Van Depremi ve sonrasında yaşadıklarım bana tıpkı insanlar gibi şehirlerin de kendilerince bir kaderleri olduğunu düşündürdü.
Tabii ikisinin arasındaki önemli fark insanların birer birer kendi kaderlerinin oluşmasında iradelerinin önemli rol oynaması, şehirlerin kaderlerinin oluşmasında da şehirlerin yöneticileri ile şehirlerin halklarının iradelerinin etkili olmasıdır.
İnsan iradesi dışındaki diğer pek çok şey de insanların ve şehirlerin kaderlerini etkiler.
Sonuçta biz insanlar da, yaşadığımız şehirler de çoğu zaman çok fazla farklılık olmayan ya da küçük farklılıklar olan tekdüze yaşamlar sürsek de bazen ciddi değişikliklerle yüz yüze geliriz.
Söz gelimi, uzun yıllar bekar ve bağımsız yaşamışken evlenir ve bir evi paylaşan, diğerini sürekli etkilemek ve ondan etkilenmek durumunda olan eşlerden biri oluruz.
Evimizin geçimini temin eden babamız vefat eder ve geçim sıkıntısı ile o güne kadar aklımıza bile getirmediğimiz şeyler yaşarız.
Beklenmedik bir fırsatla gitmemiz, görmemiz mümkün olmayan yerlere gider, o güne kadar hayal bile edemediğimiz işlere, yaşamlara başlarız.
Şehirler kendi hallerinde tıpkı bir çocuk gibi yavaş yavaş gelişirken, kabuk değiştirirken beklenmedik bir şekilde gelen Van Depremi gibi felaketlerle her anlamda sarsılırlar. Kısa zamanda nüfuslarının en yoğun olduğu kalabalık apartman çevreleri karanlık, sessiz ve korkutucu bir hal alır.
Daha önce cıvıl cıvıl olan evler, sokaklar evlere dadanan hırsızlarla, evleri korumaya çalıştığı için zaman zaman silahını ateşlemek zorunda kalan kapıcıların, güvenlik görevlilerinin karşı karşıya geldiği yerler olur. Evlerin pencerelerindeki ışıklar karanlığa, sokaklarındaki insan sesleri korkutucu silah seslerine yenik düşer.
Benim yaşadığım gibi, bir akşam vakti saat henüz sekizi gösterirken Van Kazım Karabekir Caddesinde, Kız Meslek Lisesi'nin karşısında yani şehrin daha önce kalabalık sayılan noktalarının birinde, insan ya da taşıt olmadığına, köpeklerin sürü halinde gezdiğine tanık olur, şaşırırsınız.
Şehirler halk desteği yüksek yerel yönetimlerin ve ileri görüşlü, cesur, iş bitiren yerel yöneticilerin etkisiyle de değişebilirler. Bir anda şehirlerin ortasında duran, yıllarca dokunulamayan köhne yapıların kamulaştırıldığına, oraların halkın kullanımına açılıp geniş parklara, bahçelere dönüştürüldüğüne tanık olursunuz.
Şehirleri ciddi anlamda değiştiren, dönüştüren ve bazen de yok edip tarih sahnesinden silen şeylerden biri de savaşlardır. İç savaşlar ya da başka ülkelerle yapılan savaşlar da şehirlerin düşmanıdır.
Şu anda içinde bulunduğum odanın penceresinden dışarı baktığımda bütün görkemiyle Van Kalesini görüyorum. Büyük bir kaya kütlesinin üzerindeki eski yerleşim yeri olan bu kale ile hemen eteklerindeki sonraki yerleşim yeri şehrin harabeleri vaktiyle insanların cıvıl cıvıl yaşadığı cazibe merkezleriydi. Şimdi neredeyse tamamı otlara teslim olmuş, definecilerin izlerini taşıyan bu bölge, milattan önce yedinci yüzyıldan bu yana çeşitli zamanlarda yaşanan savaşlarla, insan için yaşamın ve düzenin kesintiye uğradığı yine de inatla devam ettiği bir yer iken Birinci Dünya Savaşından sonra bir harabe yığını haline geldiği için tamamen terk edildi.
Savaş sonrası daha yukarı bir yerde kurulan Yeni Van kısa sürede büyüdü. Kısa sürede bu eski yerleşim yerinin sınırlarına ulaşıp eski şehrin çevresini kuşattı.
Şimdi bu eski şehrin kalıntıları bütün ıssızlığıyla bir ibret abidesi, gizli bir öğretmen olarak orta yerde varlığını koruyor. O haliyle dilinden anlayan insanlara anlayışları ölçüsünde bir şeyler anlatıyor.
Bakıp görenlerin bir kısmı çok fazla ders çıkarıyor bu yıkılmış şehirden, bir kısmı az şey anlıyor. Bir kısmı da tamamen yüzeysel bir şekilde seyredip dersini almadan geçip gidiyor.
Suriye'de yaşanmakta olan kanlı iç savaş da halen dünyanın gözü önünde canlı bir film gibi şehirleri hırpalıyor, soluk alınamaz hale getiriyor. Kısa bir süre öncesine kadar kendi halinde yaşamakta olan şehirli insanların yaşam alanlarını ortadan kaldırıyor, alt üst ediyor.
Her deneyimde yeniden görüyor ve anlıyoruz ki, şehirleri de, insanları da yıkmak kolaydır. Hep söylendiği gibi zor olanı yapmaktır.
Bir deprem felaketinin savurduğu, önemli bir bölümümüzü bir süre için başka şehirlerde yaşamak zorunda bıraktığı biz Vanlılar sağlıklı çözümlemeler yapmak, yaşadığımız şehrin değerini yeniden hesaplamak, ona hep birlikte sahip çıkmak durumundayız. Bunu gerçekleştirirken farklılıklarımızla bir arada yaşama kültürümüzü olgunlaştırarak bizi birleştiren değerler ve kurumlar çevresinde toplanıp el ele vererek güçlü bir yapı oluşturmamız gelecek kuşakların güvenliği ve rahatlığı açısından yapılabilecek en doğru şey olacaktır.
İrademiz dışında gelişen deprem gibi bir felaketi durdurma şansımız ne yazık ki yok. Ancak insan iradesinin de rol oynadığı kargaşalardan, çatışmalardan, yıkımlardan uzak durma şansımız her zaman var.
Özgür irademizle yapıcı, koruyucu, paylaşımcı, hoşgörülü olma, bizden olmayan ihtiyaç sahiplerini de koruyup kollama, dini ve geleneksel değerler çevresinde toplanarak bir ve birlikte olma şansımız her zaman var.
Bütün bunları sağlayacak bireysel iradelerimizle, birliğin gücüne inanırsak toplumsal irademiz de var.
Ancak, herkesin bildiği gibi büyümekte ve gelişmekte olan Van'ımızın da olası yanlış uygulamalarla büyüme riski olan ama toplumsal irade ile ortadan kaldırılma olasılıkları da bulunan kimisi gerçek, kimisi yapay sorunları var.
Gerçek sorunların bir an önce ele alınıp etkili ve doğru bir şekilde çözülmesi, yanlışlar varsa giderilmesi; yapay sorunların da gerçek olmadığının insanlara anlatılıp ortadan kaldırılması ile bu şehrin önü açılacaktır.
Bunun için dili, etnik kökeni, inancı ne olursa olsun bu şehrin insanlarının işin içine iyi niyetlerini, yüreklerini, emeklerini katmaları gerekiyor.
Ya iradelerimizi özenle, yapıcı şekilde kullanıp, el ele verip hep birlikte mutlu olacak çocuklarımıza barış ve huzur dolu bir şehir emanet edeceğiz, ya da geçmişte bu topraklarda yaşandığı gibi bir toplumsal cinnete teslim olacak, ormanı yakacak ve bizden sonraki kuşaklara bir yangın yeri bırakacağız.
Dünyanın uzak ve büyük şehirleri yangın yerlerinden kaçıp oralara sığınan garip mültecilerle doludur.
Onlardan biri olmamak için yapmamız gereken tek şey kardeşçe bir arada yaşamayı becerebilmek.
İnancımız ne olursa olsun, İslam peygamberinin “kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin” şeklindeki olumlu düsturuna sarılabilmek.
Eğer bizler kardeşlik yolundaki iyi niyetli çabaları samimiyetlerimizle, vicdanlarımızla destekleyebiliyorsak bu hiç de zor değil.
Biraz empati (duygudaşlık), biraz hoşgörü, hayal bile edemeyeceğimiz kadar çok kapalı kapıyı açar, düşünemeyeceğimiz kadar çok insanı kardeş gibi birbirlerine yaklaştırır.
Hatay gibi, Mardin gibi, İstanbul gibi farklı kültürlerin iç içe ve sorunsuz yaşadıkları güzel şehirler bu ülkenin sınırları içinde bulunmuyorlar mı?
Onların farklı dinlere mensup ahalilerinin becerebildiklerini biz, sayılamayacak kadar ortak yanı olan insanlar, beceremez miyiz?
05/08/12
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz