Türk sinemasının yönetmenlerinden Şahin Gök hayatını kaybetti. Gök yarın Teşvikiye Cami'nde düzenlenecek cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlanacak.
Kan Çiçeği, Eskici ve Oğulları, Kızılırmak Karakoyun, Ponente Feneri gibi filmlerin yönetmenliğini yapan Şahin Gök, 61 yaşında hayatını kaybetti. Aynı zamanda Film Yönetmenleri Derneği kurucu üyelerinden de olan yönetmen Şahin Gök'ün cenazesi 23 Nisan Salı günü Teşvikiye Cami'nde kılınacak öğle namazı sonrası Feriköy Mezarlığı'nda toprağa verilecek.
1952 yılında Siirt'te doğan Şahin Gök, Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi. İlk filmi Kurban Olurum'u 1980 yılında çekerek Yeşilçam'ın en zor yıllarında sinemaya yönetmen olarak adını yazdırmayı başardı. 20’yi aşkın sinema filmine imza atan Şahin Gök'ü Kan Çiçeği, Eskici ve Oğulları, Kızılırmak Karakoyun, Ponente Feneri, Siyabend-ü Xece, Drejan ve Son Cellat gibi önemli filmleriyle tanındı. Kendine has duruşuyla sinema dünyasının en renkli simalarından olan Şahin Gök çok sayıda önemli televizyon dizisinin de yönetmenliğini üstlenmişti.
Onun öyküsü bir senaristin aklına gelse merakla izlenen bir film olurdu. Ama yaşadığı hayat kurgu değil, her anı "gerçek"... Murat Sümer, 1970'li yılların geleceği en parlak genç oyuncularından biriydi... Onu İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde öğrenciyken, Vakko'nun kurucusu Vitali Hakko keşfetmişti. Bir süre mankenlik yaptı; sonra da fotoroman yıldızlığı... İşte Sümer'in Yeşilçam'dan oradan da Almanya'da bahçıvanlığa uzanan öyküsü..
O dönem çok gözde olan fotoromanlarda oydıktan sonra Yeşilçam'a geçti Sümer... Önce küçük rollerde göründü. Genellikle o dönemde gözde olan avantür filmlerde rol aldı. Ama görünüşü yüzünden hep temiz aile çocuklarını canlandırdı.
[
**
Hülya Koçyiğit, Ayhan Işık, Kartal Tibet, Tanju Gürsu, Tanju Korel ve Erol Taş gibi efsane isimlerle birlikte kamera karşısına geçti.
Siyah Eldivenli Adam'da Kartal Tibet'in kız kardeşinin nişanlısı rolünü üstlendi. İlk büyük rolü Tanju Gürsu ile kamera karşısına geçtiği Tek Kollu Bayram'da oldu.
1974'de Erol Taş'la birlikte Grizu adlı sosyal içerikli kısa metraj bir filmde oynadı.
Bu filmle Cannes Film Festivali'ne katıldı. 1978 yılında Murat Sümer'in hayatını değiştirecek gelişme meydana geldi.
Sevgilisinin peşinden Almanya'ya gitti. Önce bir süre Münih'te kaldı sonra da Hamburg'a geçti. Ve bir daha Türkiye'ye dönmedi.
Murat Sümer, şimdi 65 yaşında ve iki kızı var... Hayatını kentte bahçıvanlık yaparak kazanıyor... "Yaptığım işten hiç gocunmuyorum" diyor Murat Sümer ve öyküsünü şöyle özetliyor: "Maceracı bir ruhum vardı. Birkaç haftalığına gezmeye geldiğim Almanya'da kök saldım. Şimdi bahçıvanlık yaparak kendimin ve üniversiteye giden kızlarımın geçimini sağlıyorum. Bundan gocunmuyorum. Çalışmak ayıp değil. Ama açıkçası tekrar bir filmde oynamayı çok isterdim. Film dünyasına bir bulaşan bir daha kurtulamaz."
Bu öykü ise Türkiye'de başlayıp Hollywood'a uzanıyor ve İstanbul'da bir SSK hastanesinin koridorunda sona eriyor..
Öykünün kahramanı Romanya doğumlu bir Tatar kızı Nejla Ateş... Fakirlik içindeki öyküsü İstanbul'dan Mısır'a, oradan Paris'e ve ABD'ye uzanıyor... Ve bu öykünün içinde göz kamaştıran değerli takılar, bankadaki 1 miyon dolar servet, altın anahtarlı bir Cadillac'ın yanısıra Feriköy'deki penceresiz bir müştemilat odası da var.
Nejla Ateş 1950'li yıllarda Hollywood'un en ünlü dansçılarından biriydi. Ama onu izleyen kuşaktaşlarının anlattığına göre "ne danslardı onlar." Bütün dünyanın "Türk lokumu" olarak tanıdığı Ateş, bugün Dita Von Teese'in başını çektiği burlesk dans denilen türün 50'lerdeki en ünlü temsilcisiydi...
Sinbad'ın Oğlu, King Richard and Crusaders gibi filmlerdeki dans sahneleriyle hafızalara kazınmıştı Ateş. Dünyanın en ünlü kulüplerinde nefes kesen gösteriler yaptı.
Sonunda 39 yaşındayken yolu İstanbul'a düştü. O sıralar yeni açılmış olan Kazablanka'da sahneye çıkmaya başladı. Ama yenilik peşindeydi ve üniversiteli gençlerin kurduğu Olimpikler adlı fiziksel gösteri grubunu da şovuna dahil etti. İşte ne olduysa ondan sonra oldu.
O grubun içindeki Özer Baysaling ile aralarında tutkulu bir aşk doğdu. Ateş 39, Baysaling ise henüz 24 yaşındaydı o sıralarda. Genç adamın ailesi bu birlikteliğe karşı çıktı.
Ama Baysaling kararlıdır sevdiği kadını bırakmamaya. Ailesinin şartını söyler "sahneye veda edeceksin." Ailesi oğullarının kendinden büyük hem de dansöz bir kadınla birlikte olmasını istemez. Broadway sahnelerinde, Paris kulüplerinde yıldız olan Ateş hiç düşünmeden kabul eder kabul eder bu isteği.. Gümüşsuyu'ndaki lüks bir dairede yaşamaya başlarlar. Ama paralar yavaş yavaş biter. Son elmas yüzük de satılır. Bir ara beş paraları yokken Hilton otelinde kalırlar. Otelin parasını kürkünü satarak öder Nejla Ateş. Bu arada Ateş alkole bağımlı hale gelir. Kıskançlık kavgaları da bir yandan. Sonunda Özer'in okulu bitirmesine karar verip o zamana kadar ayrılırlar.
Nejla Ateş Feriköy'de ablasının gecekondusunda yaşayacaktır. Sonra Baysaling ve Ateş gecedondunun arkasındaki camsız, kapısız ve sobasız bir müştemilata taşınırlar. Yiyecek ekmekleri bile yoktur artık. Baysaling bir iş bulunca bir bodrum katına taşınırlar. Bu arada Özer Baysaling hukuk fakültesini bitirir ve avukatlık yapmaya başlar. Vücut geliştirmede milli takımlar baş antrenörü olur Yaşadıkları kıskançlık krizlerini ihanetlere rağmen aşkları hiç bitmez.
İlişkilerinin 15'inci yılında Necla Ateş 54, Özer Baysaling 39 yaşındayken resmi nikah kıyarlar... Bu filmlere konu olabilecek aşk Özer Baysaling'in kaleme aldığı ve 5 yıl önce çıkan Ateş Dansı adlı kitabın sayfalarına taşınmıştı. Nejla Ateş'in yaşamı ise 2005 yılında İstanbul'da SSK hastanesinde sona erdi.
Usta edebiyatçı Rıfat Ilgaz'ın yarattığı ünlü yönetmen Ertem Eğilmez'in beyazperdeye taşıdığı Hababam Sınıfı Yeşilçam tarihine geçen serilerden biri. Elbette bu serinin oyuncuları da.. Bazıları zaten yıldızdı bu seri ile şöhretleri iyice arttı. Bazıları da bu seriden sonra bir türlü istediği çıkışı yakalayamadı. Tıpkı seride Hayta İsmail'i canlandıran Ahmet Arıman gibi.
Hababam Sınıfı serisinden sonra bir kaç filmde daha rol alan Arıman ya da daha çok bilinen adıyla Hayta İsmail artık kameraların önünde değil.
Aynı zamanda müzisyen olan Arıman hayatını Bakırköy'deki bir düğün salonunda müzik yaparak sürdürüyor.
Bu siyah- beyaz fotoğrafta Kenan Pars'ın yanında duran genç kadını aslında çok iyi tanıyorsunuz... Ama bir film yıldızı olarak değil ünlü hayvan hakları savunucusu Panter Emel olarak... Eğer Panter Emel ya da gerçek adıyla Emel Yıldız olmasaydı belki de Yeşilçam'ın Sultan'ı Türkan Şoray da olmayacaktı...
Şoray, anne ve babası boşanında annesi ve kızkardeşiyle birlikte Karagümrük'e taşındı. İşte Şoray'ın kaderi de bu dönemde ev sahiplerinin kızı Emel Yıldız sayesinde değişti.
Bir gün Emel Yıldız film setine giderken Şoray da onunla birlikte gitti. O dönemde henüz 15 yaşındaydı.
Emel Yıldız, o sıra “Köyde Bir Kız Sevdim” adlı filmin başrolünde oynayacaktı. Şoray sette otururken Türker İnanoğlu'nun dikkatini çekti ve ikili tanıştı.
İnanoğlu Köyde Bir Kız Sevdim filminin başrolü için Türkan Şoray’ın daha uygun olacağına karar verdi ve Şoray da böylece Yeşilçam'a girmiş oldu. Emel Yıldız bir başrolü kaybetmiş oldu ama Yeşilçam uzun yıllar tahtından inmeyecek bir yıldız kazandı...
Emel Yıldız, Fatma Girik'in de Yeşilçam'a girmesine önayak oldu..
Yeşilçam'ın yaşayan efsanelerinden biri Münir Özkul...
İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Bakırköy Halkevi'nde tiyatroya başladı. İstanbul ve Ankara Devlet tiyatrolarında ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynadı.
Tiyatro Ses, Küçük Sahne, Sadri alışık tiyatrolarında sahneye çıktı. Ama sinemadaki şöhretini 1950'leren itibaren rol almaya başladığı sinema filmleriyle elde etti. O her zaman Yeşilçam'ın en olgun, en mütevazı en babacan karakterlerini canlandırdı.
Özkul, aslında hem özel hayatında hem meslek hayatında da canlandırdığı karakterler kadar mütevazı oldu hep.. Öyle ki yıllar önce, parası olmayan bir yapım şirketinin filminde 20 paket sigara ve 1 çakmak karşılığı oynadığı bir efsane gibi anlatılır...
Onun öyküsü de bir Yeşilçam melodramı olabilecek türdendi. Sessiz sedasız yaşadı, bir çok filmde yardımcı roller için kamera karşısına geçti... Hiçbir zaman spot ışıklarının üzerine çevrildiği bir yıldız olmadı.. Kariyerini istikrarlı ama sakin bir biçimde sürdürdü. Sonunda da tıpkı yaşadığı gibi sessiz sedasız bu dünyaya veda etti... Ölümü ise gazetelerde tek sütuna bir kaç satırlık haber oldu... İşte Yeşilçam'ın 41 yıllık emektarı Hülya Tuğlu'nun öyküsü...
Türk sinemasının efsane filmlerinden Selvi Boylum Al Yazmalım'da canlandırdığı Dilek rolüyle hafızalara kazınan Hülya Tuğlu geçtiğimiz günlerde yaşama veda etti.
64 yaşındaydı Tuğlu... 1969 yılında Üç Namus Bekçisi adlı filmle sinemaya adım atmıştı.
Dile kolay tam 41 yıldır Yeşilçam'ın içindeydi... Belki Yeşilçam'ın en parlak yıldızlarından biri olmamıştı. Ama sarı saçları, mavi gözleri ve elbette yeteneğiyle bir dönemin aranılan yardımcı oyuncularından biriydi.
Kimi zaman sinema filmleri için kamera karşısına geçüi, kimi zaman TV dizileri için. Küçük Sevgilim, Sinderella Külkedisi, Ekmekçi Kadın gibi filmlerde rol aldı Tuğlu..
2004'te Melekler Adası, 2006'da Kaybolan Yıllar, 2007'de de Vazgeç Gönlüm adlı TV dizileriyle ekrana geldi. Kısa bir süre önce de son nefesini verdi Hülya Tuğlu.
Türk sinemasının sessiz kahramanlarından biriydi, bu dünyadan göç edişi de tıpkı meslek yaşamındaki gibi sessiz sedasız oldu.. Hülya Tuğlu, Feriköy Mezarlığı'nda son yolculuğuna uğurlandı..
Artık yeni bir hayata başlamıştı hatta yeni bir adı bile vardı: Muhterem Kısa idi artık o. Bir yandan ortaokula giderken bir yandan da fabrikada çalışmaya başladı. Günde 1 lira alıyordu bu çalışması karşılığında. Sonra bir gün gezmek için Beyoğlu'na çıktı ve o gezinti onun kaderini de değiştirdi.
İstiklal Caddesi'nde yürürken bir yapımcının dikkatini çekti. Ertesi gün onun için Yeşilçam denilen hayal dünyasının kapıları açılmıştı... Fabrikadaki işinden ayrılıp günde 5 lira ücretle filmlerde figüranlık yapmaya başladı. Yıldızı parlayıncaya kadar da 20'nin üzerinde filmde küçük roller oynadı.. Derken onu bütün Türkiye'ye tanıtacak olan Üç Arkadaş filminde başrol üstlendi.
Filmde kör bir genç kızı canlandıran Muhterem Nur, bebeksi güzelliği ve naif rol yeteneğiyle bir anda sinema tutkunlarının kalbinde yer etti. Sonra da kariyerinde hızlı bir yükselişe geçti.. Bu arada etrafında da epey geniş bir hayran kitlesi oluştu. İlk evliliğini dönemi aktörlerinden Işık Kaan ile yaptı. Ama sonu mutsuzluk oldu...
Ondan ayrıldıktan sonra da hayatına çok sayıda erkek girdi.. Memduh Ün, Cihat Aşkın, Yılmaz Duru, Efkan Efekan, Ümit Utku onun hayatına giren ünlülerden bazıları. 1950’li yılların ikinci yarısından sonra fırtına gibi esen Muhterem Nur, 1960’ların başında da tam bir stardı. Sadece 1959 yılında 7 film çekti Muhterem Nur.. Bu sayı 1960 yılında ise 57'ye çıktı. O dönemde film başına 15 lira alıyordu Nur.
Bir dönem Yeşilçam'ın en parlak yıldızıydı Muhterem Nur... Ve hatırı sayılır bir para kazanıyordu... Ve bir o kadar da korkusuzca harcıyordu kazandıklarını... Bir çok sanatçının düştüğü yanlışa düşmüştü o da...Bu durumun hep böyle süreceğini sanıyordu.
Ama öyle olmadı... Sıkıntılı günler yaşadığı dönemde bu durumu "Bütün paramı gece hayatında asalaklarla harcamışım" diye dile getirecekti Muhterem Nur... Para musluğunun hep açık kalacağını sanan Muhterem Nur, yanıldığını anlamıştı.. Biraz geç de olsa... Simit alacak parası bile olmadığı bir bayram günü hissettiklerini şöyle anlatmıştı Muhterem Nur:
"Bir bayram günü, herkes bayram yaparken, ben bir simit bile alamayacak kadar parasızdım. 1972 yılıydı. O zaman anladım ki, gerçek dostum hiç olmamış. Rol istiyor zannetmesinler diye filmcilerin sokağından bile geçmiyordum. Sinema sıkıntıya girmişti, sahneye geçtim. Hayatımdaki Anadolu günleri böyle başladı. Dansözlük yaptım, şarkı söyledim."
Eşi Işık Kaan'dan boşandıktan sonra bir türlü hayatını düzene oturtamayan Muhterem Nur, şöhretini de yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Maddi sıkıntıları da artık başa çıkamayacağı boyuta ulaşmıştı.. Sonunda ödeyemediği borçları yüzünden 1967 yılının Mart ayında 10 gün hapis yattı.
Maddi açıdan sıkıntılı günler yaşadığı dönemde pavyonlarda çalışmaya başladı Muhterem Nur. Önce dansözlük yaptı sonra şarkıcılık. Ama sonra Müslüm Gürses'le tanıştı ve hayatını aşk sayesinde yeniden şekillendirdi.
15 Mayıs 1944'te Mersin'de dünyaya gelen Birol Işın'ın filmlere konu olacak bir yaşam öyküsü var. Küçük yaşta ailesini yitirince akrabalarının yanında kalan Işın sinemayla Adana'ya çekim için giden bir film ekibi sayesinde tanıştı. Gördüklerinen etkilenince film yıldızı olmak için 1958 yılında İstanbul'a geldi. Hem de yaya olarak.
Henüz 15 yaşında olan Işın, soluğu Beyoğlu'nda bir otelde aldı. İstanbul'a gelişinin hemen ertesi gün bir film şirketinin kapısında bekleyip sete giden bir minibüse gizlice bindi. Bu deneyim onun sinemanın büyüsüne iyice kapılmasına yol açtı. 1968 yılında Türkiye'de ilk yerli fotoromanı yayınlayan Birol Işın, Elziliş ve Diriliş gibi filmleri yönetti.
Işın'ın trajedisi aslında yıllar önce başladı. Oğlu Finlandiya'ya kızı da Almanya'ya yerleşen Işın eşinden de ayrılınca bunalıma girdi.
Ekonomik durumu da kötüye giden Işın 2005 kışında sokakta donmak üzereyken bulundu.
Ona Kayışdağı Darülaceze Müdürlüğü'nün sahip çıktı.2007'de Yaşam Evleri projesi kapsamında Beyoğlu Sururi Mahallesi'ndeki bir apartmanın giriş katındaki evine yerleştirildi. Kızı arayıp bulamayınca polise haber verdi ve cesedi bulundu. Kızı arayıp bulamayınca polise haber verdi ve cesedi bulundu.
Bir zamanlar, milyonlarca Türk kadınının görüntüsünü taklit etmeye çalıştığı bir yıldızdı Belgin Doruk. İncecik topuklu ayakkabıları, kabarık etekleri, kabarık siyah saçları ve çekik gözleriyle bugün belli bir yaşın üzerinde olan kuşağın idolüydü. O siyah- beyaz Yeşilçam'ın 'küçük hanımefendisi'ydi...
1936 Ankara doğumlu olan Belgin Doruk, 1952'de henüz bir ortaokul öğrencisiyken Yıldız Dergisi ve İstanbul Film'in açtığı yarışmayı kazanarak sinemaya adık attı. Aynı yarışmayı Doruk'un uzun yıllar rol arkadaşlığı yaptığı Ayhan Işık ve Mahir Özerdem de kazanmıştı. Zeki Müren'le Son Beste, Kırık Plak, Hep O Şarkı, Bahçevan, İstanbul Kaldırımları, Hayat Bazen Tatlıdır'ın da aralarında bulunduğu bir çok filmde rol aldı.
Ayhan Işık ile iyi bir ikili oluşturdu ve birlikte çevirdikleri 'Küçük Hanımefendi' serisi çok tutuldu. Melodramların ve duygusal güldürülerin değişmez oyuncusu oldu. 1970'te yapılan 2. Adana Film Festivali'nde 'Yuvanın Bekçileri' filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. 1975'ten sonra sinemadan ayrılan sanatçı, 26 Mart 1995 yılında İstanbul'da hayata veda etti.
Önce yönetmen Faruk Kenç ve yapımcı Özdemir Birsel ile evlilik yapan Doruk'un hayatı trajedilerle ve zorluklarla geçti. Kendisinden 30 yaş büyük bir adama, ilk eşi Faruk Kenç'e aşık olup evlendi Doruk. Atlar, köşkler, yatlar, katlar, binbir çeşit kostümler içinde yaşarken başka bir genç adama aşık oldu ve çöküşün başlangıcını yaşadı.
İkinci eşiyle oturduğu eve icra memurları geldi. Varını yoğunu alıp götürdüler. O da kızının evinden getirdiği eski koltuklarla idare etti.
İkinci eşinde de aradığı mutluluğu bulamadı Belgin Doruk. Eşinin iş gereği sık sık seyahate çıkması yüzünden kendisini kopkoyu bir yalnızlığın içinde buldu.
Doruk 1970'li yılların başında dönemin en ünlü gazinosu Çakıl'da sahneye çıkmaya da hazırlanmış. Ama söyleyeceği şarkının sözlerini unutunca bu hayali de suya düşmüş. Doruk inişli çıkışlı hayatı boyunca bir çok zorluğa göğüs germek zorunda kaldı.
Yaşadığı güçlüklerin etkisiyle aldığı fazla kilolardan kurtulmak için anfetaminli ilaçlar kullandı. Ama bu ilaçlar sinir sistemini alt üst etti. Daha fazla kilo almaya başladı. Sonradan "dostum oldu" dediği yalnızlığı fazla uzun sürmedi Doruk'un. 26 Mart 1995'te hayata gözlerini yumdu. Geride eski İstanbul'un Arnavut kaldırımı sokaklarındaki topuk sesleri ve çoğu siyah- beyaz filmleri kaldı.
Yeşilçam'ın dört yapraklı yoncasından Hülya Koçyiğit'in şöhrete uzanma öyküsü de tam anlamıyla film gibi.. Koçyiğit de kendisinden önce sinemaya adım atan ablası Nilüfer Koçyiğit sayesinde hatta ondan "rol çalarak" yıldız oldu.
Bir Yetimenin Hasreti adlı film ile 1961 yılında sinemaya adım attı Koçyiğit.. Ardından da Çifte Kumrular, Hayatımın Kadını, Siyah Gözler, Son Hatıra, Acı Günler gibi filmlerde rol aldı..Son olarak 1976 yılında Güngörmüşler için kamera karşısına geçti...
Hülya Koçyiğit'in şöhret basamaklarını tırmanması da ablası sayesinde oldu.. Nilüfer Koçyiğit'in rol aldığı Bir Yetimenin Hasreti filminin setini ziyarete gitti Hülya Koçyiğit. O sayede de sinema çevresine adım attı. Aslında iki kardeş de Muhsin Ertuğrul'un tavsiyesi üzerine Ankara Devlet Konservatuarı'nda tiyatro eğitimi almaya başlamıştı.
Hülya Koçyiğit daha sonra Metin Erksan'ın Çocuk Hırsızları filminde oynaması için ablasını seçmesi sayesinde ünlü yönetmenle tanışma fırsatı buldu. Koçyiğit için bu tanışıklık hayatının dönüm noktası olacaktı.
Pırıltılı dünyanın en içe dokunan öykülerinden biri onun yaşamı... Tam da benzerine ancak filmlerde rastlanacak denilen türden üstelik.. 1965 yılında iyi bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen genç kızın, İngiltere'de özel bir Lady okuluna oradan önce tiyatro sahnesine sonra da sinemaya uzanan öyküsü... Ama sonunda ne yazık ki kocaman bir karanlık var. İşte henüz 31 yaşındayken bir film setinde aniden "gözlerinin ışığı sönen" görme yetisini yitiren Deniz Akbulut'un öyküsü..
Zengin bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Deniz Akbulut, bir süre Londra'da genç kızlara görgü eğitimi veren bir okula devam etti. Daha sonra Türkiye'ye döndü... Nejat Uygur Tiyatrosu'nda oyunculuğa başladı. Sonra da 1976 yılında Yirmidört Saat adlı filmle sinemaya adım attı.
Kaderi Zorlama'nın da aralarında bulunduğu 50'ye yakın filmde oynadı. 1991 yılında bir gün film setindeyken aniden görme yetisini yitirdi. Kimi tansiyon dedi sebebi için kimi kullandığı bir ilacın buna yol açtığını söyledi. Akbulut henüz 31 yaşındayken "bembeyaz2 bir karanlığa gömüldü.
Bir süre kariyerine de ara vermek zorunda kaldı Akbulut. Gözlerinin açılması için ameliyat olması gerekiyordu ama yeterli maddi imkanları olmadığı için ameliyat şansını hala kullanamadı.