Tarihin karanlık sayfalarında, hem korku hem hayranlık uyandıran bir isim parlıyor: Kazıklı Voyvoda, ya da gerçek adıyla III. Vlad Tepeş. Eflak Prensi olarak 15. yüzyılda hüküm süren Vlad, düşmanlarına uyguladığı vahşi cezalarla, zamanla “yaşayan vampir” efsanesine dönüşecekti.

Vlad Tepeş, 1431’de Transilvanya’da doğdu. Babası II. Vlad Dracul, “Ejderha Tarikatı” üyesiydi bu unvan, oğluna “Dracula” soyadını kazandırdı. Genç Vlad, Osmanlı sarayında rehine olarak yetiştirildi. Burada siyaset, savaş, dil eğitimleri aldı ve geleceğin padişahı Fatih Sultan Mehmet’le birlikte yetişti.
İki genç arasında bir tür dostluk, hatta kardeşlik bağı oluştu. Vlad, Osmanlı disipliniyle büyüdü ama aynı zamanda tutsak olmanın öfkesini de içinde taşıdı. Saraydan ayrılıp Eflak tahtına geçtiğinde, bu öfke artık onun yönetim tarzına dönüşecekti.

Korkuyu stratejiye dönüştüren Vlad, düşmanlarını, hırsızları, hatta itaatsizlik eden köylüleri bile kazığa oturtarak cezalandırdı. Bu yöntem, sadece ölüm değil, bir ibret sahnesiydi. Rivayetlere göre, Vlad’ın sarayına yaklaşanlar, yol kenarındaki binlerce kazığa geçirilmiş cesedi görür ve korkudan geri dönerdi. Bu acımasız yöntem, ona “Kazıklı Voyvoda” lakabını kazandırdı. Rivayetlere göre, bir savaş sonrası 20 binden fazla Osmanlı askerini kazığa oturtarak, Fatih’e gözdağı vermek istemişti.
Vlad Tepeş’in zalimliği o kadar ileri gitti ki, halk arasında onun öldürdüğü düşmanların kanını içtiği konuşulmaya başlandı. Bazı Avrupalı kronikler, Vlad’ın kazığa oturttuğu kurbanların önünde yemek yediğini, kanlarını ekmeğine batırarak içtiğini iddia eder.

Bu söylentiler, yüzyıllar sonra Bram Stoker’ın “Dracula” romanına ilham verecekti. Batı dünyası artık onu yalnızca bir hükümdar değil, ölümsüz bir vampir olarak tanıyacaktı.
Tarihi kayıtların çoğu, Vlad’ın başının kesildiğini ve Fatih Sultan Mehmet’e gönderildiğini yazar. Başının, ibret olması için İstanbul’daki surlara kazığa geçirildiği rivayet edilir. Bu, kaderin ironisiydi: binlerce kişiyi kazığa oturtan Voyvoda, sonunda aynı kaderi paylaşmıştı.
Vlad Tepeş’in gömüldüğü yer de tıpkı hayatı gibi sırlarla dolu. En çok kabul gören iddia, Romanya’daki Snagov Manastırı’nda gömülü olduğudur. Ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarda, mezarın boş olduğu ortaya çıktı.

Bu bulgu, “vampir efsanesini” daha da körükledi.