Phoebe Waller-Bridge, Fleabag’i yaratır ve bizi kendi benliğimizle konuşturmaya başlar. Fleabag, 6 bölümlük ilk sezonunun ardından öylesine ses getirdi ki o ses ikinci sezona gelene kadar dalga dalga yayıldı ve çoğaldı. Aslında tek kişilik bir sahne performansı olarak başlayan oyun tam da ilk sezonun hikâyesine sahipti. Fleabag’in tamamen seyircilerle konuştuğu ve etrafında olan biteni anlattığı bir performans olan bu oyun bir iç dökmeye dönüşüyordu. Bu iç dökme kişinin kendisiyle olan hesaplaşmasının kara mizah ve dram ekseninde bizi sarmasıydı.
Fleabag ne yaptığının, neler yaşadığının, etrafında ne tipte insanların olduğunun farkında ama bu farkındalık düzeyiyle baş etmeye çalışırken kendini nerede bıraktığını sorgulayan bir karakter olarak çıktı karşımıza. Ve gel gelelim ikinci sezona…
Dizinin ikinci sezonunun Fleabag’in içinde biriktirdiklerini daha da demlendirip vuruculuğunu arttıran anları yaratarak biçimlendiği muhakkak. İlk sezondan itibaren yumruk gibi kalbe inen bölüm sonları bize daha sezon tamamlanmadan bunu kanıtladı bile. Daha sakin bir Fleabag var karşımızda, bu sakinlikle birlikte bizle iletişimi daha doğrudan bir hâl almaya başlıyor. Kendi sorgulamalarını sadece biz görmüyoruz çünkü artık. İç sesini dinleyen başka bir isim kadraja giriyor. Bu noktada şunu söylemeden geçmek olmaz. Fleabag doğruysa da yanlışsa da kendi doğru ve yanlışlarıyla beraber kendi sorgulamasını yanına alarak tek başına ilerliyor. İzlerken oyunun içindeyiz, bu yolculuğa dahil ediliyoruz.
Ortalama 25 dakikalık bölümlerden oluşan dizinin havası gerçeklik duygusunu ayyuka çıkarıyor. Spoiler’a yer vermeden buralara kadar geldik, siz de bu altı bölümlük diziyi hâla izlemeye başlamadıysanız hemen başlamanızı tavsiye ediyoruz. Kahkahalara boğulurken koltuğa çivi gibi çakılmanın keyfini yaşayın...