Yusuf Özkan
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in ölümünün ardından gündeme getirilen konulardan biri de onun 28 Şubat sürecindeki tutumu oldu.
Demirel'in ölüm haberi üzerine, 1997'de yaşadığım bir olayı hatırladım.
Ankara'da savunma muhabiri olarak çalışıyordum. Demirel, "İrticai faaliyetler" konusundaki kaygıları nedeniyle Başbakan Necmettin Erbakan'a ve dömnemin Refah Partisi - Doğru Yol Partisi (Refahyol) hükümetine tepkiliydi.
TIKLAYIN: 'ÇOBAN SÜLÜ'DEN ÇANKAYA KÖŞKÜ'NE SÜLEYMAN DEMİREL
Erbakan Ramazan nedeniyle 11 Ocak 1997'de, 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu'na iftara çağırdı. Fethullah Gülen'in de çağrıldığı ancak katılmadığı iftar yemeği yoğun tartışmalara neden oldu.
Sarıklı, cüppeli tarikat liderlerinin Başbakanlık Konutu'na girerken çekilen görüntüler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) tepkiye neden oldu. Komuta kademesi, Başbakan Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller'i eleştirmeye başladı.
"İrtica suçlamaları", "yeni bir askeri darbe kaygısı" içinde gerilim artıyordu.
Cumhurbaşkanı Demirel, Şubat ayı başında üyesi bulunduğum Ankara'daki Ispartalılar Vakfı (ISVAK) üyelerini iftar yemeğine çağırdı.
Isparta kökenli bürokratların ağırlıklı olduğu bir grup davetli vardı. Sonradan AKP saflarına katılan dönemin ANAP Isparta Milletvekili Erkan Mumucu da davetliler arasındaydı.
Çankaya Köşkü'ndeki büyük kabul salonuna geçtik. Demirel'in, Isparta milletvekilleriyle oturduğu masanın yanındaki masaya bir grup üst düzey bürokratla birlikte oturdum.
Cumhurbaşkanı, daha önce de ISVAK üyelerine bu tür yemekler verirdi. Basına kapalı bu yemeklerde haber değeri olan konuşmalar yapılmazdı. O nedenle iftar yemeğine giderken yanıma teyp, defter almadan gitmiştim.
Yemeğin ardından Demirel mikrofonu alıp ayağa kalktı, "Değerli hemşehrilerimle dertleşmek istiyorum" dedi.
Refahyol hükümetinin uygulamalarını eleştirmeye başladı Demirel. Özellikle, hükümetin Refah Partisi kanadının "irtica" konusundaki hassasiyetlere yönelik girişimlerine tepki gösterdi.
'Çıkın sokaklara, yıkın bu hükümeti'Cebimdeki kartvizitlerin arkasına not almaya başladım. Onlar bitince, masadaki bürokratlar yardıma koştu. Kendi kartvizitlerini verdiler. Heyecanla not alırken bir ara göz göze geldik Demirel'le. O güne kadar duymadığım sertlikte bir konuşma yapıyordu:
"Bu millet ne çektiyse 10 yılda bir gelen rap rap sesinden çekti. Yine postal sesleri duyulmaya başladı. Siz hemşehrilerimden rica ediyorum. Sesinizi yükseltin. Yoksa sesinizi çıkarmaya vakit kalmayacak. Çıkın sokaklara, yıkın bu hükümeti."
Konuşma ve yemek bitti. Demirel, salonun çıkışında merdivenlerin başında eşi Nazmiye Hanım ile birlikte tüm konukların elini sıkarak uğurlamaya başladı.
Görünmeden çıkıp, bir an önce haberi yazmak için arkasından merdivenlere yöneldim. Elini uzatıp yakaladı, kendine çekti. "Nasıl buldun konuşmayı?"dedi.
"Yılın haberi" diye karşılık verdim. Bunun üzerine, gizlice kaçma isteğimi haklı çıkaran cümleyi sarfetti:
"Ama bunları yazmak yok. Sana daha çok manşetler çıkartırız. Bu kendi aramızda hemşehrilerimle bir dertleşmeydi."
Çalıştığım Cumhuriyet gazetesine döndüm. Ankara temsilcimiz Mustafa Balbay ile Haber Müdürü Doğan Akın'a anlattım. Ancak, haber kaynağına verdiğim söz nedeniyle yazmadım.
Birkaç hafta sonra da 28 Şubat günü "post modern darbe" diye adlandırılan MGK toplantısı yapıldı. Artık siyasetin başrolünde askerler vardı.
Demirel sözünde durmuştu. Ankara'nın en fazla manşet haber yapan gazetecilerinden birisi olmuştum.
Bir yıl sonra, 1998 yılı Ramazan ayında yine iftara çağırdı. Yine konuştu. "Batı Sevr istiyor" dedi. Bu kez daha ılımlıydı. 1997'de Türkiye'de kendisini üzen siyasi çalkantılar yaşandığını söyledi. "O çalkantıların içinden çıkılmıştır. Türkiye; hür, serbest, demokratik, laik cumhuriyeti yaşatacak. Başka çaremiz yok" dedi.