ANKARA (İHA) - TBMM Genel Başkanı Bülent Arınç, "Demokratik bir ülkede 'gizli Anayasa, kırmızı kitap, derin Anayasa' gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli anti-demokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder" dedi.
Arınç, Türkiye'de bir rejim sorunu bulunmadığını, biran önce köklü bir Anayasa değişikliği yapmak gerektiğini belirterek, "Bu yüzden üzerimizdeki ölü toprağını atıp önce kenetlenmeliyiz. Geleneksel korkulardan kurtulmalıyız. Bu Meclis'in açıldığı günlerde olduğu gibi kucaklaşmalıyız, kol kola girmeliyiz ve büyük Türkiye hayali için yola çıkmalıyız. Türkiye'nin bir milada ihtiyacı vardır. Yeni bir başlangıca, yeni bir hamleye, yeni hedeflere ihtiyacı vardır. Geçen yüzyılın sorunlarını geçmişte bırakmanın vakti gelmiştir. Artık yeni yüzyılda, yeni bir Türkiye inşa etmek için ayağa kalkmalıyız. Artık milletimiz, devletin en önemli organları arasındaki kavgalardan yorulmuştur. Yaptığımız her şey tarihin sayfalarına kaydediliyor. Gelecekte hayırla, gururla, takdirle anılmak istiyorsak, bu fırsatı kaçırmamalıyız" diye konuştu.
TBMM Genel Kurulu, TBMM'nin açılışının 86. yılı dolayısıyla özel oturumla toplandı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de katıldığı, TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın yönettiği oturum, saat 14.00'da İstiklal Marşı ile açıldı. Ardından bir konuşma yapan Arınç, Türkiye'nin geçirdiği bir takım olağanüstü şartlarla kuvvet ayrımında bir denge sorununu oluştuğunun kabul edilmesi gerektiğini belirterek, "Bugün tüm dünyada geçerli olan parlamenter sistemin genel kuralları ülkemizde uygulansa da Meclis'imizin fonksiyonu, gücü ve yetkileri kısmen erozyona uğramıştır. Yine de Meclis'imiz, kendi uhdesinde uttuğu yasama ve denetim faaliyetlerini bugüne kadar başarıyla sürdürmüş ve diğer erklerin görev alanlarına müdahil olmaktan titizlikle kaçınmıştır. Ancak bugün Meclis'imiz, asıl görevi olan yasama ve denetim faaliyetlerini yaparken, diğer erklerden bir takım eleştiriler geldiğini görmekteyiz" açıklamasında bulundu.
Meclis'te kurulan araştırma komisyonlarının görevlerini Anayasa'nın 98 ve TBMM İç Tüzüğü'nün 104 ve 105. maddelerine dayanarak gerçekleştirdiğini hatırlatan Arınç, "Araştırma komisyonlarının çalışmaları, milletimizin adına kullanılan bir denetim ve bilgi edinme hakkıdır. Komisyonlarımızın çalışmaları yargılama anlamına gelmediği gibi yargının çalışma alanlarıyla da çakışmayan bir bilgi edinme faaliyetidir ve Anayasa'nın 138. maddesine aykırı değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarının yargı erkine bir müdahale olduğu iddiası hukuk temelli bir eleştiri değildir" dedi.
MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ'NE ELEŞTİRİ "Türkiye'de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve 'bürokratik iktidarın' güçlendiği 1960 yılından itibaren, Meclis'imizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, bu tür hukuki temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır" diyen TBMM Başkanı, "Anayasa'yı ve tüm kanunları yapan, Cumhurbaşkanı'nı seçen, hükümeti içinden çıkartan ve aynı zamanda denetleyen, savaş kararını alan ve ülkenin geleceğine yön veren bir kurumun, bugün sahip olduğu gücü ve yetkiyi tam olarak kullandığı tartışmalıdır. Kimi zaman çok önemli mekanizmaların dışında bırakılan Meclis'in fonksiyonları daraltılmıştır. Örneğin, ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve 'gizli Anayasa' diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin hazırlanılmasında, Meclis'imiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. Açıklanması ve yayınlanması tamamen yasak olan bu belgenin, son haline karar verildiği günün hemen ertesinde gazete manşetlerinde yer alması son derece dikkat çekicidir. Yine bu belgeden yola çıkılarak hazırlanan İç Güvenlik Strateji Belgesi'nin çete kurmaktan yargılanan kişilerin arşivinden çıkması, ne yazık ki devlet ciddiyetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bu belgenin, Meclis'imizin bilgisi ve denetimi haricinde hazırlanması, parlamentomuzun fonksiyonunun ve millet iradesine verilen değerin ne durumda olduğunu göstermektedir" ifadelerini kullandı.
Demokratik ülkelerde "gizli Anayasa, kırmızı kitap, derin Anayasa" gibi tabirlerin kabul edilemeyeceğini kaydeden Arınç, "Demokratik bir ülkede 'gizli Anayasa, kırmızı kitap, derin Anayasa' gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli anti-demokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder. Türkiye Cumhuriyeti'nin tek bir Anayasa'sı vardır ve yürürlüktedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi için kullanılan 'gizli Anayasa' gibi bir tanımın bazı çevreler tarafından üretildiğini ve resmi bir tanım olmadığını biliyoruz. Ancak böylesine bir tanım eğer kamuoyu tarafından kullanılıyorsa ve buna ciddi itirazlar gelmiyorsa, bu bazı kişilerin bilinç altında ülkemiz için nasıl bir yönetim biçimi olduğunu göstermektedir. Bu algının aslında sadece kamuoyunda değil, bazı siyasetçilerin bilinç alıntında olduğunu da üzülerek görmekteyiz. Maalesef her dönemde ülkemizin en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için yaşanan tartışmalarda, bazı kamuoyu önderleri ve siyasetçilerin ifadeleri, bilinç altında 'gizli bir Anayasa' olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır" değerlendirmesini yaptı.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ Arınç konuşmasında, Cumhurbaşkanı seçimine de değindi. "Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitmesine uzun bir zaman varken, yeni Cumhurbaşkanı'nın kim olacağını ve nasıl seçileceğini yoğun bir şekilde tartışmanın, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bir nezaketsizlik olduğunu belirtmek isterim" diyen Arınç, şöyle konuştu:
"Bundan üzüntü duymama ve bu tartışmalara girmekten imtina etmeme rağmen, yine de tartışmalarda bazı kişilerin Meclis'imizle ilgili beyan değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarınınnlarındaki yanlışlığa burada değinmeyi, Meclis Başkanı olarak bir görev sayıyorum. Ülkemiz, Meclis'imizin çıkarttığı bir Anayasa ile yönetiliyor. Tüm kanunlarımız bu Anayasa'ya uygun çıkartıldığı gibi yargı ve yürütme de yine mevcut Anayasa'mıza göre görevlerini sürdürmektedir. Bu durumda mevcut Anayasa'mıza göre, yeni Cumhurbaşkanı'nın hangi özeliklerde olması gerektiği, Meclis'imiz tarafından nasıl ve ne zaman seçileceği açıkça ifade edilmiştir ve bu herkesçe malumdur. Buna rağmen mevcut Anayasa'mız açısından hiçbir sorun yokken, yeni Cumhurbaşkanı'nı bu Meclis'in seçip, seçemeyeceğini tartışmak, Meclis'imizin meşruluk sorununu gündeme getirir ki bu asla kabul edilemez bir durumdur. Ülkemizin yönetilme biçimi, erkler arasındaki gücün kullanımı, meşruiyetlerin dayanak noktaları tartışma götürmez bir şekilde nettir. Bu konu Anayasa'mızın başlangıç bölümünde, 'Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu' açıkça ifade edilmiştir. Bu net açıklamaya rağmen bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedir. Hatta bazı kurumlar, reform çalışmalarına karşı direnmişlerdir."
Bazı kurumların tepkiler yüzünden kaldırılamadığını da kaydeden Arınç, "Ne ilginçtir ki artık işlevini yitirmiş, yıllardır sorun üreten bir kurumun kaldırılması, bu kurumdan ve elitist, anti-reformculardan gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Halkın büyük çoğunluğunun istediği bu değişikliğe karşın, yürütmenin azınlık anti-reformcuların talebini incelemesi, ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yüce Meclis'imiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez 'kurumların saltanatı' hüküm sürmektedir" diye konuştu.
Arınç konuşmasında özgürlüklerin genişletilmesinde, yasakların kaldırılmasında ve demokratikleşmede temel 2 zorunluluk bulunduğunun altını çizerken bunlardan 1.'sinin Anayasa'ya uygun olan Meclis'in karar alması, 2.'sinin ise milletin mutabakatı olduğuna dikkat çekti. "Yeni bir düzenleme yapılmasında, Anayasa değişikliğinde kurumların görüşünü almak başka bir şeydir, kurumların mutabakat şartını aramak başka bir konudur. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için sadece 'kurumların mutabakatını' arayan demokratik başka bir ülke yoktur" diyen Arınç, şöyle konuştu:
"Türkiye'de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım. Büyük Önder Atatürk'ün 'Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir' sözünü hayata geçirmek için bu Meclis saltanat kurumunu kaldırmış, düşmana karşı savaş vermiştir. Bundan sonra da bu ulvi ilke doğrultusunda Meclis'imiz görevini kimseye bırakmadan sürdürmeye kararlıdır. Anlaşılmaz bir şekilde özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların kaldırılması için yıllarca bu kurumların mutabakatı beklenir olmuştur. Ancak bazı kn değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarınınurumlar katılımcı demokrasinin gereği olan ortak akılda buluşmak bir yana, görüş alışıverişi için oluşturulan zeminleri bile reddetmektedir. Bu durumda bazı kurumların, 'katılımcı demokrasi' yerine, 'kurumsal saltanatı' Türkiye için uygun gördüklerini iddia etmek çok da dayanaksız olmayacaktır."
"ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ŞART"
Özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir Anayasa değişikliğinin zorunlu hale geldiğini de belirten Arınç, "Tartışılan tüm konuları içine alan, daha özgür, daha demokrat, daha güçlü, daha mutlu bir Türkiye'nin inşasında gereken Anayasa değişikliği için ortak bir akıl oluşturmak gerekir. Tüm kurum, kişi ve kuruluşlar bu değişiklik için görüşlerini özgürce ifade etmelidir. Ancak bir mutabakat aranacaksa, sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa, gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir. Yüce Meclis'imiz çatısı altında çıkartılan kanunlar tartışılırken, her meselenin rejim tartışmasına çekilmesi her geçen gün artmaktadır. Tarım alanında yapılacak bir düzenleme, Belediyeler Kanunu'nda yapılacak bir değişiklik, hayvancılık, turizm ve benzeri onlarca konu tartışılırken, konu aniden birileri tarafından rejim tartışmalarına getirilmiştir. Son olarak önemli konumdaki bir siyasetçinin, İstanbul'da bir eğlence merkezinin insanların ölümüne neden olan kaçak yapılarının yıkılmasını, 'rejimden ideolojik intikam almak' olarak değerlendirmesi durumun trajikomik yanını en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye'nin bir rejim sorunu yoktur. Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına bundan 83 yıl önce karar vermiştir. Bugün de Meclis'iyle hükümetiyle ve tüm organlarıyla aynı kararlılıkla yoluna devam etmektedir" diye konuştu.
"Ülkenin rejimine karşı bu kadar güvensiz olunamaz. Türkiye'nin rejimi her konu tartışıldığında sarsılacak, etkilenecek kadar zayıf değildir. Hiç kimse Cumhuriyet'ten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde değildir" diyen Arınç, "Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır. Laikliğin, Yüce Önder Atatürk'ün, Cumhuriyet'in, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu değerlere bağlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduğumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır. Dolayısıyla milli değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir. Milletimiz ulusal ortak değerlerin sahibidir ve kendi içinde büyük bir hoşgörüyle yaşamaktadır. Toplumumuz etnik kimliğine, inancına, kültürüne göre kimseyi dışlamamakta ve bir arada barış içinde yaşamaktadır. Ayrıca AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hala rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB'ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur" ifadelern değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarınınini kullandı.
Arınç, neredeyse tüm fikir ayrılıkların gelip dayandığın bir başka konunun laiklik olduğunun altını çizen Arınç, "Tartışmaların odağında yer alan ve nerdeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir başka konu da laiklik ilkesidir. Açıkça belirtmeliyim ki Anayasa'mızın değiştirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye'de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır. Kamusal alan, yurttaşların ortak meselelerini eşit ve özgürce tartıştığı alandır. Dolayısıyla her bireyin ayrım yapılmadan haklarının korunduğu, haklardan yararlandığı ve kendilerini özgür hissettiği bir alandır. Bu alanı güvence altına almak ve tüm yurttaşlarına eşitçe kullanım hakkı sağlamak devletin görevidir. Kamu yararı devletin değil, halkın yararına doğru genişletilmelidir. Devlet kamusal alanın sahibi değil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eşitliğin, adil paylaşımın ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını sağlamaktır. Kamusal alandaki özgürlüklerin ve hakların bir gruba, bir kesime kayması anında devlet koruyuculuğu devreye girer ve haksızlığı önler. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir. Anayasamızın değiştirilemez maddesi olan laiklik maddesi, ilelebet var olacaktır" değerlendirmesini yaptı.
DEĞİŞİMİ ANLAMANIN ÖNEMİ Ancak günün şartlarına, toplum yapımıza uygun olarak yorum farklılıklarını ortadan kaldırmak gerekir. Bu, laikliğin özünü değiştirmeyecek, bilakis toplumun bir arada daha uyum içinde yaşamasına katkı sağlayacaktır. Dünyada bir çok örneği olan laiklik uygulamasının, Türkiye'dekine benzer tek örneği sadece Fransa vardır. Orada bile laiklikten yola çıkarak hak ve özgürlükler bizdeki kadar kısıtlanmamıştır. Laikliği bir toplumsal barış ve uzlaşı mekanizması olarak algılamak gerekir. Laiklik, devletin inançlar karşısında tarafsızlığını zorunlu kılar. Bütün inançların kendisini ifade etmesine imkan vermek, bireylerin ibadet hürriyetini sağlamak laiklik ilkesinin temel işlevidir. Devlet, bu işlevi uygulayan ve tüm inançlara eşit mesafede davranan aygıttır. Sorun işte burada başlamaktadır. Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir. Bu çelişki yıllardır Türkiye'nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan işte bu çelişkidir."
Dünyanın büyük bir değişim içinde olduğunu, küreselleşmenin hızla ilerleyip dünyayı adeta küçük bir köye çevirdiğini, artık dünya siyasetinde oyununun kurallarının değiştiğini ifade eden Arınç, "Şimdi değişimi anlamayan, hayata geçiremeyen ülkeler, dünyada sadece kaderleri başkaları tarafern değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarınınından belirlenen figüranlar haline geliyor. Türkiye, dünya siyasetinin aktif bir üyesi, dengeleri değiştirecek bir ülkesi olmak zorundadır. Hiçbir dönemde pasif, edilgen ve boyun eğen bir devlet olmayı kabul etmeyen Türkiye, küresel siyaset aktörü olmak için hızla değişime ayak uydurmak zorundadır. Türkiye'nin bu gücünü ve potansiyelini gören çevreler bugün aktif durumdadır. Batı ülkelerinde sözde Ermeni soykırımını bahane eden çevreler, Türkiye aleyhine bir süredir kampanya yürütüyorlar. 24 Nisan'ı sözde soykırımın yıldönümü sayanlar, yarın yeniden bu karalama kampanyasını gündeme taşıyacaklardır. Üzülerek görmekteyiz ki, bazı dost ülkelerin parlamentoları ve hükümetleri bu karalama kampanyasına alet olmaktalar. Bu ülke parlamentolarının başkanlarına birer mektup göndererek Türkiye'ye karşı haksızlık yapılmamasını istedik. Yine de burada bir kez daha açıkça ifade etmek istiyoruz ki Türkiye'nin tarihinde utanılacak bir şey yoktur. Bizi işlemediğimiz bir suçtan dolayı mahkum etmeye niyetli olan ülkeler, bu Yüce Meclis'in gereken cevabı anında vereceğini unutmasınlar" dedi.
TÜRKİYE'DEKİ TERÖR OLAYLARI
Terör olaylarının son günlerde artış gösterdiğinin altını çizen Arınç, "Ülkemizin bütünlüğünü hedef alan bu terörist faaliyetlerinin tam da bu günlerde ortaya çıkması düşündürücüdür. Türkiye ne zaman güçlense, ne zaman bölgesinde etkin olmaya çalışsa, birilerinin maşası olan teröristler sahneye çıkıyor ve ülkenin gücünü zayıflatmaya çalışıyorlar. Ancak bu konuda başarılı olmaları mümkün değildir. Ordumuz, güvenlik kuvvetlerimiz ve devletimizin tüm unsurları, terörizme karşı büyük bir kararlılıkla görevlerinin başındadır. Tüm bu nedenlerden dolayı, artık iç politik çekişmelerden kurtulmak gerekir. Artık enerjimizi tüketen ve yıllardır ülkenin ilerlemesini engelleyen prangalardan kurtulmak gerekir. Teröre, uluslararası karalama kampanyalarına karşı, yani gücümüzü zayıflatmak isteyenlere karşı birlikte hareket etmek zorundayız. Ortak bir akla ihtiyacımız var. Ortak hayallere ve hedeflere ihtiyacımız var. Yıllardır kendi içimizdeki çekişmeler, kavgalar yüzünden kaybettiğimiz enerji ülkeye yeterince zarar verdi. Buna 'dur' demenin zamanı gelmiştir. Türkiye, tarihinin en önemli fırsatlarını yakaladığı bir dönemden geçmektedir" açıklamasında bulundu.
"Ülkenin en önemli değişim projelerinden bir olan AB üyeliğimiz yolunda artık çok kritik bir noktaya geldik" diye TBMM Başkanı Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:
"Türkiye'nin AB üyeliği tüm dünyada büyük bir açılımın işareti olacaktır. Müslüman bir ülke tarihte ilk defa AB üyesi haline gelecektir ki bu medeniyetler arası çatışma yaşanacağını iddia edenlere en güçlü cevap olacaktır. Öte yandan, krizlerle boğuşan bölgemiz açısından da Türkiye'nin konumu hayati önem taşımaktadır. Güçlü bir Türkiye, sadece kendi halkına değil, bölgesindeki tüm halklara huzur ve barış getirecektir. Türkiye'nin tarihi geçmişi, Balkanlardan, Kafkaslara kadar tüm ülkelerde derin izler bırakmıştır. Bu ülkeler geçmişin en güçlü ülkesi ve geleceğin parlayan yıldızı olan Türkiye'ye hala umutla bakmaktadır. Bunun son örneğini geçn değildir. Bu nedenle komisyon çalışmalarınıntiğimiz haftalarda, Meclisimizin ev sahipliğinde yaptığımız İKÖPAB toplantısında gördük. 47 ülkenin parlamento temsilcileri İstanbul'da yapılan toplantıda Türkiye'nin öncü gücünün önemini bir kez daha bize iletmiştir. Meclisimiz de iki ayrı deklarasyonun hazırlanmasına öncülük ederek, dünya barışı için tüm ülkelere önemli çağrılarda bulunmuştur. Bu nedenle bölge ve dünya barışı için Türkiye artık bir misyon üstlenmek zorundadır. Tarihin akışını barışa doğru değiştirecek bir güce sahipken, bunu kullanamayan bir ülkeden tarih de, gelecek kuşaklar da hesap soracaktır. Bu yüzden üzerimizdeki ölü toprağını atıp önce kenetlenmeliyiz. Geleneksel korkulardan kurtulmalıyız. Bu Meclisin açıldığı günlerde olduğu gibi kucaklaşmalıyız, kol kola girmeliyiz ve büyük Türkiye hayali için yola çıkmalıyız. Türkiye'nin bir milada ihtiyacı vardır. Yeni bir başlangıca, yeni bir hamleye, yeni hedeflere ihtiyacı vardır. Geçen yüzyılın sorunlarını geçmişte bırakmanın vakti gelmiştir. Artık yeni yüzyılda, yeni bir Türkiye inşa etmek için ayağa kalkmalıyız. Artık milletimiz, devletin en önemli organları arasındaki kavgalardan yorulmuştur. Yaptığımız her şey tarihin sayfalarına kaydediliyor. Gelecekte hayırla, gururla, takdirle anılmak istiyorsak bu fırsatı kaçırmamalıyız."