Öykü Altuntaş
İstanbul
Yenikapı- Hacıosman metro hattında her zamankinden farklı bir yolculuk yapıyorum. Dışarıda soğuk ve kar, yanıbaşımda, not defterimin sayfalarında ise Suriyeli sığınmacıların göçebe hayat öyküleri var.
İstanbul'daki Suriyeli ailelerin ne şartlarda yaşadığını, beyaza bürünen şehirde kışı nasıl geçirdiklerini araştırıyorum.
Gayrettepe metro durağından bir yolculuğa çıkıyor, Suriyeli ailelerin yaşantılarına yer altında kulak veriyorum.
'Eminönü'nde parkta yaşıyoruz'Metroda yanına düştüğüm 16 yaşındaki Ali ve 10 yaşındaki kardeşi Muhammed, aileleriyle Suriye'nin Humus kentinden İstanbul'a göç etmek zorunda kaldıklarını anlatıyor.
Buradaki yaşantılarını sorduğumda Muhammed'in ayaklarını işaret ediyorlar; dışarıda kar olmasına rağmen ayakları çıplak, yazlık bir terlikle dolaşıyor.
İki kardeş için savaşın izleri henüz çok taze.
Suriyeli kardeşler, Ali ve Muhammed babalarını ve iki kardeşlerini savaşta kaybetmişler, anneleri de sakat kalmış.
11 gün önce Kilis'e kaçmışlar, ardından İstanbul'a sığınmışlar. "Babamı ve iki kardeşimi savaşta kaybettim, üç kişi kaldık" diye anlatıyor Ali.
Bacağını kaybeden anneleri ve bir yaşındaki kız kardeşleriyle Eminönü'nde parkta yaşadıklarını, hiç tanıdıkları olmadığını söylüyorlar.
"Paramız yok ev bulmak için, ne yapalım abla" diyor Ali, sık sık gözlerini kaçırarak.
"Bizim orada bakkalımız vardı, öküzlerimiz, ineklerimiz vardı…" diye anlatıyor yarım kalmış bir başka hikayeyi.
İki kardeş de Suriye'de savaşın ortasında kalmadan önce okula gidiyormuş. "Burada nasıl okuyacağız, annemin bacağı yok, kim para kazanacak?" diyor Ali.
Sakalı, bıyığı yeni yeni terlemeye başlamış, ama ailenin yükünün omuzlarında olduğunun bilincinde.
Metroda barınmadıklarını söyleseler de yolculuklarının aslında ısınmak için olduğunu anlıyorum; durakta inip bir diğer vagona göç ediyorlar.
'Perişanız'Bir başka trende tanıştığım ailede, baba Muhammed henüz 19 yaşında. Dokuz gün önce eşi, annesi ve iki kızıyla Halep'ten kaçıp Türkiye'ye sığınmışlar.
Barınma şartlarını sormaya hazırlanırken, daha cümlem bitmeden "Perişanız" diye özetliyor içinde bulundukları koşulları Muhammed.
Aile, tanımadıkları birinin yardımıyla bir otelde kalmaya başlamış.
"Otel çok pis, yatak yok, battaniye yok, soğukta yerlerde yatıyoruz" diyor.
Buna rağmen odaya günde 60 TL veriyorlarmış. "Tuvalet içeride, sıcak su, ısınma yok" diye anlatıyor soluk almadan.
"Dünden beri açız" diyor; üstünü başını, yerlerde oynayan çocuklarını gösteriyor.
Muhammed "Suriye'deyken bakkalda çalışıyorduk" diyor yüzünde buruk bir ifadeyle. Sonra yüzü düşüyor, şimdi ailesini geçindirmek için simit, mendil sattığını anlatıyor.
Günde 15-20 TL kazandığını söylerken, "Geceye kadar çalışıyorum inan, bu kadar çıkıyor, o da otel odasına gidiyor" diyor. Sık sık "Paramız olsa da kiraya girsek" diye yineliyor.
İstanbul metrosunda konuştuğumuz, Suriyeli iki çocuğun babası, 19 yaşındaki Muhammed, 'çocuklarımla perişan olduk' diyor.
'Türkler çok iyi'
Şehrin büyüklüğü ve hayat şartlarının zorluğu Suriyeli ailelerin Türkiye'ye dair olumlu izlenimlerine yansımamış görünüyor.
Baba Muhammed barınma, yemek, kıyafet konusunda en büyük desteği komşularından, çevresinden gördüğünü ifade ediyor ve "Türkiye'de gelen geçen yardımcı oluyor. İnsanlar çok iyiler, merhametliler. Fukaraya bakıyor bu insanlar, valla…" diyor.
Halep'ten kaçıp ailesini İstanbul'a getiren Muhammed, izbe bir otel odasına günde 60 lira verdiklerini söylüyor.
Bunun yanında kapısını çaldığı Aksaray Belediye Başkanlığı'ndan aynı desteği görememiş ve "1,5 ay sonra gelin. Kimlik kartınızla gelin" yanıtını almış.
AFAD verilerine göre, Türkiye'de 1 milyon 600 bin Suriyeli sığınmacı var ve bunların yüzde 85'i kampların dışında yaşıyor, yoğun olarak da büyük kentlere göç etmiş durumdalar.
Sığınmacılarla çalışan dernekler, ailelerin özellikle kış aylarındaki barınma sorunlarına dikkat çekiyor.
Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD), bölgeden bölgeye ve ev sahibine göre değişmekle beraber; evlerin yıkık dökük, rutubetli, izbe olmalarına rağmen 300-700 TL gibi yüksek kiralara
Suriyelilere verildiğinin altını çiziyor.
Mevsimler, bu anlamda bir barınma döngüsü demek; yaz mevsimi evleri terk edip sokaklara düşmeyi, kışın ise kira ücreti yüksek, izbe evlere mecburen geri dönmeyi ifade ediyor onlar için.
SGDD Proje Koordinatörü Gizem Demirci, sokakta yaşayan sığınmacıların çok hareketli olduklarını, konar-göçer, göçebe tarzında bir hayat sürdüklerini vurguluyor; kamp dışındaki Suriyeli sığınmacıların ne kadarının hangi şartlarda barındığına dair verilere ulaşmanın zor olduğunu kaydediyor.
'Statü kaybı söz konusu'Gizem Demirci, ev ziyaretleri sırasında Suriye'deki şartlarla karşılaştırıldığında bu aileler için bir statü kaybı olduğunu da gözlemlediklerini de aktarıyor.
Demirci "Bu, Suriye'ye göre Türkiye'nin, özellikle İstanbul'un pahalılığıyla da ilgili" diyor ve ekliyor:
"Suriye'de bir kişi çalışır üç kişiye bakardı; şimdi üç kişi çalışıyor, beş kişiye bakamıyor. Sadece aile reisinin çalıştığı bir kültürden, eş ve çocukların da çalıştığı bir kültüre geçiş de var."
Bu statü kaybının yanında sığınmacıların büyük kentin zorlu yaşam şartlarında bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da savaş travmalarını atlatmaları zaman alacak gibi görünüyor.
Ertesi güne uyandığımda hava biraz daha aydınlık; karlar erimiş, soğuk etkisini kaybetmiş gibi.
Notlarımı gözden geçirirken, gözüm gazeteye takılıyor. Zeytinburnu'nda bir otomobil tramvay yolunda karşıdan karşıya geçmeye çalışan Suriyeli bir aileye çarpmış.
Suriye iç savaşından kurtulan anne hayatını kaybetmiş, savaştan İstanbul'a kaçırdığı iki çocuğu ise hastanede.
Suriyeli sığınmacılar için acı, ızdırap ve ölüm yaz, kış, savaş bölgesi ya da büyükşehir dinlemiyor.