İstanbul, yalnızca tarihî yapılarıyla değil, aynı zamanda edebiyatın kalbine dokunan sokaklarıyla da büyüleyici bir şehir. Şairlerin dizelerinde, yazarların satırlarında ölümsüzleşen semtler, bugün hâlâ onların izlerini taşımaya devam ediyor. Bir evin önünden geçerken, belki de bir romanın ilk satırları burada yazılmış; bir sokakta yürürken, bir şairin mısraları tam da bu kaldırımlarda doğmuş olabilir.
Türk şiirinin unutulmaz isimlerinden Orhan Veli Kanık, İstanbul’un sokaklarına ve insanlarına ruh veren dizeleriyle hafızalara kazındı. Onun çocukluk yıllarını geçirdiği Beykoz’daki ahşap ev, şairin edebiyat yolculuğuna ilk adımlarını attığı yer olarak ayrı bir değer taşıyor. Hâlâ ayakta duran yapı, bir müze olmasa da edebiyat meraklılarının uğrak noktası hâline gelmiş durumda.
Evin sahibi, zaman zaman kapılarını ziyaretçilere açarak bahçeyi görme imkânı da sunuyor. İçeri giremeseniz bile, evin önünde durmak bile geçmişin atmosferini hissetmek için yeterli. Beykoz sokaklarında dolaşırken, Orhan Veli’nin dizelerinde hayat bulan İstanbul’u bir nebze de olsa yaşamak mümkün.
Beyoğlu’nun 1930’larındaki bohem dünyasını en iyi yansıtan yazarlardan biri Fikret Adil’dir. Asmalımescit 74 adlı kitabında kendi yaşamından kesitler sunarken, dönemin sanat ve edebiyat çevrelerini de satırlarına taşıyor. Meyhaneler, sohbetler, sanat tartışmaları… Hepsi Adil’in kaleminde canlılığını koruyor.
Bir dönem Macar bir sahibesinden kiraladığı Asmalımescit Sokağı No: 47’deki evinde dostlarını ağırlayan yazarın mekânı bugün yerinde olmasa da, semtin ruhu hâlâ hissediliyor. Eski Tunalı Meyhanesi’nin yerine açılan Şimdi Kafe’nin önünde durup gözlerinizi kapattığınızda, Fikret Adil’in bohem dostlarıyla yaptığı sohbetlere kulak misafiri oluyormuş gibi hissedebilirsiniz.
Toplumcu gerçekçi edebiyatın güçlü kalemi Orhan Kemal, yoksulluk ve dayanışma hikâyelerinin ilhamını çoğunlukla yaşadığı semtlerden aldı. Cibali’deki mütevazı sarı ev, 1954-1966 yılları arasında onun evidir. Bu dönemde “Müfettişler Müfettişi”, “Evlerden Biri” ve “Sokakların Çocuğu” gibi eserlerini burada yazmıştır.
Bugün evin içine girmek mümkün değil; yalnızca dışarıdan görülebiliyor. Daha fazla detay keşfetmek isteyenler içinse Cihangir’deki Orhan Kemal Müzesi, yazarın kişisel eşyalarını ve kitaplarını görmek adına harika bir durak olacaktır.
Feneryolu’ndaki pembe ev, Nazım Hikmet’in Türkiye’deki son ikametgâhıydı. Eşi Münevver Hanım ile yaklaşık bir yıl boyunca burada yaşayan şair, 1951 yılında bu evden çıkıp ülkesini terk etti. Bu ayrılış, Türk edebiyat tarihine hüzünlü bir not olarak düştü.
Bugün ev, yalnızca bir yapıdan çok daha fazlasını temsil ediyor. Hem bir şairin kişisel hikâyesini hem de bir ülkenin yakın tarihini yansıtan bir sembol hâline gelmiş durumda. Önünden geçerken bile, Nazım’ın dizelerine sinmiş özlemi ve vatan sevgisini hissetmek mümkün.
Türk edebiyatında Tutunamayanlar ile bir kırılma yaratan Oğuz Atay, hayatının bir dönemini Hayriye Caddesi’ndeki mütevazı bir apartmanda geçirdi. Çiçek motifli ferforje kapısıyla dikkat çeken bina, dış cephesindeki sarmaşıklarla hâlâ o dönemin ruhunu yaşatıyor.
Apartmanın önünde durduğunuzda, Atay’ın satırlarının içine gizlediği melankoliyi hissetmek hiç de zor değil. Yasemin kokuları ve eski İstanbul’un dinginliği, yazarın hayal gücüne ev sahipliği yapan yapının hâlâ canlı olduğunu gösteriyor.
Mimar, yazar ve deneme ustası Aydın Boysan’ın çocukluk yılları, Narlıkapı Çıkmazı’nda geçti. Samatya’nın çokkültürlü yapısı, Ermeni komşular ve mahalle dayanışması, onun anılarında sıkça yer alıyor. No: 34 numaralı ahşap ev ise bu anıların somut bir yansımasıdır.
Her ne kadar evin kendisi yıkılmaya yüz tutmuş olsa da, sokağın nostaljik ruhu hâlâ canlı. Yasemin kokuları, sarmaşıklarla örtülü duvarlar ve mahalle sakinlerinin sıcaklığı, Boysan’ın kaleminden taşan atmosferi bugüne taşımaya devam ediyor.
Yaşar Kemal, eserlerinde Anadolu’nun kokusunu taşısa da İstanbul’daki yaşamının da izlerini satırlarına işledi. Beşiktaş Serencebey Yokuşu’ndaki evi, “Deniz Küstü” romanında büyük bir gerçeklikle aktarılıyor. Yokuşun dik köşeleri, roman karakterlerinin adımlarında hayat buluyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar, yalnızca romanlarıyla değil, hayata bakışındaki derinlik ile de edebiyatımızda ayrı bir yere sahip. Onun son yıllarını geçirdiği Gümüşay Apartmanı, bugün dış cephesine asılan plaket sayesinde edebiyatseverler için bir pusula işlevi görüyor.
Tanpınar’ın izini daha da sürmek isteyenler içinse Gülhane Parkı’ndaki Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi bir başka durak. Eski bir alay köşkünden dönüştürülen müze, hem yazarın mirasına selam duruyor hem de okurlarına farklı bir deneyim sunuyor.
Orhan Pamuk’un eserlerinde İstanbul, neredeyse bir karakter kadar güçlü. Özellikle Nişantaşı sokakları, onun romanlarının arka planını süslüyor. Pamuk Apartmanı ise yazarın yaşamında ayrı bir yer tutuyor.
Bugün Pamuk’un zamanının çoğunu Cihangir ve Büyükada’da geçirdiğini bilsek de, Nişantaşı hâlâ onun dünyasında özel bir yere sahip. Bu sokaklarda dolaşırken, Masumiyet Müzesi’nden Cevdet Bey ve Oğulları’na kadar birçok romanın satırlarına dokunmuş olursunuz.
Kadıköy sokaklarında dolaşırken bir köşe başında “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” dizesiyle karşılaşmak, Cemal Süreya’nın izlerini hatırlatıyor. Şair, 1980’lerde Başak Apartmanı’nda yaşamış ve birçok şiirini burada kaleme almıştır. Kadıköy’ün sakin, hafif hüzünlü atmosferi Süreya’nın şiirleriyle o kadar örtüşüyor.
Behçet Necatigil, sade ama derinlikli şiirlerinde hayatın küçük ayrıntılarını işleyen bir usta. Beşiktaş Deniz Apartmanı’nda geçirdiği 15 yıl, onun şiir serüveninin önemli bir bölümüne denk geliyor.
Mum ışığında yazdığı dizeler, bu evden sokaklara taşmış ve Beşiktaş’ın atmosferine karışmıştır. Şiir severler için apartman önünde durmak bile büyüleyici bir deneyim olabilir.
Çalıkuşu’ndan Yaprak Dökümü’ne kadar birçok unutulmaz esere imza atan Reşat Nuri Güntekin, bir dönem Büyükada’daki pembe panjurlu evinde yaşamıştır. Müzeye dönüştürülmemiştir.