Bu hafta yayımlanan bir araştırma küresel düzeyde, doğum oranlarının insanlığın geleceğini etkileyecek hızda düşüş gösterdiğini ortaya koydu. Bu, bildiğimiz dünyayı radikal bir şekilde değiştirecek sonuçlar yaratabilir.
Washington Üniversitesi'nin sağlık istatistikleri bölümünden uzmanlar (Institute for Health Metrics and Evaluation) bugün dünya çapında ortalama 2,4 civarında olan doğum oranının, 2100 yılına gelindiğinde 1,7'ye kadar düşeceğini, dünya nüfusunun da 2064'ten itibaren düşüşe geçeceğini öngörüyor.
Gezegenin farklı bölgelerinde farklı kesimler değişimden farklı etkilenecek.
Doğum oranlarının düşmesi aslında ekonomik gelişmişlikle yakından ilgili.
Yoksul ülkelerde kadınların eğitim ve iş hayatına daha çok katılımı, daha iyi iş imkanları bulmaları ve doğum kontrolüne erişimin artması, daha az doğum, daha az çocuk ölümü demek.
Dolayısıyla düşük gelirli ülkeler için doğum oranları yaşam standartlarının yükselmesi anlamına gelebilir.
Her bir çocuğa gelirden düşen payın artması ile sağlık ve eğitim imkanlarının da gelişeceği söylenebilir.
Ama doğum oranları zaten yıllardır düşmekte olan ülkeler açısından bu düşüşün devamı yeni sorunlar yaratacaktır.
Bu ülkelerin yaş ortalaması yükselirken, çalışabilir aktif nüfusun, vergilerin azalması ile birlikte, büyüyen yaşlı nüfusun bakımı için neler yapılabileceğini planlaması gerekiyor.
İnsanların emekli olmak için daha uzun süreler çalışması gerekebilir.
Nüfusun yaşlanmasıyla ilgili en büyük kaygılardan biri, bu insanların yaşlandıklarında hasta ve sağlıksız olacağı öngörüsüne dayanıyor.
Ama tıpta ve bilimde sağlanan ilerlemeler ile insanların yaşam beklentisi yani ömrü giderek uzarken genel olarak "sağlıklı ömür beklentisi" de uzuyor.
Savaş gibi olağan dışı koşullar yaşayan Suriyecdışında dünyanın hemen her yerinde yeni doğan bebeklerin, çok değil yirmi yıl önce, 2000 yılında doğan bebeklere kıyasla, sağlıklı ömrünün beş yıl daha uzun olacağı öngörülüyor.
Ruanda'da yeni doğan bir bebeğin sağlıklı ömür beklentisi, 2000 yılında doğan birine göre ortalama 22 yıl uzadı.
Birleşik Krallık, Almanya, ABD gibi kişi başına gelir düzeyi daha yüksek ülkelerde aynı dönem içinde sağlıklı yaşam beklentisi bir ila üç yıl arasında artış gösterdi.
Bu nedenlerle Oxford Yaşlanan Nüfus Enstitüsü'nden profesör Sarah Harper yaşlanan nüfus konusundaki kaygıları abartmamak gerektiğini söylüyor.
"Yaşlanan yetişkinlerin sağlığı 20-30 yıl öncekilere kıyaslandığında bile çok daha iyi" diyen Harper'a göre yaşlıların daha uzun süreler sağlıklı bir şekilde yaşayıp çalışabilir ve gayet aktif bir hayat sürebilirler.
Oxford Üniversitesi'nden Dr Hannah Ritchie de, buna ek olarak, 50 yıl sonra iş yaşamının, çalışma koşullarının tamamen değişmiş olabileceğini de göz önüne almak gerektiğine dikkat çekiyor.
Doğum oranları ve yaşam beklentisi ülkeler bazında nüfusun artmasını ya da azalmasını belirleyen denklemin iki önemli unsuru ise, göç de üçüncüsü.
Nüfusu azalan ve yaşlanan ülkelerin başka ülkelerden genç nüfusu çekmeye çalışmaları gerekebilir.
Bunun sonucu olarak dünyanın göçün çok daha hızlandığı ve etnik ve kültürel olarak çok daha karışmış bir yer olması muhtemel.
4. Anne babalara destek artabilir
Geçmişte hükümetlerin nüfus artışını yavaşlatmak ya da artırmak için zorlayıcı önlemler aldığı vaki.
Örneğin anne babalara uzun ebeveynlik ve çocuk bakım izinleri gibi destekler sağlayan İskandinav ülkelerinde doğum oranlarının yükseldiği görüldü.
Dolayısıyla gelecekte nüfusu en hızlı azalan gelişmiş ülkeler, anne babalara daha cömertçe destek vererek doğum oranlarını artırmayı deneyebilir.
Hükümetler bunun yanında, emeklilik yaşını ileri çekip, çalışanlara çocuk yetiştirmek için bir dönem iş hayatından çekilip, bunu daha ileri yaşlarda çalışarak telafi etme imkanı da sağlayabilir.
Londra İktisat Fakültesi'nden (London School of Economics) Dr Tiziana Leone sağlıklı ömür ne kadar uzarsa uzasın yaşlı nüfusun artışıyla, bakım ihtiyacının da büyüyeceğini öngörüyor.
Dr Leone nüfusu yaşlanmakta olan ülkelerin sağlık ve sosyal bakım sestemlerinin bir krizle karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunuyor.
Bu tür ülkelerin giderek daha az çocuk ve doğum doktoruna ihtiyacı olacağını söylüyor, buna karşılık yaşlıların sağlık ve bakımını üstlenecek iş gücünün yetiştirilmesine şimdiden başlanması gerektiğine işaret ediyor.
Profesör Harper insan nüfusunun azalmasının çevre ve doğal yaşam açısından iyi olacağını düşünüyor.
Fakat Dr Ritchie, iklim değişikliğinde insan nüfusundan çok ekonomik büyümenin rolü olduğuna dikkat çekiyor.
Uzun vadede ekonomik yaşamın nasıl şekilleneceğini tahmin etmek zor.
Eğer nüfusun azalmasına rağmen tüketim artarsa, çevre tahribatı da azalmayabilir.
Aynı şekilde teknolojideki gelişmelerin nereye doğru evrileceği de önemli. Çevreye verilen zararı azaltacak teknolojilere yatırım yapılıp yapılmayacağı da nüfustan daha etkili bir faktör olabilir.