Beşten Büyüktür' tezinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk. İnsanlığın kaderi sınırlı sayıdaki ülkenin keyfine bırakılamaz. Uluslararası örgütlerdeki itibar kaybının önüne geçmek için öncelikle zihniyetimizi, kurumlarımızı ve kurallarımızı gözden geçirmeliyiz. Etkin çok taraflılık, etkin çok taraflı kurumların varlığını gerektirir. Güvenlik Konseyinin yeniden yapılandırılmasından başlayarak, kapsamlı ve anlamlı reformları süratle uygulamaya sokmalıyız. Konseyi, daha etkin, demokratik, şeffaf, hesap verebilir bir yapıya ve işleyişe kavuşturmalıyız."
Aynı şekilde, uluslararası toplumun ortak vicdanını yansıtan Genel Kurulun da güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Erdoğan, bardağın dolu tarafında ise BM'nin insanlığın barış, adalet ve refah arayışında bir dönüm noktası olma potansiyelini sürdürmesinin bulunduğunu söyledi.
"Henüz salgın krizinin üstesinden gelemediğimizi de göz önünde bulundurarak, çok taraflı iş birliği için elimizdeki kurumları ve mekanizmaları en etkin şekilde kullanmaya çalışmalıyız." diyen Erdoğan, sorunların küresel olduğu durumlarda, yerel çözümlerin ancak günü kurtaracağını ifade etti.
Uzun vadeli çözümler için uluslararası dayanışmanın şart olduğunu vurgulayan Erdoğan, Türkiye'nin salgın krizinin ilk günlerinden itibaren, tüm uluslararası platformlarda iş birliği çağrısında bulunduğunu, G-20'de, Türk Konseyinde, MİKTA'da, İslam İşbirliği Teşkilatında ve diğer platformlarda salgınla mücadele amaçlı çalışmaların en önünde yer aldığını aktardı.
Erdoğan, Türkiye'nin "Dost kara günde belli olur" anlayışıyla tıbbi malzeme yardımı talep eden 146 ülkeye ve 7 uluslararası kuruluşa elini uzattığını, yürüttüğü tahliye operasyonlarıyla, 141 ülkedeki 100 binden fazla vatandaşın evlerine dönüşünü sağladığını, aynı seferlerle 67 ülkeden 5 bin 500'den fazla yabancıyı da vatanlarına kavuşturduğunu kaydetti.
Tüm bunları koronavirüs diplomasisi niyetiyle yapmadıklarını dile getiren Erdoğan, "Yardım ve tahliye çalışmalarımız için kimseden herhangi bir karşılık beklemedik, beklemiyoruz. Mağdurların ve mazlumların yanında olmak, milletimizin mayasında ve girişimci ve insani dış politikamızın özünde vardır. Buradan bir kez daha, tıbbi malzeme ve ilaç tedariki ile aşı geliştirme çalışmalarının rekabet konusu yapılmaması çağrısında bulunuyorum. Hangi ülkede üretilirse üretilsin, kullanıma hazır hale getirilecek aşılar, insanlığın ortak istifadesine sunulmalıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Salgınla birlikte, devlet kapasitesi, etkin yönetişim ve dayanıklılık gibi unsurların ne kadar hayati role sahip olduğunu hep birlikte bir kez daha tecrübe ettiklerini belirten Erdoğan, Türkiye'nin başarı hikayesinin arkasında, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tesis ettiği etkin yönetişim mekanizmaları, sağlık alanındaki altyapı yatırımlarının geliştirdiği yüksek kapasite ve yetişmiş insan kaynağının bulunduğunu anlattı.
Bununla beraber, salgının dünya genelindeki çatışma dinamiklerini olumsuz etkilediğini ve kırılganlıkların arttığını ifade eden Erdoğan, "BM Genel Sekreteri'nin, bizim de desteklediğimiz, küresel insani ateşkes çağrısının somut sonuçlar doğurmamış olmasından üzüntü duyuyoruz. Türkiye olarak, ülkemize ve insanlığa yönelen tehditleri, gerektiğinde her türlü inisiyatifi alarak, bertaraf etmenin yollarını arıyoruz." dedi.
Suriye'de 10'uncu yılına giren ihtilafın, bölgenin güvenlik ve istikrarı için tehdit oluşturmaya devam ettiğini de belirten Erdoğan, şunları söyledi:
"Bölgede DEAŞ'a karşı ilk ve en ciddi darbeyi vuran ülke olarak, PKK/YPG terör örgütüyle de mücadeleyi sürdürüyoruz. Uluslararası toplum olarak, tüm terör örgütlerine karşı aynı ilkeli tutumu takınmadan ve kararlı duruşu göstermeden, Suriye meselesine kalıcı çözüm bulamayız. Bu yaklaşım, Suriye'ye güvenli ve gönüllü geri dönüşlerin temin edilmesi için de şarttır. Suriye'de terör örgütlerinden kurtardığımız bölgelere 411 binin üzerinde Suriyeli kardeşimizin dönmesi bunun en açık göstergesidir."
Aynı şekilde, Türkiye'nin güvenli hale getirdiği bölgeler sayesinde, İdlib başta olmak üzere, ülkenin çeşitli yerlerinden milyonlarca Suriyelinin de vatanlarından ayrılmalarının önüne geçtiğini vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiye, yıllardır 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıyı, tüm ihtiyaçlarını karşılayarak kendi topraklarında barındırıyor. Bir o kadar Suriyelinin ihtiyaçlarını da sınırımıza yakın yerler başta olmak üzere, kontrol altında tuttuğumuz bölgelerde, yerinde karşılıyoruz. Son olarak bu kardeşlerimiz için İdlib'de ve diğer yerlerde onbinlerce briket konut inşa ediyoruz. Bütün bu faaliyetleri, uluslararası toplumdan ve uluslararası kuruluşlardan kayda değer bir destek almadan, kendi imkanlarımızla ve halkımızın desteğiyle yürütüyoruz. Suriye'deki ihtilafın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararındaki yol haritası temelinde çözülmesi, hepimizin önceliği olmalıdır. Bunun için özellikle Birleşmiş Milletlerin himayesinde başlatılan, Suriyeliler tarafından da sahiplenilen ve yönlendirilen siyasi sürecin başarıyla sonuçlandırılması gerekiyor. Suriye'nin, toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş olarak kalıcı bir barışa ulaşabilmesi, ancak bu şekilde mümkündür. Bu hedef gerçekleşene kadar, Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile milli güvenliğimize kasteden terör örgütlerini engellemekte kararlıyız."
Erdoğan, bugün dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye gibi ülkelerin, yaptıkları fedakarlıkla tüm insanlığın onurunu kurtardığını, buna karşılık aralarında bazı Avrupa ülkelerinin de yer aldığı kimi devletlerin, sığınmacıların ve göçmenlerin haklarını ihlal ettiğini kaydetti.
"Cenevre Sözleşmesi'ni ve uluslararası insan hakları sistemini aşındıran bu ihlaller karşısında Birleşmiş Milletlerin güçlü bir tavır almasının vakti gelmiştir." ifadesini kullanan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Libya'da, darbecilerin geçen yıl meşru Milli Mutabakat Hükümeti'ni devirmek için başlattığı saldırılar, bu ülkeye sadece acı ve yıkım getirmiştir. Uluslararası toplum, yapılan katliamların, insan hakları ihlallerinin ve özellikle Tarhuna şehrinde bulunan toplu mezarların hesabını, ne darbecilerden, ne de destekçilerinden sorabilmiştir. Libya'nın meşru hükümetinin yardım çağrısına somut cevap veren ve destek sağlayan tek ülke Türkiye olmuştur. Libya’da kalıcı siyasi çözümün, Libyalılar tarafından yürütülecek kapsayıcı ve kapsamlı diyalog yoluyla tesis edilebileceğine inanıyoruz."
Yemen’de beş yılı aşkın süredir akan kanın durdurulması ve insani krizin önüne geçilmesinin de uluslararası toplumun sorumluluğunda olduğunu vurgulayan Erdoğan, "Bölgede nüfuz kazanma niyetiyle Yemen’in egemenliğine, siyasi birliğine ve toprak bütünlüğüne göz dikenleri ve Yemenlilerin ızdırabının sürmesine göz yumanları tarih affetmeyecektir." diye konuştu.
Irak’ın dış güçlerin çatışma sahasına dönüşmemesi, bölge için istikrar ve refah üreten bir konuma gelmesinin samimi arzuları olduğunu dile getiren Erdoğan, "Komşumuz Irak’a her alanda destek olurken, özellikle terörle mücadelede daha yakın işbirliği yapmak istiyoruz. Tıpkı DEAŞ gibi, Irak’ta yuvalanan PKK terör örgütünün kökünü kazıma konusunda, uluslararası toplumdan ve bu ülkeden samimi işbirliği bekliyoruz. Bölgenin terör örgütlerinden temizlenmesi, insanlığın en kadim coğrafyasına ev sahipliği yapan Irak’ın geleceğinin aydınlanmasına katkı sağlayacaktır." ifadesini kullandı.
İran’ın nükleer programıyla ilgili hususların uluslararası hukuk dikkate alınarak, diplomasi ve diyalog yoluyla çözülmesinden yana olduklarını belirten Erdoğan, "Tüm tarafların, bölgesel ve küresel güvenliğe ciddi katkılar sağlayan Kapsamlı Ortak Eylem Planındaki yükümlülüklerine riayet etmeleri çağrımızı tekrarlıyorum." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, insanlığın kanayan yarası olan Filistin’deki işgal ve zülüm düzeninin, vicdanları acıtmaya devam ettiğinin altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Üç büyük dinin kutsallarına ev sahipliği yapan Kudüs’ün mahremiyetine uzanan kirli el, cüretini giderek artırıyor. Filistin halkı, İsrail’in tüm baskı, şiddet ve yıldırma politikalarına yarım asırdan uzun bir süredir göğüs geriyor. 'Asrın Anlaşması' adı altında Filistin tarafına dayatılmaya çalışılan teslimiyet belgesi reddedilince, İsrail bu kez işbirlikçilerinin yardımıyla kaleyi içeriden fethetme girişimlerine hız vermiştir. Türkiye olarak Filistin halkının rıza göstermediği hiçbir plana destek vermeyeceğiz. Kimi bölge ülkelerinin bu oyuna ortak olması, İsrail’in temel uluslararası parametreleri aşındırma çabalarına hizmet etmenin ötesinde anlam taşımıyor. Birleşmiş Milletler kararları ve uluslararası hukukun hilafına Kudüs’te Büyükelçilik açma niyetini beyan eden ülkeler, bu tavırlarıyla sadece ihtilafın daha da çetrefil hale gelmesine hizmet ediyor. Filistin meselesi, ancak 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi devamlılık içinde bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla çözülebilir. Bunun dışındaki çözüm arayışları beyhudedir, tek taraflıdır, adaletsizdir."
Temmuz ayında Azerbaycan topraklarına saldıran Ermenistan'ın, Güney Kafkasya'da kalıcı barış ve istikrarın önündeki en büyük engel olduğunu bir kez daha ispatladığını ifade eden Erdoğan, Yukarı Karabağ sorunu başta olmak üzere bölgedeki ihtilafların, Azerbaycan ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve egemenliği ile Birleşmiş Milletler ve AGİT kararları doğrultusunda bir an evvel çözülmesinden yana olduklarını söyledi.
Güney Asya’nın istikrar ve barışı için de kilit önem taşıyan Keşmir sorununun da halen çözüm beklediğine işaret eden Erdoğan, Cammu-Keşmir’in özel statüsünün ilgasının ardından atılan adımların sorunu daha da karmaşık hale getirdiğini söyledi. Erdoğan, bu meselenin diyalog yoluyla, Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde ve özellikle Keşmir halkının beklentileri doğrultusunda çözülmesinden yana olduklarını kaydetti.
Doğu Akdeniz konusuna da değinen Erdoğan, "Doğu Akdeniz’de bir süredir yaşanan gerilimin gerisinde, 'kazanan hepsini alır' anlayışıyla hareket eden ülkeler bulunuyor. Ülkemizi dışlama amaçlı nafile adımların başarı şansı kesinlikle yoktur." dedi.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz’de de başka bir bölgede de kimsenin hakkında, hukukunda, meşru çıkarlarında gözünün bulunmadığını ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Ancak, ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin haklarının çiğnenmesine, çıkarlarının yok sayılmasına da göz yumamayız. Bölgede bugün yaşanan sıkıntıların sebebi, Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesiminin 2003’ten beri maksimalist taleplerle attıkları tek yanlı adımlardır. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki her türlü olumsuz gelişmenin yükünü tek başına omuzlamak durumunda bırakılan bir ülkedir. Buna karşılık, bölgedeki doğal kaynaklar söz konusu olduğunda ülkemizin yok sayılması, ne akıl ve vicdanla, ne de uluslararası hukukla izah edilebilir. Anlaşmazlıkların samimi bir diyalogla, uluslararası hukuk temelinde, hakkaniyete uygun biçimde çözümü öncelikli tercihimizdir. Ancak aksi yöndeki hiçbir dayatmaya, tacize, saldırıya asla müsamaha göstermeyeceğimizi de açıkça ifade etmek istiyorum. Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkeler arasında diyalog ve işbirliğini tesis etmeye yönelik çağrımızı burada tekrarlamak istiyorum. Bu amaçla tüm bölge ülkelerinin hak ve çıkarlarının göz önünde bulundurulduğu, içinde Kıbrıs Türklerinin de yer aldığı bölgesel bir konferans düzenlenmesini teklif ediyoruz."
Bölgedeki krizin sebeplerinden birinin de 1968 yılından bu yana aralıklarla devam eden müzakerelerde Kıbrıs meselesine adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunamaması olduğunu dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti:
"Çözümün önündeki yegane engel, Rum tarafının uzlaşmaz, hak tanımaz, şımarık yaklaşımıdır. Uluslararası anlaşmaları hiçe sayan Rum tarafı, Kıbrıs Türklerini kendi yurtlarında azınlık yapmayı, hatta tümüyle adadan tasfiye etmeyi amaçlıyor. Garantör ülke sıfatıyla, Kıbrıs Türk halkını haklı davasında hiçbir zaman yalnız bırakmadık, bundan sonra da bırakmayacağız. Kıbrıs meselesinde çözüm, ancak Kıbrıs Türk halkının Ada’nın ortak sahibi olduğu gerçeğinin kabul edilmesiyle mümkündür. Kıbrıs Türk halkının güvenliği ile Ada’daki tarihsel ve siyasi haklarını kalıcı biçimde teminat altına alacak her çözümü destekleyeceğiz."
Bu sene Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atılmasının 75’inci yılı olduğunu anımsatan Erdoğan, silahsızlanmanın, küresel barış ve güvenliğin sağlanması bakımından hayati önem taşıdığını vurguladı.
Buna karşılık silahların kontrolü mimarisinin, son yıllarda önemli hasarlar aldığını aktaran Erdoğan, uluslararası toplumun bu konuda eşitlik ve adalet temelinde ilerleyerek kitle imha silahlarının tamamını ortadan kaldırması gerektiğini söyledi.
Hep birlikte hareket etme mecburiyetinin bulunduğu bir diğer önemli konunun iklim değişikliği olduğunu belirten Erdoğan, insanoğlunun tabiatın dengelerine müdahale etmesinin nasıl ağır bedellere yol açabileceğinin görüldüğünü ifade etti.
Bu kötü gidişatı durdurmak ve tersine çevirmek mecburiyetinde olduklarını kaydeden Erdoğan, "Türkiye olarak gelinen noktadaki tarihi mesuliyetimiz yok denecek kadar az olmasına rağmen, bu mücadeleye samimiyetle destek veriyor ve yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz. Yakın geçmişte Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Taraflar Konferansı’na ev sahipliği yaptık. Afrika başta olmak üzere pek çok bölge ve ülkeyle verimli bir işbirliği yürüttük. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 2022’de yapılacak 16’ncı Taraflar Konferansının da ev sahipliğini üstlendik." dedi.
İnsanlığı tehdit eden ancak nedense görünmez sayılan bir soruna dikkati çekmek istediğini belirten Erdoğan, ırkçılık, yabancı karşıtlığı, İslam düşmanlığı ve nefret söyleminin vahim boyutlara ulaştığını ifade etti.
Salgın sürecinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık iyice artarken göçmenler ve sığınmacılar başta olmak üzere savunmasız kişilere yönelik şiddet eylemlerinin hız kazandığını aktaran Erdoğan, şunları söyledi:
"Önyargılardan ve cehaletten beslenen bu tehlikeli eğilimlere en çok da Müslümanlar maruz kalıyor. Bu tehlikeli gidişin en önemli sorumluları, oy uğruna popülist söylemlere yönelen siyasetçiler ile ifade özgürlüğünü suistimal ederek nefret söylemini meşrulaştıran marjinal kesimlerdir. Tüm uluslararası kuruluşları acilen bu zihniyete karşı mücadelede daha somut adımlar atmaya davet ediyorum. Yeni Zelanda’da Müslümanlara yönelik terör saldırısının yıl dönümü olan 15 Mart tarihinin, Birleşmiş Milletler tarafından 'İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü' olarak ilan edilmesi çağrımı tekrarlıyorum. Birleşmiş Milletlerden sonra en büyük ikinci uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatı, bu günü resmen kabul etmiştir."
Salgın ve onunla bağlantılı olarak tırmanan ekonomik krizin, sürdürülebilir kalkınma ve 2030 hedefleri bakımından da olumsuz etkilere yol açtığına işaret eden Erdoğan, gelişmekte olan ülkeler ile düşük gelir düzeyine sahip ülkelerin bu krizden daha fazla etkilendiklerini belirtti.
"Esasen, salgın döneminde yaşananlar bize sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin her türlü küresel krizle mücadelede önemli bir yol gösterici olabileceğini gösterdi." diyen Erdoğan, krizden çıkışın ekonomik reçetelerini tasarlarken dijitalleşmenin dönüştürücü gücünden de yararlanılması gerektiğini bildirdi.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Dijital İşbirliği Haritasını desteklediklerini belirten Erdoğan, "Küresel ve bölgesel meseleleri ele almak üzere tasarladığımız ilk 'Antalya Diplomasi Forumu'nun temasını da dijital çağda diplomasi olarak belirledik. Ayrıca, En Az Gelişmiş Ülkeler için Birleşmiş Milletler Teknoloji Bankası'na da ev sahipliği yapıyoruz. En doğudaki Avrupalı ve en batıdaki Asyalı olmak üzere, her alanda Türkiye’nin özgül ağırlığını artırdığımızı bilmeniz lazım. Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya doğru kaydığı bu dönemde, 'Yeniden Asya' girişimimizle, ilişkilerimize yeni bir dinamizm kazandıracağız." diye konuştu.
Türkiye'nin, coğrafi yakınlığı perçinleyen beşeri ve tarihi bağlara sahip olduğu Afrika ile ilişkilerinde de ciddi bir ivme yakaladığını aktaran Erdoğan, gelecek yıl Türkiye’de düzenlemek istedikleri Türkiye-Afrika Birliği Ortaklık Zirvesi’nin üçüncüsünde, Afrika’nın kapasitesini güçlendirmeyi amaçlayan projeleri hayata geçirmeyi planladıklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti:
"Sözlerime son verirken, içinden geçtiğimiz bu hassas dönemde çok taraflılığa verdiğimiz güçlü desteğin süreceğini belirtmek istiyorum. Salgına karşı elbette mesafeyi korumalıyız. Ancak uluslararası toplumu tehdit eden tüm imtihanlara karşı ortaklaşa mücadele ve işbirliğinde safları sıklaştırmak mecburiyetindeyiz. Tarih boyunca dünyanın en gözde şehirlerinden olan İstanbul’un Birleşmiş Milletler merkezi haline gelmesi yönündeki gayretlerimizi sürdüreceğiz. 75’inci Genel Kurul çalışmalarının başarılı geçmesini diliyorum." (AA)
Copyright © MYNET A.Ş. Telif Hakları MYNET A.Ş.'ye Aittir.