Şimdi telefonlarımızda tüm boş zamanlarımızı değerlendirdiğimiz o oyun uygulamaları var ya, türlü futbol oyunları, çeşitli araba yarışları, ve kızların oynadığı ancak bizim isim olarak çok aşina olmadığımız o oyunlar? (Barbie filan mı oynuyorlar telefonda? Yoksa bu tahmin ne kadar cahil olduğumuzu mı gösteriyor?)
İşte o oyunların hepsinin babası bu sihirli kutu ve kasetleriydi 90'larda. Televizyona takıyorduk aleti, istediğimiz oyunun kasedini de alete takıyorduk, sonra da başından kalkmıyorduk. Artık Pacman senin, SuperMario benim, Tsubasa mesela kesinlikle benim; gözlerimizi birkaç yıla bozmayı sağlama alıncaya kadar oynuyorduk.
Ördek vuruyorduk ya, hatırladınız değil mi? :)
Bu alet nasıl çalışıyormuş? Şöyle çalışıyormuş:
Gelelim atarilerin en yakın dostu; tüplü televizyonlara!
Siyah-beyaz televizyonları atlatmış bir nesiliz biz. Ama tüplü renkli televizyonlara, o televizyonların üzerine anneannenin ördüğü dantellere ve tüp çok ısındığı için televizyonun kapatılmasına fazlasıyla maruz kaldık. (Belki de çok ısınmıyordu da, uyku saatimiz geldiği için annemiz öyle bir yalan atıyordu? Hain anne!)
Bu televizyonların küçükleri pikniğe bile götürülürdü hatta. Anten manten yoksa, çatallar bıçaklar birleştirilir, televizyonun anten kısmına sokulur ve Türk işi anten elde edilirdi.
Gelelim en acayip şeylere.
Müzik kasetlerini 124094 kere yazdığımız için buraya eklemiyoruz ama, VHS kasetleri mümkün değil atlayamayız. Şimdiki çocukların katiyen bilmedikleri, Mars'tan gelmiş gözüyle baktıkları bu VHS kasetler, bir dönemimizi esir almışlardı.
Redkit çizgi filmlerini bu kasetlerden izliyorduk, Asterisk'leri de öyle. Şimdiki Digiturk kutularına benzeyen siyah kutuları vardı.
O dönem henüz ne korsan CD'ler, ne de torrent'e abanacağımız hızda bir internetimiz vardı... Biz de televizyonda çok beğendiğimiz bir film varsa, o filmleri tekrar tekrar izleyebilmek için VHS kasetlere çekiyorduk.
Gelelim fotoğraf makinelerine... 90'larda paramız bolmuş galiba, ya da çöpe plastik atmanın dünyanın ebesiyle olan ilişkisine çok hakim değilmişiz ki; bu aletler çok yaygındı.
İçinde bir makara film vardı (şimdi 'makara film' bile çok antika geliyor, değil mi?), o filmi bitiriyorduk; bu küçücük fotoğraf makinesini fotoğrafçıya götürüp fotoğrafları çıkarttırıyorduk. Sonra da çöpe gidiyordu bu makineler.
Bazı bilgisayar oyunları tek diskete sığıyordu, ucuzdu onlar. Bazılarıysa 4 disket falan tutuyordu, harçlık bitiyordu tabii... Prince of Persia, bir disket içinde gelmişti hatta ülkemize, çıkmak bilmedi sonra.
Disketi hatırladınız mı? Bir dönemimizi disketle geçirmemize rağmen biz bile zor hatırlıyoruz :) Ama bilgisayar teknolojisinin ne kadar hızlı geliştiğini görmek için diskete bakmamız yeterli:
Bu 4 katlı devasa alet, evimizin baş köşesinde dururdu. Ve her katı başka işe yarardı!
Son katında plak çalardı (tabii o yaşlarda biz çok tercih etmezdik, ama babamız filan Ali Rıza Binboğa plaklarını dinlemek için bu kısmı mutlaka çalıştırırdı.)
Bir alt katta genelde CD-çalar olurdu. CD'ler o dönem yeni teknoloji gibi birşeydi bizim için, o yüzden CD-çalarlı müzik seti pahalı birşeydi.
Hemen altında radyo bulunurdu...
90'ların sonlarında okulumuzda prim yapabilmemiz için anamızın babamızın maaşına, küçük kardeşimizin rızkına göz koyduğumuz efsane aletler; Disc-man'ler...
Çantamızda 5-6 tane CD kabı taşımamıza, -ve hatta CD kabı endüstrisinin de sağlam para kazanmasına sebep olmuştu bir dönem. Sallanmasın diye çok dikkatli tutardık, sallandığında CD takılırdı çünkü.
Kimya biliminin geldiği son nokta ile listemizi tamamlıyoruz arkadaşlar.
Kokulu arı maya silgiler, kimya biliminin gerçekten gelip gelebileceği son noktaydı. Bu silgiden sonraki gelişmeleri saymıyoruz, görmezden geliyor, reddediyoruz.