YURTHABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Herkes İçin Huzur

Huzur sağlığın en yakın dostu değil midir? Öyleyse kendimizi niçin ondan mahrum edelim?

Aslına bakarsanız insan huzurunu çok kolay kaybeden bir varlık.

Annelerimiz ve babalarımız ne çok huzursuz olmuştu biz dünyaya gelme sürecine girdikten sonra. O güne kadar tanışık olmadıkları endişeler, soru işaretleri, korkular uykularını kaçırmaya başlamıştı.

Çocukluğumuz; çok üzülmüş ve üzmüştük şimdi komik ve anlamsız gelen nedenlerden ötürü.

Yani aslında o zamanlardan başlamıştı huzursuz etmemiz ve olmamız.

Büyüdük, okullara gittik, öğütler aldık, azarlar işittik, dayaklar yedik.

Öğüt verenlerden, ders verenlerden olduk, biz azarlamaya, duruma göre dayak atmaya, huzursuzluğumuzu en ilkel şekliyle dışa vurmaya başladık.

Şimdi diğer insanlarla toplu yaşamlar sürdürürken, köylerde, şehirlerde birlikte yaşarken çevremizde huzursuz eden şeylerin arttığını görüyor, yaşıyoruz.

Sabrımız taşıncaya kadar dayanıyoruz bazı şeylere ve sonunda bizler de patlıyoruz.

Her patlamanın deprem gibi etkileri olduğunu biliyoruz. Patlamalar karşı patlamaları doğuruyor bazen, patlamalar, patlamaları büyütüyor.

İlgisiz sorunların neden olduğu ilgisiz patlamalar birbirlerini besliyor.

Her birimiz farklı, bağımsız bireyler olarak farklı şeyler istiyoruz, farklı şeylerle mutlu ya da mutsuz oluyoruz.

İki kişi olduğumuzda, söz gelimi evlendiğimizde önceki taleplerimizin ancak bir kısmını elde edebilir oluyoruz. Ortaklarımız arttıkça gerçekleşen beklentilerimiz azalıyor, daralıyoruz.

Bildiğimiz, tanıdığımız seslerden başkaları bizi yormaya başlıyor. Başka tür müzikler, başka dillerde müzikler bizi yoruyor. Bir kat daha yüksek sesle verilen radyo ve televizyon reklâmları bizi yoruyor.

İşler ve insanlar çoğaldıkça biz ve yapıp başardıklarımız daha az göze çarpıyor, daha çok eleştiriliyor, bilen de, bilmeyen de konuşuyor, sıkılıyoruz.

Birileri saçımızı birileri gezip dolaştığımız insanları, birileri geç gelmelerimizi, konuşma tarzımızı, giyim tarzımızı sorgulamaya başlıyor, sıkılıyoruz.

Bizler başkalarının yüksek seslerinden bile rahatsız olurken bir yerlerde patlamalar, yaralanmalar oluyor. Ambulans sesleri siren seslerine karışıyor.

Yanı başımızda çocukları için ağlaya ağlaya göz pınarları kurumuş anneler görüyoruz. Çocuklarını askere göndermeye korkan, birkaç yıllık aile birikimlerini bedelli parası olarak yatıran insanlar görüyoruz.

Çocukları kayıp yürekleri ağızlarında anneler, babalar, kardeşler görüyoruz.

İşyerlerinin kapandığını, iş sahiplerinin sermayelerini daha güvenli yerlere taşıdığını, çalışanların işsiz kaldığını görüyoruz.

Gelişen, kalkınan, refah düzeyi yükselen bir ülkenin endişeli, ürkek, kötü düşler gören insanları olup çıkıyoruz.

Radyo ve televizyonlarımızda bizi mutlu eden haberlerden daha çok mutsuz kılan haberler buluyoruz.

Dayakçı kocaların eşlerini, babaların evlatlarını zorladığı gibi birilerinin toplumun tüm kesimlerini zorladığını hissediyoruz.

Ömrümüzün sınırlı olduğunu, her insanın eninde sonunda öleceğini biliyor ve dünyadaki yaşamımızın huzur içinde geçmesini yürekten arzuluyoruz. Bu bilinci kazandıktan sonra

diğer insanlara karşı olabildiğince nazik davranıyoruz. Bazı yanlışları sineye çekiyor, hoş görüyoruz.

Huzur olsun istiyoruz. Huzurun bizi de, dayakçı koca ve babaları da, huzursuzluk çıkaranları, onların anne ve babalarını da, baskı altına aldıklarını da rahatlatacağını biliyoruz.

Toplumsal huzur için yumuşak, sıcak, sevecen seslerimizin, yapıcı mesajlarımızın insanlara, yüreklere ulaşması gerektiğini, havada uçuşan seslerin ve bizim diğer insanlara doğru yaymakta olduğumuz sinyallerin yapıcı olması halinde çok şeyin düzeleceğini çoğumuz biliyoruz.

Buna rağmen, önemli bir kısmımız bile bile inatla eski söylemlerimizi, ötekileştirme eğilimlerimizi elden bırakmıyoruz. Herkes benim çizgime gelsin diye diretmekten vazgeçmiyoruz.

Birbirimizi anlamaya çalışarak şu an Van’da pek çok binada yapıldığı gibi sağlam demirlerle, betonlarla güçlendirmeler yapmıyoruz. Kalplerimiz arasında köprüler kurmuyoruz.

Toplumsal yaşamların hassas, kırılgan ağlarla örüldüğünü, kırılanların kolay onarılamadığını, pek çok uygarlığın küçük çatlaklarla, kırgınlıklarla başlayan ayrılık rüzgârlarına teslim olduğunu bildiğimiz, tarih kitaplarında okuduğumuz halde tam olarak anlamakta güçlük çekiyoruz.

Onların dillerine, dinlerine, inançlarına; bize dokunmayan, bizi yaralamayan yanlarına saygı duymanın zor bir şey olduğunu sananların arkasında yürümeye devam ediyoruz.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, farkında olalım ya da olmayalım, her şeye rağmen, hepimiz huzura ihtiyaç duyuyoruz.

Yine de küçük nefsi hesaplarımızdan, bize ezberletilen içi boş söylemlerden yakalarımızı kurtaramıyoruz.

Bize uzatılan zeytin dallarını görmüyoruz. Yüreğimiz doğruları bulduğunda onun dediğini değil, kaşı çatık büyük ağabeyin dediğini yapıyoruz.

Onları seviyor ama sevdiğimizi söyleyemiyoruz.

Olmuyor dostlarım, gerçekten olmuyor.

Hepimiz istiyoruz ama nedense başaramıyoruz.

8/29/2012 14:33

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz

En Çok Aranan Haberler