İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Bu yazının başlığı sadece “el-Cûlân” olsaydı, okuyucuların büyük bir kısmı muhtemelen neden bahsedildiğini anlamayacaktı. Zira hepimiz, Ortadoğu gündeminin özellikle Suriye-İsrail anlaşmazlığının kronik problemlerinden birini, binlerce yıldır söylendiği ve kaynaklara geçtiği şekilde Arapça “el-Cûlân” olarak değil, İbraniceden İngilizceye geçmiş haliyle, “Golan” olarak bilmekteyiz. “Hadabetü’l-Cûlân” (Cûlân yükseltileri/tepeleri) artık dünya gündemine, tıpkı Kudüs’te olduğu gibi, ABD’nin işgali tanımasının ardından, İbranice “Ramat ha-Golan” (Golan tepeleri) olarak geçmiş olacak. Bunun ayak sesleri duyulmaya başlandı bile.
ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasının ardından ortaya çıkan tepkilerin cılızlığından cesaret alan İsrail, bölgedeki dengeleri derinden etkileyecek, yeni bir oldubittiye hazırlanıyor. Bugünlerde hem ABD’de hem de İsrail’de, Golan’ın işgal ve ilhakının, Kudüs’ün işgalinin tanınması gibi, ABD tarafından resmileştirilmesi gerektiği yüksek sesle söyleniyor. Bunu makro planda bölgedeki İran karşıtı yeni politikayla ilişkilendirmek mümkün olmakla birlikte, Golan mikro bir analizi hak ediyor.
Zaten biz yıllardır “el-Cûlân”a “Golan” diyerek, bu işgali zihinlerimizde tanımamış mıydık? Bir işgalde önce nüfus, yani demografi, ardından yer isimleri, yani toponomi, son olarak da hudutlar değişir. Golan da bundan hâlî değildir ve dahi bunun en iyi örneklerinden biridir. Bu bölgede 1967’de başlayan işgalle önce demografi değiştirilmiş, ardından bütün dünyanın, hatta bölgeyi bin yıl yönetmiş olan biz Türklerin de hafızasından “Cûlân” silinip uluslararası basında sıklıkla işittiğimiz ecnebi tabiriyle “Golan (Heights)” adı yerleştirilmişti. Artık nihai adım işgalin resmileştirilmesi.
Tıpkı modern Tel Aviv’in (Arapça “Tel-Ebîb” [Bahar Tepesi]) Osmanlı’nın sahil kenti ve önemli ticaret merkezi olan tarihi Yafa’yı yutması gibi. Bugün Yafa, Kudüs’e giden Türklerin dönüş yolunda uğradıkları ve Tel Aviv’i tam karşıdan gören tümsekte “Love is Love, Tel Aviv” tabelasının önünde hatıra fotoğrafı çektirdikleri yer olarak meşhur. Tıpkı Filistin’in, bizde yanlış bir şekilde Kudüs hurması diye bilinen, Eriha’nın (Jericho) “mecdûl” cinsi hurmasının, bir tekel oluşturan ve hurma fiyatlarını tek başına belirleyen İsrail Hurma Üreticileri Birliği tarafından İsrail hurmasına dönüştürülmesi gibi.
Meşhur Yafa (Jaffa) portakalının İsrail portakalına nasıl dönüştüğünü İsrailli muhalif yönetmen Eyal Sivan “Jaffa, Orange’s Clockwork” (Yafa Portakalının Otomatiği) adlı 2009 yılında çektiği belgeselinde çok ironik bir biçimde ele almaktaydı. Sivan filmde, 1948 öncesinde Arapçanın Filistin lehçesinde “beyyara” olarak adlandırılan portakal bahçelerinde Müslüman ve Hıristiyan Filistinliler beraber çalıştıklarını, zaman içinde bu portakal bahçelerinin yerleşimciler tarafından işgal edilip mülkiyetlerinin değiştirildiğini, Yafa portakalının “İsrail portakalı” olarak uluslararası bir markaya dönüşme sürecini anlatırken, aslında adım adım ilerleyen işgalin nasıl gerçekleştiğini de izah etmiş oluyordu.
- Golan neden bu kadar önemli?
Tarihte Şam’a bağlı bir köy olarak geçen Golan’ın önemini ilk fark edenler 19. yüzyıl sonlarında bölgeden arazi temin etmeye başlayan Rotschildlerdi. Bölgede 1967 savaşından önce, Arapların yanı sıra Türkmenler, Çerkesler ve Dürziler yaşıyordu. Bu demografik kompozisyon da büyük ölçüde Osmanlı döneminde gerçekleşmişti. Dürziler 17. ve 18. yüzyılda, Çerkesler ve Türkmenler ise 19. yüzyılda bölgeye yerleşmişlerdi. Ancak savaştan sonra Araplar, Türkmenler ve Çerkesler Şam çevresine göç ederken bölgede sadece Dürziler kaldı. Altı Gün Savaşı’nın ardından 100 binin üzerinde Filistinlinin bölgeden sürüldüğü tahmin ediliyor. 1973 (Ramazan, Yom Kippur, Tişrîn) savaşında Suriye’nin İsrail karşısındaki tek başarısı Kuneytıra’nın geri alınması oldu. Suriye tarafından askeri bölge olarak kabul edilen Kuneytıra, bugün işgalin anısına bir hayalet şehir olarak bırakılmış durumda. Günümüzde Golan’da 20 bin Dürzi ile birlikte bir o kadar da yerleşimci yaşıyor. İsrailli eski başbakanlardan Yigal Allon 1970’lerde Golan’da bir Dürzi devleti kurma planı öne sürmüş, fakat süreç akim kalmıştı. Hem İsrail hem de Suriye bölgedeki Dürzileri kazanmak için onlara geniş imkânlar sunuyor. Buna rağmen Dürzilerin bir kısmı İsrail vatandaşlığını reddediyor.
Bölge Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail sınırlarının birleştiği bir köşede yer alan bin 800 kilometrekarelik bir alan. Golan Yermük nehri, Taberiye gölü ve Şeyh dağıyla çevrili, su kaynakları bol ve çok verimli bir bölge. Batıdaki üçte ikisi İsrail, doğudaki üçte biri ise Suriye’de. İsrail tarafında on beş adet su bendi bulunuyor. Verimli olduğundan, yerleşimciler tarafından bölgede pek çok “kibbutz” (kollektif çiflik) kurulmuş durumda. Tarihte Şam’ın, günümüzde ise İsrail’in su ve tarımsal ürün deposu olarak anılıyor. Golan’ın ilginç yönlerinden biri de kuzeyde deniz seviyesinden 3 bin metreye varan irtifadayken, güneyde deniz seviyesinin altında bir rakıma düşmesidir. Bu eğimden istifade eden Şeyh dağlarının eriyen karları ve suları Golan’ın tamamını geçip Taberiye gölüne ulaşarak bütün bölgeyi verimli bir coğrafyaya dönüştürüyor. Tarih ilmin babası Herodotos’un “Mısır Nil’in armağanıdır” sözüne nazire olarak biz de “Golan Şeyh dağının armağanıdır” desek abartmış olmayız. Golan bütün bunlara ilave olarak çok zengin petrol rezervlerine de sahip.
Şam’a 60 kilometre mesafede tepeden bakan bir konumda olan Golan, İsrail açısından, Suriye’nin başkentini takip ve tarassut etmek ve canı istediğinde vurmak için çok stratejik bir nokta. Arada sırada bunu yapıyor da. Zaten savaştan önce de Kuneytıra sınırında Suriye rejim güçleri pek ortalıkta görünmezdi. Tepelerde ise İsrail’in dinleme-gözlem istasyonları ve aletleriyle askerlerini görmek her zaman mümkündü.
Nitekim 2011 Arap Baharı sürecinde Golan’ın Suriye kısmında muhalifler ile el-Nusra ve el-Kaide türevi radikal örgütler, İsrail’in yardım ve himayesi altında hâkimiyet sağlamış durumda. Bu mühimmat desteği ve lojistik yardımlar elân devam ediyor. İsrail’in kendisi için tampon bölge oluşturan bu radikal gruplara yardım etmesini garip bulan okur için yazımızı bir son sözle bitirelim.
Son söz: Ortadoğu’da hiç bir şey göründüğü gibi değildir!
[Prof. Dr. Cengiz Tomar Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı ve Kudüs Araştırmaları Merkezi müdürüdür]