Atatürk Üniversitesi kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Lütfi Sezen, “Erzurum’da son yıllarda izlenen süratli şehirleşme ve bunun getirdiği problemler, sosyal yapıyı büyük ölçüde etkilemiştir” dedi.
Erzurum’un dünü ve bugünü ile büyük bir şehir olduğunu bu büyük şehrin asırlar boyu süren hayat safhalarında nice sahneler olduğunu anlatan Yrd. Doç. Dr. Sezen, “Burası yıllar yılı koca Şark’ın ticâret ve kültür merkezi olmuş, Batı’ya gidenlere konak olmuş, geçit vermiş, yol olmuştur. Teknolojik gelişmenin aileye, sosyal ilişkilere, üretim ilişkilerine etkileri çoktur. Bizim toplumumuzda da yaklaşık iki asırdır; Batılılaşma yolunda gösterilen çabalar, birtakım kültürel değişmelere, ticarî ve teknolojik alandaki yenileşmelere neden olmuştur. XX. Asır başlarından itibaren görülmeğe başlanılan ekonomik ve teknolojik gelişmeler; beraberinde yeni kültürel oluşumlar da getirmiştir. Son yıllarda izlenen süratli şehirleşme ve bunun getirdiği problemler, sosyal yapıyı büyük ölçüde etkilemiştir.” Dedi.
MODERN TEKNOLOJİNİN GELİŞME HIZI SÜRATLİDİR
Erzurum’un Aşağı Pasin yöresinde: 1936-1942 ve 1948 yılları arasında uzun süreli bir araştırma yapan Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın kültür değişmelerinin mahiyetinin kendi çevresinde daha açık anlaşılabileceğini ileri sürdüğünü anımsatan Sezen, “Modern teknolojinin gelişme hızı süratlidir. Bunun sonucu olarak bazı sosyal grup veya fertler bu gelişmeye ayak uyduramazlar. Bu durumda kültürel boşluk meydana gelir. Yani, sosyal yapı kültürünün bir sahasında meydana gelen değişmeler, diğer sahadaki elementlere ayak uyduramazlar. Erzurum’un Asya-Avrupa arasındaki geçiş noktalarından biri olması, tarihî, siyasî askerî ve ekonomik olaylardan anında etkilenmesine sebep olmuştur. Tarihin her döneminde birtakım savaşlar, istilâlar ve göçlerin uğrak yeri olmasında coğrafî konumu etkili olmuştur. Bu özelliğinden dolayı tarih boyunca bir kilit noktası olma hüviyetini kazanmıştır.” Diye konuştu.
ESKİ ERZURUM’DA TİCÂRET HAYAT VE KERVAN YOLU OTUZ İKİ SAN’ATI BESLERDİ
Sezen daha sonra şunları kaydetti; “XVII. yüzyıl ortalarında Erzurum’u ziyaret eden ve burada gümrük katipliği yapan Evliyâ Çelebi, şehrin iki kat demir kapılı (Gürcü-Erzincan kapıları) kalesi içinde 1700 evin, dışında da 70 İslâm, 7 Ermeni mahallesinin mevcut olduğunu belirterek ticarî hayatı hakkında dikkate değer bilgiler vermektedir: “Hakirin kâtibi bulunduğum gümrük bundadır. Dört çevresinde Arap, Acem, Hint, Hıtay, Hoten bezirgânlarının hâneleri vardır. İstanbul ve İzmir gümrüğünden sonra, en işlek gümrük bu Erzurum gümrüğüdür. Zirâ tüccarına adâlet ederler.”
XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı-Rus çarpışmalarına ve XIX. yüzyıl başlarında ilk defa Rus istilâsına sahne olan Erzurum, kısa zamanda toparlanır. XIX. yüzyıl ortalarında nüfusu 100.000’i aşar. Bu gelişmesini bir iktisadî denklilik üzerine kurmuştur. İran, ithalat ve ihracatının yarıdan fazlası Trabzon-Tebriz yoluyla yapılıyordu. Bu kervan yolu, Erzurum’u asırlar içinde, eşrafıyla, âyanıyla, ulemâsıyla, esnafıyla tam bir Ortaçağ şehri olarak kurmuştu. Bu transit yoldan her yıl 30-40 bin deve belki iki misli katır işliyordu. Bunlar, Tebriz’den gelişinde ve Trabzon’dan dönüşünde kumanyasını daima Erzurum’dan tedarik ediyordu. Hayvanlarını nallatıyor, at eğeri, yük semeri, nal, gem, ağızlık, hülâsa, her türlü eksiklerini buradan tamamlıyorlardı. Eski Erzurum’da bu ticâret hayatı ve kervan yolu otuz iki san’atı beslerdi: Dabaklar, saraçlar, semerciler, dikiciler, çarıkçılar, mesçiler, kürkçüler, kevelciler, kunduracılar, kazazlar, arabacılar, keçeciler, çadırcılar, culfalar, ipçiler, demirciler, bakırcılar, kılıççılar, kuyumcular, zarcılar, sandıkçılar, kaşıkçılar, tarakçılar, marancılar, boyacılar, dülgerler, yabacılar, sabuncular, mumcular, takımcılar… Erzurum’un ve Erzurum’la aynı kaderi paylaşan Trabzon’un ticarî hayatını baltalayan en önemli olumsuz gelişme, Fransızlar tarafından inşâ edilen, Akdeniz’le Kızıldeniz’i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nın 1869 yılında faaliyete geçmesi olmuştur. 168 km. boyundaki bu kanal, Tebriz-Erzurum-Trabzon transit yolu taşımacılığını, daha ucuz ve ekonomik olan deniz yoluna kaydırmıştır. Bundan dolayı Erzurum ve Trabzon’un ticarî hayatı büyük ölçüde zarar görmüştür.
1877-1878 Harbinde(1293 Harbi) Aziziye harikasını sahneleyen Erzurum, 1.Dünya Savaşı’na kadar kendisini toparlamaya çalışmış, ancak savaşla yeniden bir felâkete uğramıştır. 16 Şubat 1915’te Rusların eline geçmiş, 1917’de şehirdeki hakimiyeti ellerine geçiren Ermeni çeteleri, Müslüman halka yapmadıkları işkence bırakmayarak büyük katliama girişmişlerdir. Erzurum, 12 Mart 1918’de Türk kuvvetleri tarafından geri alındığı zaman, baştan başa bir harabe halinde bulunuyordu.
Atatürk’ün başlattığı Millî Mücâdele’de (1919-1922) ilk önemli kongreye sahne olan Erzurum (23 Temmuz 1919), çile ve mihnetle dolu savaş yıllarından sonra, Cumhuriyet devrinde yeniden eski canlılığını kazanmağa ve gelişmeye başlamıştır. Başlangıçta çok ağır olan bu gelişme, 1939’da demiryolunun Erzurum’a varması ile birden bire hızlanmıştır. Erzurum, demiryoluna kavuşması neticesinde; 1935 nüfus sayımında 33.124 olan nüfusunu, 1940 yılında, %43.74’lük artışla 47.613’e çıkartmıştır. Bu artış, 1927 yılından beri yaklaşık 5 yılda bir yapılan nüfus sayımlarında Erzurum’da görülen en yüksek rakamdır.”
ERZURUM ÜNİVERSİTE ŞEHRİ
Büyük Önder Atatürk’ün 1 Kasım 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptıkları konuşmada memleket hizmetlerinin Doğu’ya akışını hızlandırmak üzere, Doğu Anadolu’da bir üniversite açılmasını emir ve vasiyet ettiğini belirten Sezen, “Bu vasiyet 17 Kasım 1958’de Erzurum’da öğretime başlatılan, Atatürk Üniversitesi ile yerine getirilmiş olur. Üniversitenin faaliyete geçmesi ile, Erzurum bir üniversite şehri hüviyetini kazanmıştır.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin sosyo-ekonomik kalkınmasına büyük katkıları olan Atatürk Üniversitesi, eğitim ve bilimsel nitelikli çalışmalarının yanı sıra sosyal, kültürel, ekonomik yönden de önemli hizmetler vermektedir. Ayrıca, sağlık alanında çok yönlü hizmet vermenin gayreti içindedir. Kuruluşundan beri iş başında olan, çeşitli kademelerde görev alan elemanların özverili gayretleri Üniversitemizi, ülkemizin en büyük eğitim kurumlarından biri haline getirmiştir.
Atatürk Üniversitesi’nde, eğitim-öğretim dönemi içerisinde; bilimsel ve kültürel etkinlikler düzenli bir şekilde yapılmaktadır. Bunlar; konferans, kongre, sempozyum, panel veya eğlence amaçlı olabilmektedir. Günümüzde, Atatürk Üniversitesi yoğun bilimsel çalışmalar yapılan bir yüksek öğretim ve eğitim kurumu olması yanında, Erzurum’un ekonomik hayatının da can damarı durumundadır.
1956 yılında üretime geçen Ilıca Şeker Fabrikası ile 1972 yılında üretime başlayan Aşkele Çimento Fabrikası, Cumhuriyet döneminde yöreye kazandırılan ve ticarî hayatın canlanmasına yardımcı olan mütevazı eserlerdir. Daha sonraki yıllarda önemli bir yatırım yapılmadığını görüyoruz. Hatta 1985-1990 yılları arasında Erzurum’un nüfusunda %1,48 oranında azalma olduğu gözlemlenmiştir. Son zamanlarda büyük şehir olmanın getirdiği avantajla, 1990 yılında 242.391 olan Erzurum’un nüfusu %23,25’lik artışla 1997 yılı nüfus sayımında 298.756’ya yükselmiştir.
“Doğu’nun Paris”i diye adlandırılan ve daha büyük olma gayreti içinde bulunan Erzurum’u layık olduğu yere kavuşturmak bu sınırlı yatırımlarla mümkün değildir.
Son yıllarda Erzurum dünyada ve Türkiye’deki hızlı gelişmelerden yeterince nasibini alamamıştır. XVII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul ve İzmir’den sonra üçüncü büyük gümrük şehri durumunda olan Erzurum’un günümüzde artan nüfusu sürekli göç etmekte, caddelerdeki dükkanların vitrinlerini satılık ev ve diğer taşınmaz mal ilânları süslemektedir.
Erzurum’un tarihteki yerini alması için başta devlet ve siyaset adamlarımız olmak üzere herkese büyük sorumluluklar düşmektedir. Dış göç veren illerin başında olan bu ilimizin, kalkınmasına yönelik diğer özendirici tedbirler de yeterli değildir.
Buna bağlı olarak yatırımlar aksamakta, yöredeki iş adamları da yatırımlarını Batı’daki illere kaydırmaktadırlar.
Erzurum’un geri kalmışlık zincirini kırmadan, tarihteki yerini alması düşünülemez. Yukarıda sözünü ettiğimiz ümit verici gelişmelerin gerçekleşmesi de yörenin kalkınmasına bağlıdır. Aksini düşünmek, gerçekleri görmemek olur.
Erzurum, konumu itibariyle devletin özel bir hassasiyet göstermesi gereken ilimizdir. Bu da ekonomik hayatın iyileştirilmesi, işsizliğin giderilmesi, sosyal ve kültürel hayatın zenginleştirilmesi ile mümkündür.
Doğu’nun incisi güzel Erzurum’umuz kültürel zenginliklerle doludur. 1948 yılı Haziran ayı içinde Erzurum’u ziyaret eden İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Kelly izlenimlerini şöyle dile getirmektedir: ”Size Erzurum’daki izlenimlerimden bahsetmek isterim. Orada hakikaten Türk kudretinin timsali olan bir mıntıkada bulunduğumu hissettim. Sokaklarda gezenlerin çehrelerinden mutlu insanlar olduklarını anladım. millî oyunlarını seyrettim. Bu oyunları oynayan erkekleri dikkatle takip ettim. Bana heyecanlı bir kuvvet ve kudret tesiri verdiler. Bu kültür şehrinde hakikaten çok cesur ve kuvvetli bir zümrenin yaşadığı hissedilmektedir”.
Günümüz dünyasında, teknolojik yenilikler, kültür gruplarını birbirleriyle daha yakın temas haline sokmuştur. Bunun sonucu olarak kültürlerin birbirlerini birçok sahada etkiledikleri görülmüştür.
Genel olarak şehirleşme, ekonomik bünyede meydana gelen bir değişme olmasına rağmen, sosyal ve kültürel alanda geniş ölçüde değişmeler meydana getirmiştir. Bu değişme, tarihî ve ticarî bakımdan önemli bir konuma sahip olan Erzurum’da da görülmüştür.
Erzurum Osmanlı idâresine girdikten sonra, tarihin her devrinde birtakım sosyal çalkantılara sahne olmuştur. I.Cihan Harbi’nde (1914-1918) %50-60 nispetinde harap olan şehir, 1928’de deprem felâketi ile yerle bir olur. Halk gördüğü korkunç felâketin tesirinden uzun müddet kurtulamaz. Geçici bir müddet için yapmış oldukları derme çatma evlerde senelerce oturmak zorunda kalır.
Daha sonraki yıllarda, çeşitli kooperatifler kurularak inşaat sektörü canlanmıştır. Müteakıben Belediye Başkanlıklarınca gecekondu önleme ve uygulama alanları inşa edilmesi, şehrin daha planlı bir şekilde gelişmesine yardımcı olmuştur.
Günümüzde Erzurum; dış göç, iç göç ve şehirleşmeyi bir arada yaşamaktadır. Eski mahallelerde, geleneksel hayatı sürdüren yerli halkın bir bölümü hayat şartlarının daha uygun olduğu Batı illerine göç ederken, bir bölümü de Yenişehir, Yıldızkent, Dadaşkent gibi yerleşim birimlerine yerleşmektedirler. Eski mahalleler ise, kırsal kesimlerden gelenlere devredilmektedir. Atıl durumda bırakılan ve kaderine terk edilen bu alanların değerlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. Son zamanlarda vatandaşlarımızın ve belediyelerin böyle bir gayret içinde olduğunu görmekteyiz. Bu, şehirleşme açısından sevindirici bir gelişmedir. Diğer bir sevindirici gelişme de kış turizmine olan ilginin artması ve bu alanda yatırım hamlelerinin başlatılmasıdır.
Ülke genelinde yaygınlaşan haberleşme ve iletişim alanındaki gelişmeler, Erzurum’da da tesirini göstermiştir. Televizyonsuz ve telefonsuz ev yok gibidir. Bir zamanlar faytonla yapılan taşımacılık yerini dolmuş ve taksiciliğe bırakmıştır. Bunun da ötesinde, orta halli aileler bile özel otomobil sahibi olabilmişlerdir.
Bütün bunlara rağmen, dünyada ve Türkiye’de gözlenen hızlı gelişmelerden Erzurum’un yeterince nasibini aldığı söylenemez. Türkiye’de bölgeler arası, ticarî faaliyet hacmi ve gelir seviyesi bakımından büyük farklar vardır. Dengeli kalkınmanın unsurlarından biri de bölgeler arasındaki büyük eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Yatırımların bölgelere dağılımında adil bir denge sağlanamadığından Erzurum, tarihteki yerinin ve konumunun çok gerisinde kalmıştır. Yörenin kalkınmasına yönelik özendirici tedbirler yeterli değildir.” diye konuştu.
BÖLGELER ARASI GELİR VE REFÂH FARKI HER ZAMAN HER ÜLKEDE GÖRÜLEBİLEN BİR OLGUDUR
“Bölgeler arası gelir ve refâh farkı her zaman her ülkede görülebilen bir olgudur” diyen Sezen, “Bu farklılığın pek çok tarihî, coğrafî, sosyal, siyasal ve ekonomik sebepleri olabilir. Bu farklılığın, sosyal ve siyasî rahatsızlık doğurmayacak düzeyde kalmasına özen gösterilmelidir. Farkın giderek açılması birtakım tehlikeleri de beraberinde getirebilmektedir. Bu tehlikeleri şöyle sıralayabiliriz:
• Bölgesel fakirleşme sürecinin artması sosyal, kültürel ve siyasal boyutlu çatışmalara neden olabilir.
• Büyük şehirlere yapılan göçün, yerel hizmetlerin yürütülmesinde ortaya çıkardığı problemleri aşmak mümkün olmayabilir.
• Büyük kentlerle birlikte, terk edilen yerlerde de istismara açık siyasal yansımalar ve kültürel çatışmalar ortaya çıkabilir.
Sovyetler Birliği’nde gözlenen hızlı değişmeler ve bir çok Türk ülkesinin (Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan vd.) bağımsızlıklarına kavuşmuş olmaları, tarihî ve coğrafî konumu nedeniyle Erzurum’a yeni bir şans kapısı olabilir. Şehrin sosyal, kültürel ve ekonomik yönden gelişmesi, bu şansın iyi değerlendirilmesi ile gerçekleştirilebilir. Buna bağlı olarak Erzurum Havaalanı en kısa zamanda yurt dışı trafiğine açılmalı, Türk Cumhuriyetleri’nin Erzurum’da konsolosluk açmaları gerçekleştirilmeli, ayrıca Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası yetkililerinin bu cumhuriyetlerle ticarî ilişkilere girmeleri sağlanmalıdır.
Erzurum’un problemlerini Doğu Anadolu’nun, Doğu Anadolu’nun problemlerini Türkiye’nin problemlerinden soyutlamak mümkün değildir. Bu problemlerin hepsinin bir bütün olarak ele alınıp tartışılması gerekir.
AİLE YAPISINDAKİ DEĞİŞMELER
Aile, yakın akrabalık ilişkileri ile birbirlerine bağlanan kişilerin meydana getirdikleri temel topluluktur. Bu bakımdan aile toplumun en tabiî ve en küçük birimi olarak kabul edilmiştir. Ailenin şekli ve işleyişi her kültür tarafından kendi şartlarına göre ayrı ayrı belirlenmiştir. Modern ailede karı-koca sadakat, saygı, itimat ve karşılıklı dayanışma gibi dört aslî vazifede birleşmiştir.
İslâmiyet’te de aile teşkilâtı çok önemlidir. Aile fertlerinin birbirlerine karşı görevleri vardır. Kocanın görevi hanımı ile iyi geçinmek, onun nafakasını temin etmek; kadının başlıca görevleri kocanın şeref ve namusuna leke getirmemek, kanaatkâr olmaktır. Ayrıca ana-babanın çocuklara, çocukların ana-babaya ve kardeşlerin birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları vardır. İslâm’da aile hayatı, karşılıklı saygı ve sevgi temeli üzerine kurulmuştur.
Ülkemizin pek çok yöresinde olduğu gibi, Erzurum’da da aile yapısı Türk-İslâm sentezi bir manzara arz eder. Aile bağları kuvvetlidir. Özellikle tarım ve ticaretle uğraşan ailelerde; baba ölmeden çocuklar (evlenseler dahi) birbirlerinden ayrılmazlar. Bazen babanın ölümünden sonra da beraberliklerini sürdürdükleri olur. Bu hayat tarzının son yıllarda giderek değişikliğe uğradığı görülüyor. Artık geniş aileler yerini ana-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aileye bırakmaktadır. Her Erzurumlu, çocuğunu okutmak, daha medeni ve olumlu yaşatmak arzusu içindedir. Az da olsa kadın iş hayatına girmiştir. Gecekondularda ve eski Erzurum evlerinde oturmakta olan halkın büyük bir bölümü Yenişehir, Yıldızkent ve Dadaşkent’teki kaloriferli konutlara taşınmaktadırlar.
Teknolojik gelişmeler, aile-çevre ilişkilerinde büyük değişikliklere neden olmuştur. Çoğu aileler evlerinde oturup televizyon seyretmeyi, eş-dost, akraba ve komşu ziyaretine gitmeye tercih etmektedirler.
Dinî bayram günlerindeki eş-dost ve akraba ziyaretleri aileler arası ilişkilere büyük canlılık getirmekle beraber, az da olsa ekonomik durumu iyi olan bazı ailelerin bayram günlerini seyahatte geçirdikleri görülmektedir.
KÜLTÜREL VE SOSYAL HAYATLA İLGİLİ BAZI UYGULAMALAR
Günlük hayatımızda, çeşitli insanlarla ve olaylarla karşılaşırız. Davranışlarımızı her zaman kontrol altında tutamadığımızdan kendi kendimize, “Ben ne yaptım, nasıl yapmam gerekirdi?” şeklinde soru sorduğumuz olur. Bu arada, toplumun benimsediği ortak değer ve inanmalar vardır. Bunlar da kendi içinde bir bütün oluştururlar. Fert olarak toplumla uyum sağlamamızda bu değer ve inanmalar etkili olurlar. Geçiş dönemleri olarak bilinen (doğum-çocukluk-gençlik-evlenme-ölüm) yanında, halk hayatını ilgilendiren pek çok konuda uygulanan âdet ve inanmalar vardır. SELÂMLAŞMA
Şekil olarak bakıldığında küçük, belki de basit görünen selâm, toplum fertlerini birbirine bağlayan, insanlar arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırıp pekiştiren önemli bir davranıştır. Karşımızdakine ilgimizi, sevgimizi, saygımızı, nezaketimizi göstermenin en iyi başlangıcı selâmdır. Bu bakımdan, “Türk kültür hayatında selâm, insanları birleştiren, kaynaştıran en mühim bir davranış olarak kabul edilmiş, sözden önce selâmın gelmesi ile selâm vermeyenin sualine cevap verilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Töremizde önce selâm, sonra kelâm (söz) kuralı önemli bir yer tutar.” Dinimizde de selâmlaşmanın önemi üzerinde ısrarla durulmuştur.
Eskiden Erzurum’da karşılaşılan herkese selâm verilirdi. Böylece insanlar birbirlerine dostluk ve sevgi gösterme fırsatı bulurlardı. Bu uygulama günümüzde bir hayli azalmıştır. Yalnız tanıdık, eş-dost karşılaştıklarında selâmlaşmaktadırlar.
YARDIMLAŞMA
İnsan toplum içinde yaşamaya mecburdur. Birlikte yaşamanın en güzel tarafı, insanları sevmek ve onlara yardım etmenin zevkini tadabilmektir.
Türk insanı, karşısında kim olursa olsun, “halka hizmeti Hakk’a hizmettir” prensibinden hareketle, ona yardım elini uzatmayı hayatının bir parçası bilmiştir.
Erzurum’daki genel anlayışa göre de; yapılan yardıma hiçbir zaman karşılık beklenilmemelidir. Müslüman olan, herkes için hayır ister. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları içinde istemek insanlık faziletlerindendir.
KADIN-ERKEK İLİŞKİSİ
Destanlarımız kadını kutsal bir varlık olarak tanımlar. Eski Türk kadını ok atan, ata binen, savaşan, daima erkeğinin yanında bulunan, namusuna son derece düşkün olan eş, arkadaş ve yardımcıdır.
Törelerimiz “yuvayı dişi kuş yapar” demiş, Peygamberimiz(sav), “Cennet anaların ayağı altındadır” buyurmuş, Mevlâna, “akıllı adam kadına mağlup olandır”, anlayışını sergilemiştir. Kadın ve erkek tek başına değil, birbirine muhtaç ve birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratılmışlardır.
Kadın-erkek ilişkisi Erzurum’da karşılıklı sevgi ve güven esasına dayanır. Görünürde ailede erkek hakimmiş gibi bir izlenim söz konusu ise de, daha çok kadının dediği olur. Kız beğenmeğe dolaşan görücü kadınlar, oğullarına daha çok becerikli, akıllı ve hünerli kızları bulup almak için çaba gösterirler. Oysa damat seçiminde, uysal olan damadı tercih ederler. Kısacası, Erzurumlu gelinin uyanığını, damadın uysalını sever. Damadın uysal olması, kadının ailedeki rolünü artırır.
Medeni ve sağlıklı bir toplumun kurulması, kadın-erkek ilişkisinin aile sorumluluğunu birlikte taşımalarına bağlıdır. Erzurum’daki genel eğilim de budur.
AKRABALIK İLİŞKİLERİ
Akraba, kan veya evlilik yolu ile birbirine bağlı olan kimselere denir. Türk toplumunda akrabalık ilişkilerinin canlı tutulmasına gayret edilmiştir. Karşılıklı saygı ve sevgi temellerine oturtulmuş akrabalık ilişkileri daha uzun ömürlü ve sağlam olur. Günümüz toplumunda, geniş ailenin yerini çekirdek aileye bırakması, akrabalık ilişkilerini zayıflatmıştır. Sadece yakın akrabalar birbirleriyle ilgilenme fırsatı bulabilmektedirler. Uzak akrabalarla olan ilişkiler, yok denecek kadar az veya sınırlıdır.
Erzurum’da da akrabalar arası ilişkilerde (eskiye göre) gerileme görülmektedir. Ancak yörede zaman zaman yakın akrabaları ziyaret etmek usuldendir. Bu ziyaretler karşılıklı olur. Yaşlı akrabaları ziyaret etmede karşılık beklenmez. Doğum, evlenme ve ölüm gibi olaylar, akrabaların bir araya gelmelerine ve yardımlaşmalarına vesile olmaktadır.
AİLEDE YAŞLILARIN YERİ
Türk ailesinde büyük anne ve büyük baba adeta kutsal bir konuma sahiptir. Bu töre günümüzde pek çok ailede halen devam etmekle birlikte, bazı yörelerde unutulmuştur.
Erzurum’da yaşlılar ya çocukları ile birlikte veya ayrı oturmaktadırlar. Bu iki halin getirdiği birtakım sıkıntılar, hoşluklar, haklar ve görevler vardır. Yaşlının sosyal ve ekonomik şartları elverişliyse kimseyi rahatsız etmeden hayatını sürdürmeyi devam eder. Kendini idare edecek durumda değilse birlikte yaşamak zorunda kalır. Bu durumda çocukların ve torunların uymak zorunda oldukları sorumluluklar vardır. Bu sorumluluk kadının ve erkeğin anne ve babası için eş değerdedir.
GELİN-KAYNANA İLİŞKİLERİ
Anadolu genelinde olduğu gibi, Erzurum’da da erkek çocuk büyük imtiyaza sahiptir. Özellikle anneler erkek çocuklarına ayrı bir ilgi duyar, kız çocuklarına göre daha imtiyazlı büyütürler. Annelerin erkek çocuklara aşırı düşkünlüğü, gelin-kaynana ilişkilerinde birtakım sürtüşmelere neden olabilmektedir.
Büyük baba, büyük anne, kardeşler görümceler, eltiler ve bunların çocuklarından oluşan eski aile yapısı içinde gelinin aleyhine birtakım katı kurallar olduğunu görmekteyiz. Yusuf Mazhar, 1340(1924) yılında Resimli Ay Mecmuası’nın 7. sayısında yayınlanan, İstanbullu kızlara hitâben yazdığı,”Sakın Aldanıp da Erzurum’a Gelin Gelmeyiniz” başlıklı yazısında, Erzurumlu gelinlerin problemlerini şöyle dile getirmektedir: “Erzurum’da gelin için konuşmak yasaktır. Hamama giderseniz, kayınananızı, görümcelerinizi, sizden büyük eltilerinizi ve onların çocuklarını yıkayıp kurulamak görevinizdir. Gücünüz kalırsa, sonra da kendinizi yıkarsınız. Erkek çocuk doğurursanız ailenizden rağbet görürsünüz. Fakat kız çocuğu size hayatınızı cehennem eder. Misafir gelir de onların yanında kayınananızla beraber bulunursanız, yalnız dinlemeye mahkûm ve konuşmak arzularınızı yenmeğe mecbursunuz. Sofrada sağ omuzunuz kayınbabanızla kayanananıza ters dönmek üzere oturursunuz.”
Yusuf Mazhar bu yazısında kendi dönemindeki gelin kaynana ilişkilerini oldukça geniş bir biçimde dile getirmekte ve yazısını, “Sakın aldanıp da Erzurum’a gelin gitmeyiniz.” Sözleriyle bitirmektedir.
Günümüzde anne-baba ve çocuklardan oluşan “çekirdek aile” dediğimiz aile yapısının en önemli yeniliği kaynana baskısına son vermesi olmuştur. Annelerin erkek çocuklara düşkünlüğü onların evlenmelerine kadar devam etmektedir. Erkek çocuk evlenince evliliğin gereği olarak hanımına daha yakın bulunmaktadır. Bu da annenin erkek çocuğa olan ilgisinin azalmasına sebep olmakta ve onu kız çocuklarına yaklaştırmaktadır. Tespitlerimize göre, Erzurumlu anneler çocukları evleninceye kadar erkek, evlendikten sonra kız çocuklarına daha düşkün oluyorlar.
Günümüzde hali vakti yerinde olan aileler gelinlerini ayrı eve getirmektedirler. Bu gelin kaynananın fazla yüz-göz olmamaları açısından olumlu bir gelişmedir. Bu durumda bile gelinle kaynana arasında bazı uzaktan atışlar olabilmektedir. Buna rağmen sürekli aynı evde bulunup fazla yüz-göz olmadıkları için ilişkiler daha sağlıklı yürütülebilmektedir.
Yörede gelinini kızından ayırmayan kayınvalideler, kayınvalidesini annesinden çok seven gelinler de yok değildir. Aslında gelin kaynana sürtüşmesinin mantıkî bir sebebi de yoktur. Gelinin kayınvalideye kızıp kendi yuvasının huzurunu kaçırması, kayınvalidenin gelinine kızıp, çocuğunun ve torunlarının huzurunu bozması akılla bağdaşmayan davranışlardır.
HASTALIK DURUMU
Folklorun ana dallarından biri olan sağlık folkloru, insanlık tarihi kadar eskidir. Hastalığın sebebini bulma ve tedavi etme gayreti günümüze kadar devam edegelmiştir. “Eski insanlar, sebeplerini izah edemedikleri hastalıkları ekseriya yıldızlara ve hava değişikliklerine atfetmişlerdir.”
Halkın hayat-sağlık ve hastalık hakkındaki görüş, davranış, düşünce ve inançları kültürümüzde önemli bir yer tutmaktadır. Maddî ve manevî sebeplerden gelen hastalıkları, halk daima Allah’tan bilir. Bunun için “dert de Allah’tan derman da...” diyerek teselli bulur.
Erzurum halkı hastaya çok anlayışlı davranır. Onu yormamak, üzmemek ve rahat ettirmek için elden gelen yapılır. Hasta kendini idare edecek durumda değilse, yakınlarının bakım ve kontrolüne alınır.
Hasta ziyareti, Erzurumlu’nun en çok önem verdiği hususlardan biridir. Yakınlarından, dostlarından, tanıdıklarından, komşularından birinin hasta olduğunu haber alan her Erzurumlu, onu ziyaret etmeyi kendisi için önemli bir görev sayar. Hastayı ziyaret etmenin yasak olduğu durumlarda yakınları ziyaret edilir. Hastanın durumu ağırsa; “Allah’tan ümit kesilmez”,”Çıkmayan canda ümit vardır” gibi teselli edici sözler söylenir.
MAHALLE-SOKAK-SİTE İLİŞKİLERİ
Eski Türk mahalleleri minyatürlü bir devlete benzetilmiştir; imamı, muhtarı, ihtiyar heyeti, bekçisi bu devletin organlarıdır. Mahallenin yaşlıları tecrübenin, bilgeliğin, geçmişin; gençleri gücün, heyecanın, geleceğin; orta yaşlıları ise halihazırın sözcüleridir.
“Eskiden mahalle, ailenin biraz büyümüş şekliydi. Düğünlerde, doğumlarda, ölümlerde beraber yaşanır, beraber gülünür, beraber eğlenilirdi. Her ailede olduğu gibi zaman zaman kavgalar da olurdu. Herkes birbirini iyi tanıdığı için problemlerin çözülebilmesi imkânları vardı.”
Günümüz mahalleleri bu özelliklerinin pek çoğunu kaybetmiştir. Hızlı şehirleşmenin getirmiş olduğu nüfus hareketleri, şehirlerde yerli halkın azalmasına sebep olmuş, mahallelerde birbirini tanıyan insanlar giderek azalmıştır. Bu değişmelerin en çok olduğu illerden birisi de Erzurum’dur. Nüfus hareketleri, eskiden sürekli olan komşuluk ilişkilerinin, belli dar kalıplar içerisinde kalmasına ve geçici olmasına da neden olmuştur. Aynı site veya apartmanda oturanların bir kısmı ev sahibi, bir kısmı kiracı konumundadır. Kiracıların kalıcı olmayışları, komşuluk ilişkilerinin sınırlı tutulmasında etkili olmaktadır.
Nüfus hareketlerinden kaynaklanan bu menfî gelişmelere rağmen, Türk halkı, buna bağlı olarak Erzurum halkı, komşuluğun önemini hiçbir zaman gözden uzak tutmamıştır. “Ev alma, komşu al” atasözü yörede günümüzde bile geçerliliğini korumaktadır.
Komşu, yakın hatta bitişik konutlarda oturan kimselerin birbirlerine göre durumlarına denir. Komşuluk ise, komşu olma hali ve komşularla olan ilişkilerdir. Komşuluğun gereklerini en iyi şekilde peygamberimiz Hz.Muhammed(sav) dile getirmiştir: “Bir Müslüman hayır ve iyilik üzere, komşusu ile buluştuğu zaman ona selâm verecek, çağırdığı zaman davetine gidecek, aksırıp hamdettiğinde ona rahmet dileyecek, hastalandığı zaman ziyâret edip hal hatır soracak, ölünce cenazesine gidecek, komşusu açsa var olan yemeğinin yarısını onunla paylaşacaktır.”
Türk halkı, Peygamberimizin bu düşüncelerini her zaman için benimsemiş ve uygulamaya koymuştur. Yine halkımız arasında yaygın olan, “komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü, komşular arası dayanışmanın bir zorunluluk olduğunun güzel bir ifadesidir.
Komşuluk haklarını gözetmek, İslâm’da başta gelen görevlerdendir. Bir hadis-i şerifte: “Ev satın almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de yoldaş arayınız” buyuruluyor.
İnsan komşularının sevgi ve övgülerini kazanmalıdır. Hz.Ömer:”Komşusu yakını ve yoldaşı tarafından övülen kimsenin güzel hal ve ahlâk sahibi olduğundan şüphe etmeyiniz” diyor.
Erzurum halkı arasındaki genel eğilim de komşuluk müessesesinin sağlam temellere oturtulması doğrultusundadır.
ERZURUM’DA KOMŞULUĞUN YAŞAYAN TÖRELERİ
Eski Erzurum’da komşular aynı apartmanda yaşamamalarına rağmen, birbirlerine daha yakındılar. Birbirlerine olan saygı, sevgi ve yardımlaşma duygusu oldukça güçlüydü. Bayramlarda, kandillerde küçükler büyükleri ziyaret eder, büyükler de küçüklere sevgilerini belirtir, onları hoş tutarlardı. Bu töreler giderek kaybolmakla beraber, yaşayanları da vardır. Tespit edebildiklerimizden başlıcaları şunlardır:
• Komşu yeni evine taşınınca, bir ihtiyacı olup olmadığı sorulur.
• Yeni komşuya “hoşgeldin”e gidilir. Komşuluk edilecek biri olduğuna kanaat getirilirse, ziyaretler tekrarlanır.
• Çocuklar aynı yaşta iseler, tanışmaları ve birlikte oynamaları sağlanır.
• Komşuda hasta varsa ziyaret edilir, “geçmiş olsun” denir, gerekirse yemek gönderilir ve yardım talebinde bulunulur.
• Komşulardan birinin kızı evlendiriliyorsa, evlilik hazırlıklarına yardım edilir.
• Komşu evinde ölüm olayı varsa, çocuklar ölünün yanında bırakılmaz, komşu evine alınır, ölü evine yemek gönderilir, ev işlerine yardım edilir.
• Taziye sırasında ölü evinde sıkışıklık olursa, taziye komşu evinde kabul edilir.
• Fazla kokulu yemek pişirilirse, hamile olan komşu kadınlarına gönderilir.
• Dinî bayram günlerinde komşular ziyâret edilir.
• Kurban bayramında, kurban kesmemiş olan komşulara kurban eti gönderilir.
MİSAFİR AĞIRLAMA ÂDETLERİ
Misafirperverlik, menfaat duygularını ortadan kaldıran ahlâkî bir değerdir. Türk ananesine göre misafir ağırlamak başta gelen görevlerdendir. Ev sahibi, misafiri ağırlamak için her türlü zahmete katlanır. Yalnız kendi rahatını değil, aile fertlerinin rahatını bile unutur. Misâfire ülke genelinde gösterilen bu ilgi Erzurum’da daha içtendir.
Halkımız misafiri bir Allah vergisi sayar. Onu, güler yüzle karşılamayı bir borç bilir. Şehirde olsun, köyde olsun her evin mutlaka bir misafir odası vardır.
Erzurum’da misafir evin kapısında karşılanır. Uzaktan gelen eş dosta daha sıcak ilgi gösterilir. “Duvara çöp sokalım” denilmek suretiyle geciktiğinden dolayı sitem edilir. Eğer misâfir sık sık gelen biriyse, “Aman ne tesadüf biz de şimdi gelse” diyorduk tarzında sözlerle memnuniyet ifade edilir.
Yemek vakti habersiz gelen misafirler mutlaka sofraya davet edilir. Gerekirse sofra takviye edilir. “Misâfir umduğunu değil, bulduğunu yer” denilmek suretiyle noksanlıkların hoş karşılanması istenilir.
Erzurum ve çevresinde “zeyi gezmesi” denilen bir misafirlik geleneği de vardır. Hanımlar, uzakta bulunan akrabalarına bir ayı bulan uzun süreli misafirliğe giderler. Buna, “zeyi gezmesi” denir. Zeyi giden hanım, misafir gittiği evin yakın ve komşularına (o yörede bulunmayan) hediyeler götürür. Hediye dağıtılan kişiler de zeyi gelen hanımı sıra ile davet eder, dönüşünde kendi yörelerinin ürünlerinden hediyeler verirler.
YOLCULUK- TAŞIMACILIK
Erzurum, yolculuk ve taşımacılık alanında tarih boyunca hareketli günler geçirmiştir. Hindistan’dan gelip İran’a devam etmekte olan tarihî ipek yolu buradan geçmek zorunda idi. Ayrıca, İran ithalât ve ihracatının yarıdan fazlası Erzurum’dan geçen Trabzon-Tebriz kervan yoluyla yapılıyordu.
Motorlu taşıtların taşımacılıkta kullanımından önce, bu transit taşımacılık yanında, bir de mahallî taşımacılık vardı. Bilgi ve gözlemlerine baş vurduğumuz bazı yaşlı Erzurumlular geçmişte yapılan yolculuk ve mahallî taşımacılık hakkında şu bilgileri vermişlerdir:
• Mahallî taşımacılıkta kullanılan hayvan sayısı oldukça sınırlıydı. Taşıma aracı olarak yazın iki öküzle çekilen kağnı, kışın tek öküzle çekilen kızak kullanılırdı. Kağnının tekerleklerinde demir halkalar bulunurdu. Tekerlekler döndükçe halkalar ses çıkarır, mazının çıkardığı ses de buna takılınca, taşıyıcıların geldiği çok uzaktan duyulurdu.
• Yük taşıyıcılar beş-altı arabalık ekip halinde çalışırlardı. Yola çıkmadan önce yanlarına birkaç günlük yiyecek alırlar, çaydanlık, çay, şeker, tencere vb. eşya bulundururlardı. Yedek yakacakları da olurdu. Geceyi dışarıda konaklayarak veya ay ışığında yola devam ederek geçirirlerdi. Yollardaki bu meşakkatli hayatlarına rağmen, neşeli ve hoş sohbet insanlardı.
• Dinlenme saatlerinde ve gece konaklamalarında bazen yemek yaptıkları da olurdu. Sabahleyin yola erken saatlerde çıkar, günün sıcak saatlerinde dinlenmeğe çalışırlardı.
• Taşımacılık görevi üstlenen bu insanların kendi yiyecekleri ve barınmaları yanında, hayvanlarının doyurulması ve bakımına da büyük önem verilirdi. Dinlenme sırasında hayvanlara yedekte getirilen yem verilir veya civarda karınlarını doyuracak kadar ot varsa otlatılırdı.
• Yağmur yağması toprak olan yolları hemen çamur deryası haline getirdiğinden, yağışlı havalarda seyahat güçleşirdi. Yağmurun dinmesi ve yolların kuruması beklenirdi. Bazen de yağmur dinmek bilmezdi. Bu durumda en yakın köye gidilir, köydeki konaklardan birine misafir olunurdu. Konak sahibi, yolcular kadar onların hayvanlarının bakımıyla da ilgilenir, yapılan hizmet karşılığı para talep edilmezdi. Ancak, “kervâncıbaşı” denilen ekip sorumlusunun konak sahibine bazı hediyeler verdiği olurdu.
• Kış yolculuğu yaz yolculuğuna göre daha meşakkatliydi. Çift öküzle çekilen kağnıların yerini tek öküzle çekilen kızaklar alırdı. Kışın gece dışarıda kalmak mümkün olmadığından, köy konaklarına misafir olunurdu. Konak sahipleri, yolcuya ve hayvanlarına hizmeti, önemli bir görev sayarlardı. Yörede, kişilerin saygınlık kazanmaları konaklarının sürekli açık olmasına ve gelen misafirin sayısına göre olurdu. Çok misafir kabul eden gittiği her yerde büyük itibar görürdü.
• Kışın yağan karlar yolları kapatırdı. Yolların karını temizlemek gibi bir olay yoktu. Önceden gidenlerin izleri zamanla yol olurdu. Daha çok yolcu ve daha çok hayvanın geçmesi ile yürümeye elverişli, karı batırılmış yollar ortaya çıkardı. Yol üzerindeki karın setleşmesi, kızakların daha kolay hareket etmesini sağlardı.
• Dağ eteklerinde bazen kızakların devrildiği de olurdu. Yol kenarındaki kar yumuşak olduğundan bu devrilme olayı fazla tehlikeli olmazdı. Hatta bazı gülüşmelere ve yolculuğun neşeli geçmesine sebep olurdu.
• Tek veya çift atla çekilen kızaklar da vardı. Fakat atların kızağa koşulması öküz kadar yaygın değildi. Atın bakım ve kuşamının daha masraflı olması, yük taşımacılığında daha az kullanılmasına sebep oluyordu. At daha çok binmek için saklanırdı (beslenirdi).
Erzurum, demiryoluna kavuşmakla transit taşımacılıkta Türkiye’nin önemli merkezlerinden biri olmuştur. 1950’den sonra karayolu taşımacılığına önem verilmiş Erzurum, Kars, Ağrı ve Ardahan illerinin tamamı ile bazı komşu illerin bir kısmını içine alan karayollarının (XII.Bölge) merkezi olmuştur. Bölge olarak yaklaşık 3500 km yol ağı vardır. Bu yol ağının %80’i asfalt, geriye kalanı da stabilize yoldur. 1966 yılından beri bütün yıl boyunca uçak seferi yapılmaktadır.
Bugün yöre halkının hiç de az olmayan bir bölümü, çok çeşitli sebeplerle özel otomobilleriyle otobüsle, trenle veya uçakla sık sık şehirlerarası yolculuk yapmaktadır. Yolculuk yapanların yanlarında bir miktar yiyecek bulundurmaları Erzurumluların alışkanlıkları arasındadır. Tasarruf geleneğinin devam etmesi açısından bu davranış önemli ve lüzumludur.
ERZURUM’DA (DADAŞ) TİPİ
Çeşitli kaynaklarda Erzurum’a ve Erzurumlu’ya ilişkin pek çok söz söylenmiştir. Bunların başında Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi gelmektedir. Evliya Çelebi, Erzurum’a gelişini ve gördüklerini son derece canlı ve ilgi çekici bir üslupla dile getirir. Onun Erzurum’a dair naklettiği bilgiler arasında hayli ilginç tespitlere rastlıyoruz. Bunlar, halkın yüz renginden tutun da giyinişine kadar son derece dikkatli, gözleme dayalı tespitlerdir. XVII. Yüzyıl Erzurum insanını şöyle tanımlıyor: “Sağlam, rahatına düşkün, orta boylu, canlı, yaşlıları ve gençleri hep bahadır ve gürbüz adamlardır. Çok sağlam yapılı olurlar. On yaşından yirmi yaşına varıncaya kadar erkek çocukları gayet güzel olur, ondan sonra tez kıllanırlar. Fakat hepsi yumuşak huylu, uysal, zeki ve anlayışlı adamlardır. Kadınlar da son derece güzel olup kelimeleri ve lehçeleri düzgün, dişleri inci rengindedir. Havasının güzelliğinden erkekleri çok yaşarlar.”
“Beş Şehir” isimli eserinde Erzurum’u bir kartal yuvasına benzeten Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum insanının da felâketler karşısında direncini kaybetmeyen, mücadeleci, nüktedan, hicivci bir yapıya sahip olduğunu belirtir.
Erzurum’un Türk’ün bin yıllık kültürünü kendi coğrafyası ile bütünleştirdiğini ve önemli bir tarihî misyonu olduğunu belirten İsmail Habip Sevük ise, Erzurum ve Erzurumlu hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Borçların en azizi vatan borcudur. Hiç kimse bu borcu ödeyemez. Ama vatan, her zaman Erzurumlu’ya borçlu kalmıştır. Vatan müdafaasında, Erzurum her zaman üzerine düşeni yapmıştır. Ama biz ona layık olduğunu verememişizdir.”
Gerçekten Erzurum, her dönemde Anadolu’nun kilit-taşı olma konumunu üstlenmiş, Türk yurdu olduğundan günümüze kadar, her önemli vatan meselesinde devletin yüz akı ve güven beldesi olmuştur.
Üniversitemiz Fen-Edebiyat Fakültesi, kurucu dekanı, Prof. Dr. Mehmet Kaplan , Erzurum’u bir ışık şehri olarak tanımlıyor ve yüzlerce bilim adamı yetiştiren Atatürk Üniversitesi’nin; Büyük Önder Atatürk’ün vasiyeti üzerine kurulduğunun ifade ediyor.
Uzun yıllar üniversitemizde görev yapan Prof. Dr. Orhan Okay, Erzurum insanı ile Coğrafyası arasında bir ilişki kuruyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Erzurum coğrafyası, insanının karakterinin oluşumunda büyük rol oynamıştır. Çok defa zayıf ve dik duruşlu, sert profilli, suskun tavırlı, değişmelere dirençli görünen bu insanların, güven duyduklarına açıldıkları zaman; içten, hiçbir hesabı olmayan duru ve berrak kalplerini âdeta görürsünüz.”
Erzurum ve çevresiyle ilgili sayısız araştırma yapan, Erzurum’un yetiştirdiği değerli bilim adamımız Prof. Dr. Zeki Başar; “Tarihi şanlı olan Erzurum’un soylu, kahraman halkının Türklüğün bütün meziyetlerine sahip olduğunu” vurguluyor.
Yine kıymetli hemşehrilerimizden Prof. Dr. Sıtkı Aras, “Erzurum’un Mânevî Mimarları” isimli eserinde , Anadolu’nun diğer yörelerinde pek rastlanılmayan farklı ve renkli tiplere Erzurum’da rastlanılmasının sebebi olarak kültür mozayiğinin zenginliğini gösteriyor ve Erzurum’daki insan tiplerini âlim, velî, bey, lider, halk feylozofu ve dadaş olmak üzere altı ana başlık altında tanıtıyor.
Görüldüğü gibi, Erzurum ve Erzurum insanı ile ilgili çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Örnekler daha da çoğaltılabilir. Bunlardan Erzurum ve Erzurumlu’ya en çok yakışan sıfat şüphesiz “dadaş”tır. Müsaadeniz olursa bu kavram üzerine biraz durmak istiyorum: Dadaş, birtakım tarihî ve toplumsal olayların Erzurum’da ortaya çıkardığı bir tiptir. Bu tip, kadın-erkek, köylü-şehirli, zengin-fakir ayrımı yapılmadan Erzurum’a malolmuştur. Bir bakıma dadaş, kendine has özellikleri olan “Erzurumlu” demektir. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
• Dadaş; mert, vatansever, karakter timsali Erzurumludur.
• Dadaş, özgürlüğün, cumhuriyetin ve demokrasinin en güçlü bekçisidir(Büyük Önder Atatürk’ün kurtuluş mücadelesini Erzurum’dan başlatmış olması bunun en güzel örneğidir.)
• Dadaş, ülke bütünlüğünü bozanlara, politik ve ideolojik ayrım yapanlara karşı en büyük engeldir.
• Dadaş; kendisinin ve Erzurum’un Türklüğün öz bir parçası olduğunu, hiçbir zaman hatırından çıkarmayan kişidir.
• Dadaş, haksızlığa, yolsuzluğa, bencilliğe, çıkarcılığa karşı olandır.
Yukarıda sıralamaya çalıştığım birtakım özelliklere sahip olması gereken dadaş ve Erzurumlu ile ilgili yakınma ve şikâyetler zaman zaman(yine Erzurumlu hemşehrilerimiz tarafından) gündeme getirilmektedir.
Yakınmaların ana konusu “dadaş”ta bulunması gereken niteliklerin her Erzurumlu’da görülmeyişi yönündedir.
Dadaşlık Erzurumlu’ya ait bir sıfat olmasına rağmen, her Erzurumlu’nun dadaş olamayacağı görüşüne biz de katılıyoruz. Çünkü dadaşlık öyle rastgele kazanılmış bir unvan değildir. Sağlam bir kişiliği olmayan, soylu bir ruh asaleti taşımayan, mert, cesur, özü sözü bir olmayan kişileri “dadaş” olarak tanımlamak; dadaşa ve gerçek Erzurumlu’ya yapılan en büyük haksızlıktır.
Kısacası mert, özü-sözü bir olmayan kişilerin “dadaşlık” sıfatını taşımaya hakları yoktur.
BÖLGECİLİK VE HEMŞEHRİLİK
Bir insanın doğup büyüdüğü çevreyi sevmesi, oraya gönülden bağlı olması tabiidir. Fakat bunun bir politik malzeme haline getirilmesi, vatan ve millet bütünlüğünü zedeler. Erzurum’da doğmuş bir insanın Erzurum’u sevmesi, Erzurum’un kalkınması için özel bir gayret göstermesi şeklindedir. Bu sevgi, hiçbir zaman başka illerden olanlara zarar verecek nitelikte olmamıştır. Böyle bir durumu düşünmek bile Erzurumlu’nun aklının ucundan geçmez. Kendi hemşehrisinden çok yabancının hak ve hukukunu korur. Bugünkü Erzurum, kaderde, tasada bir ve beraber olan insanların millet olma şuuru ve gururu ile yaşadığı bir ilimizdir.”
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz