Adile Naşit’i sadece bir oyuncu olarak anmak büyük haksızlık olur. TRT ekranlarında "Uykudan Önce" programında masallar anlatırken bir kuşak çocuğu uykuya hazırladı. Yalnızca bir televizyon programı değil, çocukların hayatına değen, anne şefkatiyle yoğrulmuş unutulmaz bir hatıraydı. Bugün orta yaşlarına gelmiş insanlar bile onun masal sesini anımsadığında gözleri doluyor.
Hababam Sınıfı deyince aklımıza gelen “Hafize Ana”, Türk sinemasının en güçlü yan rollerinden biridir. Herkes öğrencidir, herkes gürültücü, şamatacı ama Hafize Ana’nın şefkati o sınıfı bir aileye dönüştürür. Adile Naşit, yalnızca bir “yardımcı karakter” değil, hikâyenin duygusal temeliydi. Onun olmadığı bir sahne, eksik kalırdı.
Belki de Adile Naşit’in oyunculuğunu bu kadar güçlü kılan şey, yaşadığı acılardı. Çocuğunu genç yaşta kaybetmesi, hayatında hiç silinmeyen bir iz bıraktı. Ancak o acıyı sahnede umutla, sevgiyi büyüten bir dille dönüştürdü. İzleyiciye hüzün göstermedi, aksine kendi kederinden umut üretip insanlara mutluluk sundu. İşte bu yüzden onun gülüşü sahte değil, gerçekti.
Bugün yeniden dönüp eski Yeşilçam filmlerini izlediğimizde fark ediyoruz ki, Adile Naşit’in bıraktığı en büyük miras, şefkat ve samimiyet. Seyirciyle arasında görünmez bir bağ vardı. O yüzden insanlar onu izlerken “oyuncu” değil, “kendi ailelerinden biri” olarak gördü. Belki de bu yüzden vefatının üzerinden yıllar geçse de adı unutulmuyor, hafızalardan silinmiyor.
Çünkü Adile Naşit, bir dönemin değil, bir ömrün parçası oldu. Bugün torununa masal okuyan bir anneanne, onun "Masalcı Teyze"siyle özdeşleşiyor. Hababam Sınıfı’nı yeniden izleyen gençler, Hafize Ana’yı görünce yüzlerinde bir tebessüm buluyor. O yalnızca bir oyuncu değil, kolektif hafızamızın, ortak duygularımızın bir sembolü oldu.
Kimi insanlar vardır, giderler ama yok olmazlar. Adile Naşit de onlardan biri. Bugün televizyon ekranında görmesek de, sesiyle, yüzüyle, anılarıyla ve bizde bıraktığı duygularla hâlâ hayatımızın bir yerinde varlığını sürdürüyor. Onu anmak, sadece bir sanatçıyı hatırlamak değil; insanlığın en saf duygularını, sevgiyi ve samimiyeti hatırlamaktır.