Seksenli yıllardı. Van'ın İskele Mahallesindeki evimin önünden oğlumun bisikleti çalınmıştı. Çok kısa zamanda farkına varmıştım ancak kendi bisikletimle izlemiş olmam hırsızı yakalamama yetmemişti. Çaresiz gezinirken mahallenin bakkalı karakola başvurmamı önerdi. Bu hiç aklıma gelmemişti ve en doğru çözümdü.
İskele Polis Karakolu o zaman eski yerindeydi. Önünde de bir çardak vardı.
Hemen harekete geçilirse hırsızın yakalanacağını düşünerek bütün gücümle sürmüştüm bisikleti. Çardakta oturmakta olan iki polis memuru karakol binasına gittiğimi görünce beni yanlarına çağırmışlardı. Sordular, söyledim. Nefes nefeseydim. "Oğlumun bisikleti çalındı, hemen harekete geçersek yakalarız " dedim heyecanla. "Hele bir sakinleş, bekle, anlat" dedi bir tanesi. Anlattım.
Beni dinlediler ve bir tanesi yarım ağızla "bisikletinin faturası var mı, bize onu getirmelisin" dedi.
Hayır, faturası yoktu. Bisikleti kısa süre önce Rus Pazarından, Trabzon'dan Rus malları getiren birinden almıştım. Bunu söyleyince başını salladı ve "bu durumda biz bir şey yapamayız, faturası olmayan, sana ait olduğu belgelenmemiş malın peşine düşemeyiz" dedi. Bütün ısrarlarım boşunaydı. Hatta dönüp yüzüme "yeter çık git işine, rahatımızı bozma" mealinde bir bakış fırlatmasına da neden olmuştu. Güvendiğim dağlara kar yağmış, devletimin asayiş görevlileri beni ortada bırakmışlardı.
O birinci hayal kırıklığımdan sonra şimdi de ikincisini yaşıyorum. Aradan bunca yıl geçtikten sonra yine zor bir zamanımda devletim sesimi işitmiyor. Dilekçelerim ve bilgi taleplerim kör bir kuyuda kayboluyor ve hiçbir şekilde yanıt alamıyorum.
Binlerce kişinin benim durumumda olduğunun farkındayım. Hayret içindeyim.
Yıllardır bu ülkede bazı işler böyle yürüyor da ben yeni fark ediyor gibiyim. Durum gerçekten öyleyse, ki umarım değildir; daha vahim bir şeye tanıklık ediyorum demektir.
Devletin kurumları dilekçeleri, bilgi taleplerini yanıtsız bırakarak sorunlara dokunmuyor ama şikayetleri bastırarak işin üstesinden gelmiş oluyorlar. Görünen bu.
Üstelik dilekçe en yüksek dilekçe birimine BİMER'e verilmiş olsa da sonuç değişmiyor. Oradaki görevliler de kendilerine gönderilmiş ve kendilerinden alt birimlere havale edilmiş dilekçelerin yanıtlanıp yanıtlanmadığını denetlemiyor. Belli ki kuruluş olarak öyle bir sorumlulukları yok. Yanıtın havale edilen alt birimden verilmesini bekliyorlar. Ne yazık ki o alt birim de hiç umursamıyor. Umursamadığı, yanıt vermediği zaman bir müeyyide ile karşılaşmıyor. Dilekçe sahibi ya da bilgi isteyen kişi de devletim yanıt vermedi diye sesini soluğunu kesip köşesine çekiliyor.
Umarım yanılıyorum ama bende, bu yaşadıklarımdan sonra dilekçe sahibinin kimliğine göre muamele yapılıyor fikri oluşmaya başladı. Yani insanlar dilekçeleri hemen yanıtlananlardan hiç yanıtlanmayanlara kadar çok çeşitli kategorilere ayrılarak dikkate alınıyor gibi. Adı sanı bilinmeyenler, bir yerlerde tanıdıkları olmayanlar en son grubu oluşturuyor ve ben de onlardan biriyim. Şu anda gördüğüm resim bu.
*
Kadın bir yılı aşkın süredir görüşmediği eşinin evine yaptığı saldırıya maruz kalmıştı. Camlar kırılmış, tehditler savrulmuş, mahalle ayağa kalkmıştı.
Komşuların, akrabaların dediğini yaptı. Titreye titreye karakola gitti. Uğradığı baskını anlattı.
Karakoldaki polisler ona "evli olduğunuz için biz şu an bir şey yapamayız, savcılığa başvurun" deyip gönderdiler.
Şimdi depremin etkisiyle kaldığı ev ciddi hasar görmüş. Eşyalarını sözde kiralamış olduğu komşu apartmanın bodrum katına taşımış.
Ona sen mağdursun, iki ay idare ederiz, üçüncü aydan sonra her ay ikiyüzelli TL kira verirsin diyenler bir süre önce telefonla Erzurum'da sığınmış olduğu tesiste kendisine ulaşmışlar. Yöneticinin yakını eşyalarını bırakacak acilen gel kendinkileri çıkar demişler.
O gidemedi. Eşyalarını çıkarıp bırakabileceği başka bir yer yoktu. Sözü edilen yöneticinin yakını onun eşyaları olan bodrum bölümünün kapısını o yokken açtırttı ve kendi eşyalarını o eşyaların üzerine koydurttu.
Gerçekten gidebileceği bir yer yoktu ve depremden önce içinde oturmakta olduğu evi çok hasarlıydı. Yerel bir televizyon kanalı evinin durumunu tespit etmiş, büyük bir olasılıkla yayınlamış ve internet sayfasına da koymuştu. Ne gören, ne işiten vardı.
Bu satırların yazarı bundan önceki yazılarında kendisinden söz etmişti yine işitilmemişti.
İki aya yakın süre boyunca her gün kapısını aşındırdığı AFAD halinden anlamamış, derdine derman olmamıştı. Evinin fotoğraflarını çekmiş, inceletmiş ama bir sonuç alamamıştı.
Şimdi Erzurum'dan eşyalarını çıkarıp hasarlı evine taşımak için dönecek. Devletin emin ellerinde olduğu, devlet sıcaklığını sonuna kadar hissettiği bu yerden ayrılmak zorunda.
Yaşadığı ev hafif hasarlı etiketli olduğu için TOKİ'ye yazılamayacak. Babasından dolayı aldığı yetim maaşıyla yaşamaya çalışacak.
Dul kadın sahipsizliği her anlamda yeniden yaşayacak.
AFAD iki ay boyunca kapısını aşındırdığı halde görmediği, görmek istemediği bu kadın gibi başkalarını da geri çevirmeye devam ederken o kendince bir çıkış yolu bulmaya çalışacak.
Yazarın bu konuda yazdığı beşinci yazı da internetin bu sayfasında belki bir gün bir yetkili okur diye bekleyecek. Vakit geçmeden, zamanında okunmayı umarak.
08 Haziran 2012 Cuma
23:23
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz