Korku, hissetmeyi pek tercih etmeyeceğimiz bir duygu olsa gerek. Çünkü genellikle korku, insanın kendini tekinsiz, güvensiz, ve saldırganlık gibi ancak aciz olduğunu düşündüğü anlarda hissettiği bir duygu. Buna rağmen insanlık olarak korku filmlerine tuhaf bir ilgimiz var. Bunun nedeni belki izlediğimiz şeylerin gerçek olmadığını ya da bizi tehlikeye atmadığını bilmemiz olabilir. Belki korku da mutluluk ve heyecan gibi uyarıcı bir etkiye sahip diye. Sonuçta bize bir zarar gelmeyeceğinden emin olsak, izlediklerimizin gerçek olmadığını bilsek bile bilinçaltımızın en karanlık noktalarına ulaşan korku filmleri bizi korkutan ve tekinsiz hissettiren şeyleri taklit ederek aynı duyguyu yaşamamızı sağlayabilir. Gördüğümüz gerçek olmasa bile, hissettiğimiz korku gerçektir.
Bu nedenle mi bilmiyoruz ama, gerçek olaylardan esinlenildiği söylenen korku filmleri çok daha çabuk kültleşir... Tabii ki bir korku filminin kültleşmesi için gerçek olaylardan esinlenilmesi gerekmiyor. Kendimizce bir gözlemimizi paylaştık. Gelelim esinlenildiği olaylar da en az filmler kadar (belki gerçek olduğu için daha da) korkunç filmlerimize...
İlk olarak 1984'te vizyona giren, 2010'da gelişmiş teknolojiyle yeniden montajlanarak tekrar izleyiciyle buluşan, birkaç jenerasyonun birden çocukluğuna korku dolu damgasını vuran film: Elm Sokağı Kabusu.
Johnny Depp'in henüz 21 yaşındayken başrolünü oynadığı, Robert Englund'un 20. yüzyılın en korku dolu karakterlerinden biri olan Freddy Kruger'a can verdiği filmi, bir başka efsane korku filmi Scream'in de yönetmeni olan Wes Craven yönetmişti.
Peki bu filmin esin kaynağının gerçek ve çözülememiş bir olay olduğunu biliyor muydunuz?
Bir de Türkiye'de yapılmış bir şakası...
Laos'taki soykırımdan kaçarak Amerika Birleşik Devletleri'ne sığınan Laoslu'lardan 18'i, 9 Mayıs 1981'de uykularında hayatlarını kaybettiler.
Atlanta eyaletindeki Hastalık Kontrol Merkezi'nin gerçekleştirdiği otopside, sığınmacıların hiçbirinde taşikardi (kalpte ritm bozukluğu) haricinde ölümcül bir hastalığa rastlanmadı. Bu ölümlerin tamamı, kalpteki ritm bozukluğuna bağlı olarak görülen kabuslara bağlandı. Yıllar içinde araştırmaların ilerlemesi ile bu ölümlerin sebebi genellikle Asya kökenli insanlarda görülen bir taşikardi çeşidi olan Brugada Sendromu olarak açıklandı.
Korku filmlerinden gereğinden fazla etkilenenleri uzunca bir süre tırstıran bir filmle devam ediyoruz: gencecik kız Emily Rose'un içindeki şeytanların (Evet, bir tane de girmemişti bu filmde... Öyle fena bir filmdi.) çıkarılmasını konu alan, Şeytan Çarpması (The Exorcism of Emily Rose).
O yıl 30 yaşında olan güzeller güzeli Jennifer Carpenter, 19 yaşındaki Emily Rose'u oynamıştı. Şeytan çıkarma seansını ise Peder Moore'u oynayan Tom Wilkinson gerçekleştiriyordu. Filmin yönetmenliğini ise kariyerini komple korku filmlerine adamış olan Scott Derrickson yapmıştı.
Filmde 19 yaşında olan Emily Rose, aslında 1976'da 23 yaşındayken hayatını kaybeden Anneliese Michel'in gerçek hikayesini konu alıyor.
1952 doğumlu Anneliese'nin hikayesi 16 yaşındayken başladı. Henüz o yaşta sara nöbetleri geçirmeye başlayan genç kıza epilepsi teşhisi konuldu. Anneliese 20 yaşına geldiğinde bazı dini objelere tepki gösterir olmuştu, kafasının içinde sesler duyduğunu iddia ediyordu. Durumu, devam eden tedavisine rağmen kötüleşmeye devam etti; birkaç defa başarısız intihar girişimlerinde bulundu.
Genç kız ve ailesi sonunda Anneliese'in içine şeytan girdiğine ikna oldu ve katolik kilisesi'ne başvurdu. Başvuruları birkaç defa reddedilse de, sonunda kilise genç kıza şeytan çıkarma uygulaması için bir pederi yolladı. Psikoposun emriyle, bu ayin gizli tutulacaktı. 1975'te başlayan ayin tam 10 ay boyunca devam etti. Şeytan çıkarma seansının sonunda Anneliese Michel 1 Temmuz 1976'da hayatını kaybetti.
2006'da vizyona giren Grimm Love çok çok yakın, resmen hatırlayabileceğimiz kadar yakın tarihte gerçekleşen bir olaydan esinleniyor...
Başrolünde Keri Russell ve Thomas Kretschmann'ın yer aldığı Alman yapımı filmde, psikoloji öğrencisi Katie Armstrong'un bitirme tezi olarak insan yiyen katilleri ele almasını, öncelikli olarak da katil Oliver Hagen'i araştırmasını izliyoruz.
Bu adamı hatırlayanınız mutlaka vardır!
Armin Meiwes, 2001 yılında internette verdiği reklamda ''Kesilip yenmek üzere 18-30 yaş arası iri yapılı biri aranıyor'' demiş, reklamı yanıtlayıp sözünden dönen kimseyi buna zorlamamış, nihayetinde Bernd Jürgen Brandes ile buluşmuştu.
Bernd Jürgen Brandes'in kurbanlığa gönüllü olması, Meiwes'in önce kurbanın penisini kesmesi ve penisi kurbanıyla birlikte yemeleri bu gerçek olayın en şok edici ayrıntıları olsa gerek! İşin bir diğer korkunç tarafıysa şu: Armin Meiwes, kurbanını öldürdükten sonra 10 ay boyunca onun bedenini yemeye devam etti. Yani polisin davayı çözmesi ve Armin Meiwes'i yakalaması tam 10 ay aldı!
Meiwes bugün 54 yaşında. Müebbet hapis cezası ile hapishanede.
---
Kaynaklar: Stufftoblowyourmind.com, Mayoclinic.org, IMDB.com, Therichest.com & Wikipedia.org