EĞİTİM

Kapat

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi?

Akademisyen, yazar Prof. Dr. Uğur Batı; Mynet için önemli değerlendirmelerde bulundu. “Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi?” sorusuna yanıt arayan Prof. Dr. Uğur Batı, kaleme aldığı yazıda, “Sanatın olmadığı teknoloji, tıpkı kalpsiz bir beden gibidir: çalışır, ama yaşamaz.” ifadelerini kullandı.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi?

Cumhuriyet yazısını sanatla yazmak istedim. Bir çalıştaydayım. Resimler çiziyoruz, enstelasyonlar yapıyoruz. Ana tema Nutuk. Nutuk’taki en çok geçen olguları resmediyoruz. Neticesinde cumhuriyet, sadece tarih kitaplarının sararmış sayfalarında anlatılan, belirli bir tarihin ardına hapsolmuş bir olgu değildir. O, bir milletin kader çizgisini kökünden değiştiren, savaşlardan doğan bir fikir zaferinin adıdır. 102 yıl önce, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde tutuşturulan bu meşale, bugün MBA Okulları'nın ev sahipliğinde, dünyanın dört bir yanından gelen seçkin sanatçıların elinde yeniden alevleniyor.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 1

Cumhuriyet Yüzyılı Uluslararası Sanat Çalıştayı, bu anlamda, geçmişin sessiz tanıkları olan o görkemli taş binalardan, modern zamanların dinamik sanat merkezi Fişekhane'ye uzanan bir köprüdür. Burada her fırça darbesi, Nutuk'un satırlarından süzülen "tam bağımsızlık" ruhunu, tuvalin beyaz boşluğunda yeniden haykırır. Her heykel, kuruluş mücadelesinin çelik iradesini, modern formlarla şekillendirir. Bu bir kutlama değil, bir yeniden doğuş ritüelidir; tarihin derinliklerinden gelen bir sesin, sanatın evrensel diliyle tüm dünyaya duyurulduğu çağdaş bir destandır.

“CUMHURİYETİN RENKLERİYLE YENİDEN BAŞLAMAK”

Bir milletin hikâyesi bazen bir marşla, bazen bir devrimle, bazen de sessiz bir fırça darbesiyle yeniden yazılır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken, biz kelimeleri değil, renkleri konuşturduk. Çünkü bazı idealler vardır ki, anlatılmaz; yaşanır. Cumhuriyet Yüzyılı Uluslararası Sanat Çalıştayı, bu yaşanmışlığın, bu yeniden doğuşun adıdır. Bir ülkenin sadece tarihini değil, geleceğini de sanat aracılığıyla şekillendirme iradesinin ifadesidir. Altı gün süren o büyük buluşmada, dünyanın farklı köşelerinden gelen sanatçılar, aynı ışığın altında birleşti: Cumhuriyet’in ışığı.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 2

Tuval, yalnızca bir yüzey değildi orada. Bir ülkenin belleği, bir kuşağın hayalleri, bir öğrencinin ilk heyecanı aynı kumaşta buluştu. Her ressam, bir hikâyeyi getirdi:

Kimi Hindistan’dan sabrın rengini, kimi Moldova’dan bir sessizliğin tonunu, kimi Türkiye’den göğün mavi kararlılığını. Ve bütün bu renkler, aynı amaca hizmet etti: Cumhuriyet’in insana kazandırdığı onuru anlatmak. 29 Ekim sabahı geldiğinde, o onur renklerle can buldu. Renkler, Cumhuriyet’in ilk günlerinden bugüne uzanan görünmez bir köprüyü yeniden kurdu. Her tuval, geçmişle gelecek arasında sessiz bir antlaşma gibiydi. Nutuk, o antlaşmanın belgesidir. Bir milletin, sanat aracılığıyla kendine “yeniden inanma” hikâyesidir. Her sayfasında bir çocuk kalbi, bir sanatçının emeği, bir ulusun yüzyıllık sesi vardır.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 3

ÇALIŞTAYIN ÖYKÜSÜ

Sabahın erken saatlerinde, Fişekhane'nin geniş salonunda, Prof. Dr. Orhan Cebrailoğlu kahvesini yudumlarken pencereden sızan ışığa bakar; elinde, yılların izini taşıyan bir fırça, yarınki "Çıraklı" dersini düşünür – kahve fincanı soğur, ama o fark etmez, zihninde renkler dönüp durur. Yanında, Asist. Prof. Derya Ülker, tuvaline eğilmiş, öğrencisiyle – on beş yaşında, gözleri merakla parlayan bir kız, adı Elif – tekniklerini paylaşır: "Bak, gölgeyi böyle katman katman uygula, yoksa renkler yalan söyler; acele etme, sanat sabır ister." Elif'in elleri titrer, boya lekeleri parmaklarına yapışır, ama gülümser – ilk kez böyle bir ustanın yanında. Dışarıda, Ressam Natalya Yampolskiy, Moldova'dan getirdiği eski bir paletle çalışır; valizinden çıkan anılar, fırçasında canlanır – çocukluğunun köy evi, annesinin bahçesi; Ukrayna'dan gelen Tetiâna Şendryk'le sohbet ederler, çay içerken: "Savaş her şeyi değiştirdi, ama fırça aynı kalıyor," der Tetiâna, sesi kısık, gözleri uzak.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 4

Öğretmen Veysel Kurucu, heykel bloğuna vururken terler; yanındaki çırak, on sekiz yaşında bir oğlan, Ahmet, Öğrt. Üyesi olarak değil, rehber olarak dinler, elleri alçıya bulanır – "Bu taş sert, ama içindeki formu bulursan yumuşar," diye öğütler Veysel, kendi gençliğini hatırlar. Beş gün böyle geçer: Sabah kahvaltıları, ekmek ve peynirle basit; öğle molalarında çay sohbetleri, kahkahalarla dolu – Pınar Alacal, Şaban Tuncer'le şakalaşır, "Senin yeşilin benim kırmızıma uymuyor!" diye gülerler. 2023'ün Metropol'ünden kalan Filiz Kiprik, tanıdık bir gülümsemeyle Mustafa Dulda'ya selam verir; 2024'ün Watergarden hatıraları, yeni yüzlerde – Ceyda Güler'in sakinliği, Nuri Yavuz'un enerjisi – yankılanır, eski dostlar gibi.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 5

Akşamüstü yorgunlukları, omuzlar düşer, ama kimse şikâyet etmez; öğrenciler, not defterlerine karalar, ilhamlarını yakalar. 29 Ekim sabahı, sergi açılışı: Kalabalık dolar, ayak sesleri yankılanır; bandomuz marş çalar, göğüsler kabarıyor; Cebrailoğlu'nun piyanosu eşlik eder, notalar havayı doldurur. Öğrenciler, eserlerini asarken gururla bakar – Elif'in resmi, ilk gölgesiyle; Ahmet'in heykeli, ilk çiziğiyle. Bir belge alırlar, basit bir kağıt ama ömürlük – "Teşekkürler, ustam," der Elif, sesi çatallaşır. Medicana MBA Okulları'nın koridorlarında, bu tozlu günler, çocukların rüyalarına karışır – sanat, hayatın ta kendisi olur, lekeli ellerle, yorgun gülümsemelerle, gerçek bir bağla.

Sanat üretmeden teknoloji üretilebilir mi? 6

TEKNOLOJİ SANATSIZ OLABİLİR Mİ?

Bir gün biri bana, “Teknoloji sanatsız olabilir mi?” diye sorduğunda, önce durdum.
Çünkü bu soru, sadece mühendislikle değil, insanın kendine nasıl baktığıyla ilgilidir.
Bir makineye, bir yazılıma, bir köprüye ya da bir cep telefonuna bakarken aslında kendimize de bakıyoruz: Ne kadarını işlev için ne kadarını anlam için yaptık?
Teknoloji, çoğu zaman aklın başarısı olarak görülür. Ama insanı asıl insan yapan şey, yalnızca akıl değildir; hayret duygusudur. Ve hayret, sanatın özüdür.

Belki de bu yüzden, insanlık tarihindeki en büyük teknolojik buluşların çoğu aynı zamanda birer estetik devrimdir. Bir tekerleğin kusursuz dairesinde, bir su değirmeninin ritminde, bir köprünün zarif kemerinde sanatla mühendisliğin birbirine sessizce el verdiğini görürüz.
İnsan, yalnızca işe yarayan şeyler yapmaz; aynı zamanda güzel olanı arar.

Çünkü güzellik, işe yararlığın bir üst biçimidir — ruhun matematiği, zihnin sessiz melodisidir.
Ghosh ve Fossas, “Sanatçısız sanat mümkün müdür?” diye sormuşlardı. Bu sorunun yankısı bugün teknoloji dünyasında yeniden duyuluyor. Sanatçısız sanat ne kadar mümkünse, sanatsız teknoloji de o kadar mümkündür belki. Yani mümkündür — ama eksiktir.
Çünkü her yaratımın ardında bir bilinç, bir duyarlık, bir niyet vardır. Niyet, insanın görünmeyen imzasıdır. Bir makine çalışabilir, bir sistem üretebilir, bir algoritma öğrenebilir… ama niyet edemez. Niyet etmek, bir şeye anlam vermektir.

Ve anlam, sadece bilen bir zihinle değil, hisseden bir kalple doğar.
Bazen şöyle düşünüyorum: Bugün kullandığımız teknolojiler, gerçekten bize hizmet ediyor mu, yoksa biz onların sürekliliğine hizmet eden birer parça mıyız? Bir yapay zekâ bir tablo çizebilir, ama o tablonun kime ait olduğunu sorduğumuzda sessizlik çöker.
Çünkü sahiplik yalnızca üretimde değil, anlamda saklıdır. Bir şey “benim”dir, çünkü içinde benim duygum, benim sezgim, benim yanılgım vardır. Teknolojideki kusursuzluk arayışı, bazen bu insani yanılgıyı da yok eder.

Ve belki de sanatın en değerli yanı tam da budur: Kusursuz olmaması. Bir çalının rüzgârda titreyişini mükemmel hesaplayabiliriz, ama o titreyişi “hissetmek” için hesap yetmez.
Teknolojinin özü düzen, sanatın özü duygudur. Ama bu ikisi birbirini dışlamaz.
Tam tersine, insanın bütün yaratıcılığı bu ikisinin kesiştiği yerde doğar. Bir heykeltıraşın çeliğe biçim verirken duyduğu dirençle bir mühendislik ekibinin yeni bir malzeme geliştirirken yaşadığı heyecan aynı kaynaktan gelir:

İNSANIN SESSİZ MİRASI ÜZERİNE BİR DENEME

Bir biçim bulma isteği. Bir anlam yaratma arzusu.
Bugün, yapay zekâ sistemleri bir ressam gibi resim yapıyor, bir şair gibi şiir yazıyor.
Ama o resimde kimin hayreti var? O şiirde kim yanılmış, kim ağlamış, kim beklemiş?
İşte sanatın olmadığı teknoloji tam da burada kendini ele verir:
Her şeyi doğru yapar, ama hiçbir şeyi hatırlamaz.

Oysa insan hatırlayan bir varlıktır. Teknoloji üretirken bile geçmişini, inançlarını, duygularını, korkularını taşır. Bu yüzden bir köprüye baktığımızda sadece bir mühendislik harikası görmeyiz; bir medeniyetin hayalini de görürüz.

Bir yazılımın arayüzü, bir çağın estetik anlayışını yansıtır. Bir şehir planı, bir halkın yaşam duygusunu. Teknoloji, aslında insanın görünmez hikâyesidir.
Sanat ve teknoloji arasındaki sınır, doğada hiçbir zaman net olmamıştır.
Bir mağara duvarına çizilen ilk figür, bir iletişim aracıdır aynı zamanda.
Bir çömlek hem işlevseldir hem estetiktir. İnsan, bir şeyi işe yarar kılarken, onu aynı zamanda güzel kılmak istemiştir. Çünkü fayda, yalnızca bedenin ihtiyacıdır; güzellik, ruhun.
Ve insan, bedeniyle değil, ruhuyla yaşar.

Ghosh ve Fossas’ın söz ettiği “sanatçısız sanat” olasılığı, aslında bizi derin bir varoluş sorusuna götürür: Eğer bir eser, insan bilinci olmadan var olabiliyorsa, o hâlde yaratıcılığın ölçüsü nedir? Benzer biçimde, eğer bir teknoloji insan duygusundan bağımsız üretiliyorsa, o hâlde o teknolojinin etik ve estetik anlamı kime aittir? Cevap, belki de teknolojinin kendine yetme yanılsamasında gizlidir. Biz teknolojiyi geliştirirken, teknoloji de bizi biçimlendiriyor. Fakat bir farkla: teknoloji duygusuzdur; biz değiliz. O yüzden her yeni icat, aslında bizim duygusal haritamızın bir izdüşümüdür.

Belki de “sanatsız teknoloji” sorusu, “insansız insanlık” sorusuyla aynı anlama gelir.
Bir noktadan sonra, verimlilikle anlam arasındaki farkı unuttuğumuzda, makineler çalışmaya devam eder; ama biz nedenini unutmuş oluruz. İşte o zaman sanatın sessiz alanı devreye girer:
Sanat, bize hatırlatır. Hatırlatır ki, üretmek yaşamak değildir. Ve anlam, hesaplanabilir bir değişken değil, hissedilebilir bir varlıktır.

SONUÇ DENEMESİ

Sonuçta şunu söylemek mümkün: Evet, sanatsız teknoloji yapılabilir.

Ama o zaman teknoloji, insanı değil, yalnızca kendini üretir. Ve kendini üreten her şey, bir süre sonra kısırlaşır. Sanat ise, yaşamın sonsuz döngüsüdür — anlamın, duygunun, hatanın, merakın, kusurun ve güzelliğin bir aradalığı. Sanatın olmadığı teknoloji, tıpkı kalpsiz bir beden gibidir: çalışır, ama yaşamaz.

İnsan, her çağda kendini araçlarıyla anlatmıştır. Belki bugünün en büyük sorusu da budur:
Yaptıklarımız bizi anlatıyor mu hâlâ? Yoksa artık biz, yaptıklarımızın yankısı mıyız?

Ben hâlâ inanmak istiyorum: Teknolojinin içinde, bir yerlerde, insanın hayret duygusu yaşamaya devam ediyor. Bir çocuğun elleriyle lego yaparken hissettiği sevinçte, bir programcının kodu çalıştığında duyduğu tatmin duygusunda, bir tasarımcının çizgisindeki sezgide… Hepsinde küçük bir sanat kalıntısı var.

O kalıntı kaybolmadığı sürece, teknoloji insan kalır. Çünkü insan, ne yaparsa yapsın, sonunda hep aynı şeyi arar: Bir anlamın estetiğini.

YORUMLARI GÖR ( 0 )

En Çok Aranan Haberler

Kapat