Bağa baxçaya çıxma vaktidir.
Ocağ, semaver yakma vaktidir.
Ş.U.
Bizim çocukluğumuzda öyleydi. Sağda solda parsellenip satılan arsalardan birini aldıktan sonra orada kerpiçten bir ev yapılırdı. Arkasına kavak ve meyve ağacı dikilir, önüne sebze kerdileri kurulurdu. Bahar yaz mevsimlerinde Devlet Su İşleri dairesinden belli bir bedel karşılığı alınan yeşil kartlarla su kanalını kontrol eden çırpaca başvurulur, ondan su randevusu alınırdı.
Çırpaç belirtilen günde bizim bahçeye giden kanalın kapağını elindeki anahtarla açar, bize belli bir süre için su verirdi.
Suyu almak ayrı, bahçeye ulaştırmak da ayrı bir sorundu. Eviniz, bahçeniz uzaksa kısa süre sonra suyun kesildiğini görürdünüz. Sizinle kanal arasındaki bahçe sahiplerinden biri, çoğu kez gecenin karanlığından yararlanarak suyu keser, kendi bahçesine, bostanına akıtırdı.
Dönüp suyun yönünün değiştirildiği yeri bulur tekrar bahçenize açardınız. Bazen seslenir, muhatap bulamayınca söylenirdiniz.
Ya bütün bunlara katlana katlana bahçelerinizi yeşil tutacaktınız ya da ağaçlarınızın, sebzelerinizin gözünüzün önünde kurumasına seyirci kalacaktınız.
Genellikle seyirci kalınamazdı. O güzelim yeşil ağaçların, sebze kerdilerinin solması, sararması evladınızın hastalanması gibi gelirdi size. Ne yapar eder o suyu getirirdiniz. İşiniz bittikten sonra da su hala akıyorsa yani çırpaç kaynağından kesmemişse en yakın komşularınızdan, tanıdıklarınızdan birine verirdiniz.
Mahalleler kalabalıklaşıp, caddeler genişleyip asfaltlandıktan sonra toprak su kanallarının bir kısmı beton olarak yenilenirken bir kısmı kapatıldı, kesildi, kullanılamaz hale getirilip ortadan kaldırıldı.
Hala bağ, bahçe derdinde olanlar hortum alıp şebeke suyu ile işini görmeye çalıştı.
Sonra da beton binalar, çok katlı binalar mantar gibi her taraftan fışkırınca artık bağ, bahçe kalmadı. Kavak ağaçları toprak evlerle birlikte değerini yitirdi, ekilip dikilmez oldu. Var olanlar kesildi.
Köpeğim Tarzan'ı başka bir mahallede rastladıklarında sahipsiz sanıp Belediyeciler öldürdüler. Haberim olduğunda çok ağladım.
Tavuklarımız, hindilerimiz, kazlarımız, ördeklerimiz ve tabii bütün bunlardan olan civcivlerimiz o süreçte birer birer ortalıktan silindiler. Bu tavuk, hindi işi bizim mahallelerimizde “kuş gribi” gündeme gelmeden on yıllar önce bitti.
Şimdi kenar mahalle çöplüklerinde öten horoz, eşinen tavuk gördüğümde o günler canlanır gözümün önünde. Onun için gider yürürüm o mahallelerde çocukluk günlerimin izlerini bulabilir miyim diye.
Kümes hayvanlarından önce evlerde beslenen inekler azalıp ortalıktan kalkmıştı. Ahırlar, kermeler, tezekler ortadan kalkmıştı. Komşudan alıp büyük bir keyifle içtiğimiz, yoğurt yaptığımız doğal sütler bitmişti.
Bu aylarda artık yemeklerimiz sobanın üzerinde değil bahçede kurulan taş ocakların üzerinde pişerdi. Çevreden topladığımız çalı, çırpı çıtır çıtır yanardı ocaklarda. Bazı aileler çocuklarını orada ısıttıkları su ile bahçeye getirdikleri sac leğenlerde yıkarlardı.
Sonra bahçelerin birinde semaver yakan evin hanımı konu komşuyu çağırırdı. Birkaç evin hanımları, nineleri, gelinleri ellerindeki işleri de alır gelirlerdi. Kimi dantelini, kanaviçesini kimi örgüsünü getirirdi. “Çay nedir, say nedir” sözü orada tam olarak anlamını bulurdu.
Havadan sudan başlayan konuşmalar çok özel konulara (o özelin ciddi bir derinliği genellikle yoktu), dedikodulara değer, şakalaşmalarla kıkırdaşmalarla az da olsa bazen kırgınlık ve söz düellolarıyla devam ederdi. Kadınlar kimi konuları konuşurken biz çocukları çevrelerinde istemez “haydi gidin oynayın” “gidin bize şunu, bunu getirin” diye yanlarından uzaklaştırırlardı.
O zamanlar denize gitmeye ihtiyaç duyardık ama kıra, pikniğe gitmeye ihtiyaç duymazdık. Kır ve piknik zaten bizim bahçelerimizdeydi.
Kaysının çiçek, tomurcuk, çakala ve sarı, tatlı meyve olma süreçlerini izler, pek çoğumuz çakala halindeyken yeşil yeşil koparır yerdik.
Evet, yoksulduk. Evet, kalabalıklaşan ailelerdik. Evet, kendimize göre sorunlarımız vardı.
Kafalarımız sık sık kırılırdı. Dişimiz ağrıdığında çürüğün derecesine bakılmadan çekilir elimize verilirdi. Ayakkabılarımız bazen lastik, bazen naylondu. Harçlığımız beş kuruş ya da on kuruştu ve o harçlıkla çoğu kez yalnızca iki bisküvi bir lokum alabiliyorduk ama mutluyduk.
Babam taksitle bir dikiş makinesi alıp paytonla eve getirdiği gün annem de çok mutlu olmuştu. Sonraki zamanlarda biz erkeklerin pijamalarımızı hatta iç çamaşırlarımızı ve tabii kendi basma, pazen elbiselerini hep o makine ile dikmişti.
Mayıs ayını devirdikten sonra deniz mevsimi açılırdı. İskele Mahallesindeki şimdiki çarşı olan yerin önemli bir kısmı yeşil alan, ağaçlık ve bahçelerdi. Kadınlar oralara denize gider, ağaçlara salıncaklar kurar, belli yerlerinde de yıkanırlardı. Kadınların ve erkeklerin yıkandıkları yerler farklıydı. Ailenin yıkandığı yere erkekler yaklaşınca onları korumak durumunda olan kişi “gelmeyin, burada aile var” diye bağırırdı.
Öküz arabalarıyla birkaç aile Van Kalesinin yakınındaki sahile yani o zamanki adıyla “Edremit Suvağı”na denize gittiğimizi hatırlıyorum. Yol boyunca öküz arabasının tahta tekerleklerinden çıkan gıcırtı bugünkü gibi kulaklarımda.
Şamranaltı Mahallesindeki Fidanlık da o zamanların gözde denize girilen yerlerinden biriydi. O zamanlar resmi bir kurum olan Fidanlığın denize yakın bahçeleri önemli piknik, deniz alanlarındandı.
O vakitler oraları dolduran insanların çoğu şu anda aramızda değil. İskele'deki sözünü ettiğim bahçelerden artık eser yok. Oralardaki ağaçları ya yükselen sular yuttu ya da kesildiler ve yerlerine binalar dikildi.
Fidanlık da bildiğim kadarıyla özelleştirildi ve o eski piknik alanlarındaki kavak ağaçlarının çoğu çeşitli nedenlerden ötürü kurudu. Uzun zamandır gitmediğim için şimdiki durumunu bildiğimi söyleyemem.
“Edremit Suvağı”na hala giden var mıdır bilmiyorum.
Şimdi pek çok evde araba olduğu için, toplu taşım araçları arttığı için ve şehre yakın yerlerde kapalı bir havza olan Van Gölü çeşitli şekillerde kirlendiği, şehrin atık suları oraya aktığı için insanlar merkezden uzak yerlerde denize girmeyi tercih ediyorlar.
Edremit'ten Gevaş'a hatta daha ötesine, öteki taraftan da Amik, Molla Kasım ve başka suyu temiz yerlere akın ediyorlar. Oralarda kurmuş oldukları yazlıklarda sıcak ayları geçiriyorlar.
Mayıs eski Van'a leylaklarla, akasya ağaçlarının çiçekleriyle, arılarla, kelebeklerle gelirdi. Bol sebzeyle gelirdi. Salyangozlarla, kurbağalarla gelirdi.
Van Gölünden tatlı sulara akın eden ve o en savunmasız anlarında yakalanan, mahalle aralarında üç tekerli arabalarla bol miktarda satılan, alınıp salamura yapılan, tuzlanıp kurutulan Van Balığı ile gelirdi.
Bahçe ve bostanlarını tepen, eken, sulayan, kaxank yapan insanların bostanlara, tarlalara çıkmalarıyla gelirdi.
Bahar Haçorttan, Şamranaltından, Sıhkeden, Haraba Mahalleden, Erek Dağından gelirdi.
Köylerden çarşıya yağan otlu peynirlerle, tereyağlarıyla, camuş yoğurtlarıyla gelirdi.
Yine aylardan Mayıs. Yine aynı şehirdeyiz.
Yukarıda saydıklarımın pek çoğunu artık görmüyoruz. Şehrin makine sesleriyle, egzos gazlarıyla, uğultusuyla, beton, asfalt, parke taşı yol ve kaldırımlarıyla muhatabız.
Çok daha iyi ayakkabılar, giysiler giyiyor, çok daha rahat ve konforlu yerlerde yaşıyoruz. İyi yiyin içiyor ve tabii iyi hastalanıyoruz.
Kimyasal deterjanlar, kimyasal atıklar, kimyasal ilaçlar ve gübreler kimi şeyleri kolaylaştırıp bollaştırırken kimilerini ciddi anlamda tehdit ve hasta ediyor. Artık doğal tohum yerine ehilleştirilmiş tohum kullanılıyor bu yolla ürünlerin dayanıklılıkları, miktarları arttırılıyor. Evlerin organik atıkları artık bostanlarda doğal gübre olarak kullanılamıyor. Onlar da artık hem yoğun kimyasal baskısı altında hem de artık önce arıtma tesisine sonra da göle akıyor.
Bütün bunlara rağmen kimilerine göre geçmiş zamanlara göre rahatımız yerinde ve keyfimiz gıcır.
Onlara çok kulak asmıyoruz ve nedense kendi kendimizle kaldığımızda her geçen yıl daha fazla o eski Mayısları özlüyoruz.
Bunca rahatlığa rağmen bu özlem neden, bilmiyoruz.
02.05.2013
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz