Requiem for a Dream / Bir Rüya İçin Ağıt’ta uyuşturucu bağımlısını, A Beautiful Mind / Akıl Oyunları’nda şizofren bir adamın karısını, House of Sand and Fog / Sisler Evi’nde evini geri almak için savaşan bir kadını, Blood Diamond / Kanlı Elmas’ta Afrika’daki elmas madenlerinin karanlık yüzüne şahit olan bir gazeteciyi, Reservation Road / Kesişen Yollar’da oğlunu kaybeden bir anneyi ve son olarak da Noah / Nuh: Büyük Tufan’da en meşhur peygamberlerden biri olan Nuh’un karısını oynadı. Jennifer Connelly’nin acı çeken kadın karakterlerle dolu bir kariyeri var. Ve şimdi onlara bir yenisini ekliyor...
Öncelikle, sevgisini açıkça ifade edemeyen bir kadını merkeze alan bir hikaye anlattığı için Claudia'yı çok cesur buluyorum. Nana duygularını hiç belli etmiyor ve hiç sıcak değil ama yaptıklarına bakınca çocukları için ne kadar çok mücadele ettiğini görüyorsunuz. Ben ondan çok farklı bir anneyim ve yaptığı seçimlerle özdeşlik kuramıyorum ama tıpkı onun gibi ben de duygusal bir kadın değilim. Sonuçta yaptığı şeyi anlıyorum ve bir yanıyla harika biri olduğunu düşünüyorum.
Son filmi The Milk of Sorrow'u (2009) izlediğimde yaptığı sinemanın beni derinden etkilediğini farkettim. Paramparça'dakilerin hepsi zor seçimler yapan ve bu seçimlerin ağırlığı altında ezilen karmaşık karakterler, onları bu kadar insani karakterler yapan da bu. Bunca acıdan geçerlerken onlarla beraber olmak çok acayip bir şey. Claudia yaşadığımız büyük bir kaybın sonunda bizi iyileştirebileceğine inanıyor, bu inançla çok ruhani ve çok güzel bir film yaptı.
Ruhani miyim? Bir düşüneyim... Evet öyleyim, ama bunun ne demek olduğunu tam bilmiyorum.
Beni şaşkına çeviren, anlayamadığım çok şey var. Çevremiz açıklayamadığımız sırlarla dolu. Anlayamadığımız bir iyileştirme gücüne sahip birçok insan var dünyada. Ayrıca sevginin bilgi kadar güçlü ve şifalı olabileceğine inanıyorum.
Kesinlikle! Sanat kelimelerin ötesinde bir deneyim sunar insana ve duygusal bir değişim yaratabilir. Sinema sayesinde kendi ruhumun ve duygularımı inceleyerek hayatı ve kendimi keşfediyorum. Ayrıca bana seyahat etme, farklı insanlarla tanışma ve onların hayatı nasıl yaşadıklarını görme fırsatı veriyor. Dolayısıyla sanatın bana perspektif kazandırdığını söyleyebilirim.
Belki evet, çünkü dediğim gibi anne olarak onunla özdeşlik kuramadım. Onu yargılamıyorum ve olduğu haliyle seviyorum. Yalnız şu var, ben asla çocuğumu onun gibi bırakamam. Eşimle (oyuncu Paul Bettany) benim için çocuklarımızla zaman geçirmenin kesin bir önceliği var. İş programımızı asla aynı anda çalışmak durumunda kalmayacak şekilde ayarlıyoruz. Böylece birimiz mutlaka tüm gün çocuklarla ilgileniyoruz.
Evet, özellikle uzun süreler boyunca çok yoğun çalıştığım dönemlerde düşündüğüm oldu. Bir araya ihtiyacım var gibi hissediyordum çünkü sürekli aynı tür filmler yapmak istemiyordum. Başka bir deyişle, zaman zaman hayatımda başka alanlar açma ve enerji toplama ihtiyacı duyuyorum; bu yüzden her film çekiminden sonra genellikle biraz dinleniyorum. Bu o kadar akıllıca bir karar değil belki ama arka arkaya film yapmayı sevmiyorum.
Röportajın tamamı ve daha fazla röportaj için buyrun: *