Barış Manço, müzikle küçük yaşlarda tanıştı. Lise yıllarında kurduğu gruplardan sahne aldığı uluslararası festivallere kadar, adım adım kendi müzikal yolculuğunu inşa etti. Yurt dışına gittiğinde, Türk müziğini modern tınılarla harmanlayarak dünyaya tanıtma fikrini hayata geçirdi.
Anadolu rock denince akla gelen ilk isimlerden biri oldu. Hem Batı müziğinin enstrümanlarını hem de Anadolu’nun bağlamasını, davulunu, ritmini ustalıkla harmanladı. Böylece hem modern hem de yerli bir ses yarattı. Bu, sadece bir müzik türü değil; aynı zamanda kültürel bir köprüydü.
"Dağlar Dağlar"dan "Gülpembe"ye, "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa"dan "Kara Sevda"ya… Her şarkısında bir hikâye, bir ders vardı. Onun eserleri, kuşaklar arası bir bağ kurdu; dedeler torunlarına, anneler çocuklarına Barış Manço’yu anlattı.
"7’den 77’ye" programı, sadece bir eğlence değil; dünyaya açılan bir pencereydi. Barış Manço, farklı kültürleri, ülkeleri ve insan hikâyelerini milyonlarca izleyiciye samimi bir üslupla aktardı. Çocuklara verdiği değer, onların gözünde bir rol model olmasını sağladı.
Şöhretin getirdiği mesafeyi reddeden bir insandı. Sokakta gördüğü bir çocukla sohbet eden, köy kahvesinde çay içen, konser sonrası sahneden inip dinleyicilerine sarılan bir Barış Manço vardı. Onu farklı kılan da buydu: İnsan kalmayı bilmesi.
Barış Manço’nun eserleri ve yaşam felsefesi, bugün hâlâ geçerliliğini koruyor. O, bize sevgiyi, saygıyı ve hoşgörüyü öğretmeye çalıştı. "Bir gün göçüp gidersem ardımdan ağlamayın" dediğinde bile gülümseyerek, iyiliği miras bırakmak istedi.
1999 yılının 1 Şubat gecesi, Barış Manço’yu kaybettik. Ama onu gerçekten kaybettik mi? Hayır. Onun sesi hâlâ evlerde, arabaların teyplerinde, sokaklarda çalıyor. Çocukların gözünde hâlâ dünyanın en sevilen abisi.
Aradan yıllar geçti, müzik dünyası değişti, teknolojiler yenilendi. Ama Barış Manço hâlâ aynı tazelikte hatırlanıyor. Çünkü o, sadece bir sanatçı değil, bir yaşam biçimiydi. Onu anmak, aslında kendimize "iyiliği" hatırlatmaktır.