Beşiktaş ve Milli Takım savunmasının emniyet sübabı. Güçlü fiziği, oyun zekâsı ve mücadele gücüyle her takımın sahip olmak istediği ender defans oyuncularından birisi. Sakatlıkları ve sözleşme sürecinde yaşananlarla ilgili spekülasyonlardan büyük rahatsızlık duyuyor ve olayların gerçek yüzünü bu röportajda anlatıyor. Sırtındaki en ağır yük ise babasının vefatından sonra hasta annesi ile evli ablaları dahil tüm ailesinin geçimini üstlenmiş olması.
Bir yılı opsiyonlu iki yıllık sözleşme imzaladın ve Beşiktaş’ta kaldın. Senin taleplerin nedeniyle görüşmelerin uzadığı basın tarafından çok yazılıp çizildi. Bu işin aslını senden dinleyebilir miyiz?
Kesinlikle belirtmek isterim ki, sözleşme uzatma aşamasında görüşmeler uzamadı ve ben de yönetimden normalden yüksek bir ücret talebinde bulunmadım. Medyanın beni böylesine taraftarların önüne atması ve üzerimden spekülasyon yapması hiç hoşuma gitmedi, derinden yaraladı. Benim taraftarlarımızdan ricam, basında yer alan bu tür asılsız iddialara inanmamaları. Gerçekleri sadece benim ağzımdan dinlesinler. Başkanımız Yıldırım Demirören ve menajerimiz Sinan Engin, Avrupa Şampiyonası sırasında konsantrasyonumu bozmamak, turnuva bitiminde de 40 günün üzerindeki kamp dönemi sonrasında bana rahat bir dinlenme imkânı bırakmak adına anlayış gösterdiler ve sözleşmeyle ilgili görüşmeleri ilerleyen günlere ertelediler. Tatilim bittikten sonra Başkanımız Yıldırım Demirören beni çağırdı. Daha ilk görüşmede para konusunda uzun pazarlıklar yapmadan imzayı attım ve sözleşmem uzatıldı. Sözleşmemin uzatılması hususunda bana yardımcı olan Başkanımız Yıldırım Demirören ve babası Erdoğan Demirören’e özel olarak teşekkür ederim.
"GÖNÜLDEN BEŞİKTAŞLIYIM" Euro 2008’den sonra yurtdışından sana ulaşan resmi bir teklif var mıydı? Eğer olduysa, neden Beşiktaş’ta kalmayı tercih ettin?
Teklifler geldiği doğru. Fakat bu tekliflere rağmen takımımdan ayrılmadım, çünkü Beşiktaş’ta kalmayı çok istiyordum. Ben çok iyi bir Beşiktaşlıyım ve yıllardır bu camianın içindeyim. Beşiktaş sayesinde buralara kadar geldim. Her zaman için Beşiktaşlı Gökhan Zan olarak anılmak isterim. Beşiktaş’la görüşmeden başka herhangi bir takımla görüşmeyeceğim diye bir söz vermiştim. Bu sözümü de tuttum. Ben daha Çanakkale Dardanelspor’da oynuyorken, vefat eden babam defalarca beni Beşiktaş’ta oynarken görmek istediğini söylüyordu. Ayrıca, Dardanelspor’da Metin-Ali-Feyyaz üçlüsünün görev yaptığı dönemde onlarla çalışma imkânı buldum. Ne kadar gönülden Beşiktaşlı olduğumu bir ben bilirim, bir de Allah bilir.
27 yaşındasın ve Milli Takım oyuncususun. Avrupa’ya gitmek için doğru vakit ne zaman?
Bu tür kararları vermek kolay olmuyor. Bunu yaparken hem eşim hem de ailemin görüşlerini alıyorum. Bu sezon için Beşiktaş’a verdiğim söz doğrultusunda kulüpte kalmamın doğru olacağını düşündük. Ama eğer ileride Avrupa’nın kalburüstü takımlardan biri Beşiktaş’a da iyi para kazandıracak bir teklifle gelirse o zaman transferi düşünebilirim.
Sivok, Zapotocny ve Tuna’nın transferleri savunmada bir rekabet oluşturmuş durumda. Bu rekabeti kendi adına nasıl değerlendiriyorsun?
Sivok ve Zapotocny fazla tanıdığım oyuncular değil. Ancak, daha önceki transferlerde de söylediğim gibi Beşiktaş forması giyen her futbolcu kıymetlidir. İkisi de kaliteli oyuncular ki burada bizimle birlikteler. Daha önce İtalya’da oynamışlar. Mutlaka takımın gücüne güç katıp çok faydalı olacaklardır. Tuna da Gençlerbirliği’nden tanıdığımız başarılı bir oyuncu. Defansın bu denli alternatifli olması rekabet ortamını arttıracak ve başarıyı beraberinde getirecektir. Beşiktaş’ın eskileri olarak bizler yeni oyunculara elimizden geldiğince yardımcı olacağız ki takıma adaptasyon süreçleri kısa olsun.
İbrahim Üzülmez ve İbrahim Toraman arasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsun? İki oyuncunun kadro dışı kalması Beşiktaş savunmasını nasıl etkileyecek?
Sözünü ettiğiniz olay yaşandığı zaman ben tatildeydim. İkisi de uzun zaman birlikte oynadığımız futbolcular. Çok üzüldüm. Onlar da hadisenin bu aşamaya gelmesini istemezlerdi. Olayın boyutları ve öncesi hakkında da tam fikir sahibi değilim. Kadro dışı bırakılmaları yönetimin kararıdır ve benim bunun üzerine konuşmam yerinde olmaz. Taktiksel açıdan bakarsak, o bölgeye yapılan transferlerle yeni bir sistem oluşacaktır ve herkesin bu sisteme ayak uydurması gerekecektir. Bu bakımdan, iki oyuncunun yokluğunun bizleri çok etkileyeceğini düşünmüyorum.
Bu olay üzerine takımın yabancıları Delgado ve Nobre’ye kaptanlık görevinin teslim edilmesini nasıl değerlendirirsin?
Nobre zaten yıllardır Türkiye’de oynuyor. Buraya epeyce alışkın. Delgado ise adaptasyon sürecini tamamladı. Onlar resmi kaptan olarak görev alacak. Takımın en eskileri olarak ben de Rüştü ağabey de takımın menfaatleri için onlara yardımcı olacağız. İki oyuncunun da Beşiktaş’a layık kaptanlar olacaklarını düşünüyorum.
"CAM ADAM DEĞİLİM" Sık sık sakatlık yaşadığın için sana “Cam adam” lakabı takıldı. Bu yakıştırmayı gerektirecek bir durumda olduğunu düşünüyor musun?
Kamuoyunda ben tepeden tırnağa sakatmışım gibi bir görüş hâkim. Şu anda omzumdaki
problem dışında hiçbir sakatlığım yok. Geçen sene kaç maç oynadığıma iyi baksınlar. 20 tane Turkcell Süper Lig maçı, 5 tane de Fortis Türkiye Kupası ve UEFA Kupası maçı oynadım. Evet, belki daha fazla oynamam gerekiyordu ama sakatlıklara rağmen bu kadar oynayabildim. Daha önceki sezonlarda 35-40 maç yaptığım unutulmasın lütfen. Ayrıca, böylesine arka arkaya sakatlık yaşayan tek oyuncu da ben değilim. Örneğin, Villarreal’de oynayan futbolcumuz Nihat Kahveci’nin çapraz bağı ve üst adalesi koptu. Emre Belözoğlu Newcastle’da oynarken sakatlıkla ilgili birçok şanssızlık yaşadı. Bunlardan daha ağır sakatlıklar geçirenler de var. Çok şükür, benim yaşadığım ağır sakatlık yok ama sanki tek sakatlanan benmişim gibi bir tablo oluşturuluyor. Ayrıca, ne Fenerbahçeli ne de Galatasaraylı bir futbolcuya bu yapılıyor.
Milli Takım’ın Almanya kampı öncesinde ABD’ye gittin. Orada doktorlar omzunla ilgili neler söyledi?
Milli Takım’a performans konusunda destek veren Athlete’s Performance firmasının Arizona’daki tesislerine gittim. Orada çeşitli kontrollerden geçtim. Doktorlar bana ameliyatın acil olarak yapılmasına gerek olmadığını, omuz ve civar bölge kaslarının kuvvetlendirilmesi gerektiğini, fizyoterapist eşliğinde yapılacak çalışmaların yeterli olacağını söyledi. Ancak, benzer bölgede sakatlıkların sık sık tekrarlaması halinde operasyonun düşünülmesi gerektiğini belirttiler. Ben de kendimi iyi hissettiğim sürece ameliyat olmamaya karar verdim. Elimden geldiğince takımımı yalnız bırakmamaya gayret edeceğim.
Euro 2008’de defansın en çok forma giyen isimlerinden biriydin. Maçların ve elde edilen yarı final oynama başarısının en yakın tanıklarından biri olarak, bize şampiyonanın bir değerlendirmesini yapar mısın?
Elde edilen başarı ve maçların heyecanını ancak yaşayanlar bilir. Türk milletine böylesine büyük sevinç yaşatan takımın bir parçası olduğum için mutlu ve gururluyum. Ay-yıldızlı formaya layık olduğumu düşünüyorum. Sadece taraflı değil aynı zamanda tarafsız futbolseverlere de seyir zevki yüksek maçlar izlettirdik. Başkanı, yöneticisi, futbolcusu, malzemecisi ve taraftarı bir yürek oldu ve bu başarı geldi. İsviçre ve Avusturya’da büyük bir birlik-beraberlik ve arkadaşlık ortamı vardı. Dürüst olmak gerekirse ben böyle bir arkadaşlık ortamını daha önce hiç görmedim. Oyuncular dayanışma içindeydi, hocamız Fatih Terim bizi motive etmek için hep uğraş verdi. Portekiz maçıyla turnuvaya şanssız bir başlangıç yaptık. Ev sahibi İsviçre’ye karşı oynadığımız karşılaşmada 45 dakika boyunca aralıksız yağan bir yağmur vardı. O maçta da geriye düşmemize rağmen arkadaşlarımız canlarını dişlerine taktılar ve galibiyeti getirdiler. Çek Cumhuriyeti maçında ise 75. dakikaya kadar 2-0 mağlup durumdaydık. Arkadaşlarla konuştuğumuz zaman “Maçı en kötü ihtimalle 2-2 berabere bitiririz” diyorduk. Çünkü daha önce Çek Cumhuriyeti ile oynadığımız özel maçta son üç dakikada iki gol atmıştık. Şampiyonadaki maçta da 2-2’lik skoru yakalayınca, “Dikkatli olursak üçüncü gol de gelir” dedik ve öyle de oldu. Hırvatistan maçı da benzer şekilde geçti. Saha içinde müthiş arzuyla oynayan bir Türkiye vardı ve karşılaşmayı penaltılarla bile olsa daha çok isteyen taraf kazanmış oldu. Bu tür mucizeleri turnuva boyunca sadece Türkiye yapabildi. Almanya ile oynadığımız yarı final maçında birçok oyuncumuz bu maçta yer alamadı ama ben “Milli Takım eksik kadroyla oynadı” görüşüne hiç katılmıyorum. Oynayan futbolcularla oynamayan futbolcular arasında müthiş bir bağ vardı. O maçta belki de tüm turnuvadaki en iyi futbolu ortaya koyduk. Bu da sakat ve cezalıların yerine forma giyenlerin Türkiye’yi en iyi şekilde temsil ettiği anlamına gelir. Elenmek şüphesiz çok üzücüydü ama ülkemize yarı final sevinci yaşatmak da güzeldi. Oynanan maçlar gösterdi ki Türkiye ile oynayacak takımın attığı adımda bir değil, iki kez düşünmesi gerekiyor.
Milli Takımımız şampiyonada fizik gücü yüksek bir ekip olarak öne çıktı. Hatta grupta tek yenilgimizi aldığımız Portekiz maçında bile en çok koşan taraf bizdik. Bu noktada Amerikalı performans ekibinin kısa süreli çalışmasının size fayda getirdiğine inanıyor musun?
Tabii ki oldu. Onların da katkı payı var. Ancak, Fatih Hoca’nın bize sağladığı özgüven ve
motivasyon, bire bir yaptığı konuşmalar, kendi aramızda yaptığımız konuşmalar daha büyük bir etken oldu diyebilirim. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın bile maçları izlemeye gelmesi bizlerin savaşma gücünü arttırdı.
"FATİH HOCA ENERJİSİNİ YANSITTI" İsviçre ve özellikle de Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan maçlarını inanılmaz bir biçimde çevirdik. Yenik duruma düştükten sonra Fatih Terim size neler söyledi?
Maç içinde skorun rakip takımın lehine olmasının olağan bir durum olduğunu, önemli olanın maçın sonundaki skor olduğunu söyledi. “Maçın 90 dakika olduğunu hiç aklınızdan çıkartmayın. Burada milyonları temsil ettiğinizi unutmayın” gibi sözler söyledi. Hocamız hiçbir zaman kazanma hırsını yitirmedi, bize de o pozitif enerjisini yansıttı. Bazen teknik adam, bazen otoriter bir baba, bazen psikolog olabiliyor. Zaten teknik ve taktik bilgisinden söz etmeye gerek yok.
Finallerin senin için en unutulmaz anı hangisiydi?
Bütün maçların her dakikası aklımda. Özel bir an söyleyemiyorum.
Avrupa Şampiyonası’nda izleyip beğendiğin, seni etkileyen oyuncular oldu mu?
Açık yüreklilikle, “Türk Milli Takımı’nın tüm oyuncuları” diyorum. Kalbimin değil mantığımın sesini dinleyerek bu cevabı veriyorum. Kendi arkadaşlarımı ön plana çıkarmak daha doğru olur.
Şampiyonada yarı final oynadık ve 2008 yılında Avrupa’nın en iyi dört takımı arasına girdik. Sence bu Avrupa’nın en iyi dördüncü futbol ülkesi olduğumuz anlamına mı gelir? Değilse ne gibi eksiklerimiz var? Neler yapılmalı?
Milli Takım’da iki senedir yeni bir jenerasyon var. Özellikle büyük turnuvalarda mücadele gücümüz ve performansımız üst düzeye çıkıyor ve bize karşı oynayan rakiplerin işi böyle yerlerde daha zor oluyor. Motivasyonu, birlik ve beraberliği sağladığımız müddetçe bizim karşımızda duracak bir rakip olacağını tahmin etmiyorum. Bundan sonrası için, Turkcell Süper Lig’de kalitenin artacağı, Türkiye’ye daha kaliteli yabancıların geleceği inancını taşıyorum. Bunun dışında, Türk futbolcusu daha profesyonel olmalı ve davranmalı. Kulüp yöneticileri de daha profesyonel çalışmalı.
Dünya Kupası elemeleri Milli Takımımızı bekliyor. Grupta son Avrupa Şampiyonu İspanya da olacak. Grupta sadece birinci olan takımın direkt Dünya Kupası biletini alması, ikincinin play-off oynayacak olması işleri daha da zor hale getiriyor. Eleme grubuyla ilgili neler söylersin?
Kolay bir grupta değiliz. Dünya Kupası’na tek bir takımın direkt gidecek olması herkes için işleri zorlaştırıyor. Biz de zoru seven bir takımız. Maçlara doğru biçimde konsantre olursak başarıyla grupta çıkacağımızı düşünüyorum. Bence istikrar çok önemli. 2002 Dünya Kupası’ndaki üçüncülükten sonra iki önemli turnuvada yer alamadık. Şimdi de önemli bir başarı elde ettik ve bu noktada devamlılık adına 2010 Dünya Kupası bizim için büyük öneme sahip.
Yaklaşık 1.5 yıl önce bir dergiye verdiğin röportajda “Biz yabancılar gibi para sevdalısı değiliz. Türk futbolcusuna haksızlık ediliyor. Türk futbolcusuyla yabancıların aldığı paralar birbirine yakın olmalı” demişsin. Şimdi tablo değişti mi?
Türkiye’ye getirmek için milyonlarca euro verilen futbolcular bazen yeterli katkıyı yapamıyor ve takımdan ayrılıyor. Bu oyuncularla öyle sözleşmeler imzalanıyor ki oyuncu ayrıldıktan sonra bile parası ödenmek zorunda kalınıyor. Türk futbolcusu ise kulüple görüşme yaparken, istediği ücretler yüzünden yerden yere vuruluyor. Bu yüzden kimin yaptığı katkı karşılığında ne kadar para aldığına iyi bakmak gerekiyor.
"ÇOK RAHAT UYUMUYORUM" Kalabalık ailenin reisliğini yaptığını biliyoruz. Bu durum üzerinde bir stres oluşturuyor mu, oyununa etki ediyor mu?
Başımı yastığa koyduğum zaman çok da rahat uyuduğumu düşünmüyorum. Allah’a şükür sağlığım yerinde ama ailemi ve geleceğimi düşünüyorum. Engelli babam beş yıl önce vefat etti. Annem böbrek hastası, kız kardeşim de engelli. Evli ablalarıma bile ben yardım ediyorum. Belki bu benim kaderim ama bunu seviyorum. Onlara el uzatmaktan, bakmaktan mutluyum. Sağlıklı olduğum müddetçe onların yanındayım. Bu durum bana ister istemez bir stres yüklüyor. Kazandığım paraları düşünürseniz, bunu sırf zevk ve eğlence için değil, ailemin geleceği için kullanıyorum. Onlara güzel bir hayat yaşatmak istiyorum.
Geçen sezon ligin 24. haftasında, tam 4 yıl sonra liderlik koltuğuna oturdunuz. Gerek Başkan Yıldırım Demirören, gerekse teknik direktör Ertuğrul Sağlam Beşiktaş’ta bulundukları dönemde ilk kez liderlik sevinci yaşadı. Takımda bir mutluluk havası hâkimdi ama sonra işler ters gitti ve şampiyonluktan oldunuz? Ters giden neydi?
Biraz tecrübe eksikliği, biraz konsantrasyon sıkıntısı, biraz da şanssızlıklar şampiyonluğun elimizden gitmesine yol açtı. Ben takımımızda arkadaşlığın, birlik ve beraberliğin daha üst seviyede olması gerektiğini düşünüyorum. Bu kesinlikle ve kesinlikle arkadaşlığımız kötü anlamına gelmesin. Elimizi taşın altına daha fazla koyup, daha yüksek mücadele gücü sergilemeliydik. Şampiyonluğun bilincine erken varmalıydık. Çünkü son virajlara girdiğiniz zaman yapılacak bir hatanın telafisi mümkün
olamayabiliyor. Nitekim öyle de oldu. Fenerbahçe geçen sezon büyük harcamalarla transferler yapmasına rağmen biz de sezonu onlarla aynı puanda bitirdik. Şampiyonluğun elimizden kaçması tamamen kendi hatalarımızdan kaynaklandı. Eğer bu sezona iyi bir başlangıç yapmayı başarabilirsek ve hatalarımızdan dersler çıkarabilirsek mutlu sona ulaşan taraf biz oluruz.
Beşiktaş’ın son senelerde çok fazla transfer yaptığını görüyoruz. Gidenler ve gelenler anlamında çok sirkülasyon oluyor. Takım yapısının çok sık değişmesi
olumsuz bir gelişme değil mi?
Cisse, Delgado ve Tello bu sezon da takımda kaldılar. Sadece Schildenfeld’in bir sağlık problemi vardı. Kendisi de ayrılmak istemezdi ama ayrılmak durumunda kaldı. Higuain ve Diatta’nın performansları yeterli görülmedi. Onların ayrılmasıyla açılan yerlere transfer yapıldı. Bence o kadar da fazla bir sirkülasyon olmadı.