HABER

'Yeter artık! Ne olacaksa olsun!'

Türkiye'de etnik gerginlik tartışmaları yeniden alevlenirken, bölge halkları 'öteki' hakkında ne düşünüyor? Gazeteci Ayşe Karabat'ın Dörtyol'dan izlenimleri.

'Yeter artık! Ne olacaksa olsun!'

Ayşe Karabat

Hatay

"Durun gitmeyin. Onlar bizim kardeşimiz. Giderseniz çok kan akar. Böyle milliyetçilik..." diye bağırmıştı ki sözünü tamamlayamadan, ailesi olduğunu tahmin ettiğim beş altı kişi koşup orta yaşlı iri adamın önce ağzını kapattılar, sonra da eve doğru bin bir güçlükle sürükleyerek götürdüler.

Adamın önlerine çıkmaya çalıştığı grup, Hatay Dörtyol'da daha çok Kürtlerin yaşadığı Mezbaha mahallesine doğru slogan atarak yürüyen öfkeli kalabalıktı.

Bu gelişmeleri üç katlı bir apartmanın çatısında birlikte izlediğim bir grup kadın, ailesi tarafından susturulan adam hakkında bilgi verme ihtiyacı duydu, "Deli o... Akli dengesi yerinde değil..."

Adamın ailesi de bu arada birkaç yüz kişilik kalabalığa aynı şeyi söylüyordu; adamın hasta olduğunu...

Çatıdaki kadınlar eklediler: "Bizim gençleri bırakacaklar ki gösterecekler günlerini ana kuzularına kıyanlara..."

Aşağıda ellerinde sopalarla kalaslarla slogan atarak yürüyen, önlerinde polis barikatına "Bırakın bizi!" diye bağıran öfkeli kalabalığı alkışladılar sonra.

Yan sokakta deli olduğu söylenen adam hâlâ akrabaları tarafından zapt ediliyor, ağzını kapatan ellerden kurtulur kurtulmaz "Kardeşlik..." demeye çalışıyordu.

Deli olduğu iddia edilen adamın "Gitmeyin, kan dökülür." demeye çalıştığı gün Perşembe'ydi ve Hatay Dörtyol Pazartesi'den beri durulmuyordu. Dört polisin PKK'nın düzenlediği iddia edilen bir saldırıda öldürülmesinden sonra, faillerin yakalandığı yanlış söylentisi üzerine ilçe emniyet müdürlüğüne giden kalabalık, Barış ve Demokrasi Partisinin ofisini yakmıştı. Ertesi gün de Kürtlere ait olduğu bilinen bazı iş yerleri saldırıya uğradı, yakıldı. Perşembe günüyse, aralarında Genel Başkan Selahattin Demirtaş'ın da olduğu bir grup BDP'li Diyarbakır'dan Hatay'a gelmek için yola çıkmıştı. Oysa Hatay Dörtyol'daki gergin kalabalık BDP yetkililerini ilçeye sokmak istemiyordu. Yetkililer de BDP'liler girerlerse ilçede daha fazla karışıklık çıkacağını düşünüyorlardı. Sonuçta BDP konvoyu şehre sokulmadı.

Bütün bunlar olurken ve Türkiye Dörtyol'da olanları etnik çatışma, hatta iç savaş endişesi ve gerginliğiyle izlerken kasabada kim olursa olsun ya da kimden yana olursa olsun bir çok kişiden duyduğum cümle şuydu: "Yeter artık! Ne olacaksa olsun!"

Ama bu Dörtyol'da endişenin olmadığı anlamına gelmiyor.

Daha çok Kürtlerin yaşadığı Mezbaha semtinde rastladığım bir adam mesela, yeni evli olduğunu, eşinin Türk olduğunu ve bütün bu olanlardan sonra birbirlerini yarım saatte bir aramaya karar verdiklerini söylüyor. Sonra ekliyor, "Taa 1992'de bir arkadaşım bana Batı'da yaşayan Kürtlerin gün gelip oralarda rahat edemeyeceklerini ve geri dönmek zorunda kalacaklarını söylemişti." Konuşmalarımızı dinleyen biri araya giriyor: "Nereye gidelim, nasıl gidelim? Benim iki bacım buradan Türklerle evli. Onları geride bırakamam."

Burada konuştuğum birçok kişi ismini vermekten çekiniyor. Diyorlar ki burası küçük bir yer herkes birbirini tanır. Sonra söylediklerim yüzünden hedef olmayayım.

"Haklı isyan" Gerçekten de öyle. Dörtyol küçük bir yer. Çok verimli tarım toprakları var. Diyorlar ki buraya sopa saplasan toprağa, iki ayda yeşerir. Oysa benim gördüğüm sopalar daha çok öfkeli kalabalıkların elinde olan sopalar. Deniz kenarında olmasına rağmen kasabanın denizle neredeyse alakası yok. En yakın sinema bir saat uzaklıkta. Sosyal hayat çok zayıf. Gizli bir işsizlik var. Gün boyu gençlerin en çok yaptığı şey, kahvehanelerde oturup konuşmak. Yerel bir gazetecinde de dediği gibi, kahvehanelerde konuşulan konular daha çok başkaları hakkında hikayeler üretmek üzerine. Genç bir avukat diyor ki, burası düz, bisiklet binmeye müsait. Ama ben bisiklete bindiğim için dava alamadım. İnsanlar avukat bisiklete binmez dediler.

Şehir merkezinde bayraklara sarılmış bir biçimde toplanan kalabalığa karışıyorum. Önce konuşmak istemiyorlar. Basın kimliğimi gösterince önce teker teker kelimelerle sonra da hep bir ağızdan konuşmaya başlıyorlar:

"Kürtler buraya işçi olarak gelirdi. Şimdi hepsinin bağı, bahçesi var, dükkânları var. Nereden geldi bu para? PKK'nın parasını tefecilikle büyüttüler. Onlara erzak taşıdılar. PKK'dan bir sürü para alıyorlar. Bizim karılarımız kızlarımız evinde. Onların karıları kızları ellerinde PKK bayrağıyla Nevruz'a gidiyor. Bizim derdimiz Kürtlerle değil, PKK'ya yardım yataklık edenlerde. Sabır, sabır, nereye kadar sabır? Bizimki haklı bir isyan..."

Mezbaha mahallesinde de duyduğum sözler benzer: "Yeter artık! Nereye kadar? Sabrın da bir sınırı var."

Bu gecekondu mahallesinin girişine gençler bir pankart asmış: "Mezbaha isyandadır, Öcalan'a selamdadır."

Babasının dükkanı zarar gören biri, adı Remziymiş diyor ki, "Ben siyasete karışmadım bugüne kadar. Ama bundan sonra karışacağım. En radikal partiyi destekleyeceğim." 42 yaşındaymış, üç çocuğu varmış. Hepsi burada doğmuş, "Ama," diyorum "çocuklarınız buralı." "Yok," diyor. "Çocuklarım Diyarbakırlı."

Fısıltı gazetesi Şehirde fısıltı gazeteleri de çok hızlı çalıyor. Yok, numune mahallesi -ki yine Kürtlerin ağırlıkta olarak yaşadığı bir yer- basılmış, yok insanlara saldırı olmuş. Mezbaha mahallesinde birisi "Hadi gidip arkadaşlarımızı koruyalım." diyor. Kasaba merkezinde önüme çıkan kim olduğu belli olmayan biri diyor ki, "Şimdi karımla konuştum. Kürtler yürüyüşe geçmiş, yürürken bayrak asılı evlere saldırıyorlarmış." Gidip bakıyorum, yalnızca bir evin camları kırılmış. Peki o zaman bu söylentileri kim çıkartıyor?

Kasabada kimle konuşsam burada avcılık nedeniyle hemen herkesin silahı olduğunu söylüyor ve işin silaha dökülebileceğinden dem vuruyor.Süleyman Bey de bunlardan biri. "Ben de silah alacağım." diyor. Ailesi atılıyor, "Sen silah kullanamazsın!" "Olsun," diyor, "yine de düşünüyorum edinmeyi."

Neredeyse görünmez bir hatla artık birbirinden ayrılmış Kürt mahalleleriyle kasaba merkezi arasında kalan küçük bir dükkândan su alıyorum. "Ne olacak bundan sonra?" diye soruyorum. "Ne olacağı var mı? Birbirimizle ticareti, selamı sabahı keseceğiz." diyor bana. Ekliyor, "Biz Kürtlere bir şey demiyoruz. Ama bu şımarıklıkları artık yeter."

Görünmez yeşil hattı geçip Mezbaha mahalesine gidiyorum, orada da aynı soruyu soruyorum. Onların yanıtı da muğlak, "Ne olacağı belli değil, bakalım işimize gücümüze gidebilecek miyiz, her gün mahalleyi bekleyeceğiz artık."

Geri dönerken yolda Dörtyol'un Kaymakamı Hayri Sandıkçı'ya rastlıyorum polis barikatlarında. "İleri gelenleri toplayıp onlarla konuşacağım. Durumun düzeleceğini düşünüyorum." diyor. MHP'li Belediye Başkanı Fadil Keskin de aynı fikirde. "Halkımız her Kürdü PKK'lı sanmamalı, ama Kürtler de hassasiyetlere saygı göstermeli." diyor.

Mezbaha mahallesindekilere iş ortaklarının bazı akrabalarının Türk olduğunu hatırlatıyorum. Diyorlar ki, "Onlar iyi insanlar. Biz onları tanıyoruz. Cahiller yapıyor bu işleri." Aynı hatırlatmayı kasaba merkezinde yapınca da aynı yanıtı alıyorum. Diyorlar ki, "Onlar iyi insanlar. Onlardan endişemiz yok. Cahiller yapıyor bu işleri."

Aklıma, "Gitmeyin çok kan akar." diyen, ama deli olarak tanımlanan adam takılıyor.

En Çok Aranan Haberler