Kesinlikle evet... Nasıl olmasın ki! Yaş 40’lara geldiğinde vücudunuzla barışmış olursunuz. Ne istediğinizi ve istemediğinizi bilirsiniz. Bazı şeyleri deneyince çok zevk alabileceğinizi öğrenmiş olursunuz.Yaş aldıkça, ne yapmak istediğinizi bilir, sınır koyarken bunu bilinçli yaparsınız. Vücudunuz giyinikken nasıl, çıplakken nasıl bilirsiniz. Kendinize gerçekten dokunmayı öğrenmiş ve sınırlarınızı keşfetmişsinizdir.
Fantezi dünyanız gelişmiştir. Fantezileri paylaşmanın gizli keyfini bilirsiniz. Her şeyden önce, seks güzeldir; bunu bilirsiniz. Aşk yapmak, seks yapmak geyiklerine gülersiniz. Bu ikisinin aslında hiç de öyle keskin çizgilerle ayrılamayacağını bilirsiniz. Çok aşık olduğunuz biriyle doya doya seks yapmanın çok güzel olduğunu öğrenmişsinizdir. Peki, tüm bunları öğrenmek niye bu kadar zaman alıyor? Tam botokslarla, küçük estetik müdahalelerle, doğum sonrası deformasyonlarla geçen yaşlar, nasıl oluyor da aslında bedenimizden en çok zevk aldığımız yaşlar oluyor?
Üstelik her geçen günle ve yaşla kadınlarda bu zevk alabilme yetisi katlanarak artıyor. Sorun tamamen aklımızda, beynimizde.
Dışarıdan her şey çok modern, anne ve baba eğitimli; ama iş seks hakkında konuşmaya geldi mi, o tabu işte. 6–7 yaşlarımda reglin ne olduğunu öğrenmiştim, çocukların nasıl doğduğunu da aşağı yukarı biliyordum. Annem anlayabileceğim bir dille anlatmıştı. Çok soru sorardım, çok. O da atlatmadan anlatmaya çalışırdı. “Seks ne demek?” diye sorduğum an annem sustu. Ben de daha çok merak ettim tabi.
Ama 13-14 yaşlarında bekaret ne demekmiş anladım. Seks deyince önce bekaret konuşulmaya başlanmıştı çünkü. Bizim jenerasyonun asiliği biraz farklıydı. Siyasete 12 Eylül nedeniyle bulaşamadan büyümüştük. Ablalarımızın başına ne geldiğini görünce ve biraz da korkan ailelerimizin bizi bilerek apolitikleştirmeleriyle asiliğimiz başka alanlara kaymıştı.
13 yaşından beri Duygu Asena okuyordum. Aslında çok şanslıydık. Çünkü rahmetli Duygu Asena bizler için iyi bir rol modeldi. Kendi özel hayatını rant sağlamak için aç bakışlara sunmuyordu, zaten o zamanlar kimse bu kadar röntgenci de değildi ve belki o günlerde medyanın görevi sadece iç gıcıklamak değildi. Bizler, bedenimize nasıl sahip çıkacağımızı öğreten Duygu Asena yazılarıyla büyüdük. Peki onun yazılarıyla tanışma sebebimiz, annelerimiz de bizim kadar etkilenmiş miydi? Onlar da hem yatakta, hem hayatta hakklarıını aramışlar mıydı? Bu da annelere sorulamayacak sorulardan biri işte...
Dedim ya, politika yasaktı, isyanımız istediğimiz mesleği seçmek, istediğimiz erkek arkadaşı seçmek ve bekarete karşı gelmekle sınırlıydı. Bazı arkadaşlarım işi o kadar ileri götürdüler ki, dünyada 60’ların sonunda iyice radikalleşen feminist hareketin geç yansımaları olarak, bekaret işinden kendi parmaklarıyla kurtulu verdiler. Benim de aklımdan geçmedi değil doğrusu. Ama bilinç sizce, sadece annemi gıcık etmek için. Mesele, “Bakire değilim, kimseyle yatmadan, kendim hallettim, bedenim sadece bana ait! ” demekti.Yapmadım, korktum. Kendime zarar vermekten korktum. Hem korkak, hem isyankar olunmaz. Olsun, ben korkaklığımla 30 yaşıma kadar barışık yaşadım.
13 yaş önemliydi. Kim regl olmuş, kimin memesi büyümüş, kim öpüşmüş mahallede, ailede ve okulda çetelesi tutulurdu. Kuzenler, arkadaşlar birbirlerini takip eder, komşuların gözleri hem kendi kızlarının hem de başkalarının kızlarının üzerinde namus bekçiliği yapardı.
İlk kez o zaman duydum, “hafif kız”,“hoppa” lafını. Tüm annelerin gayreti, kızlarını o sıfattan uzak tutmaktı. Biz de ne yapalım, annelerimize mutfakta yardım ederken, öylesine konuşurken alttan alta beynimize sızdırdıkları kodlarla büyüyorduk işte çocuk-kadın bedenimiz ve beynimizle.
15 yaşlarında öpüşme meselesini çözmüştüm, ama gerisi “ı-ıh, olmaz”dı...“Olur” diyenler de vardı; hem uzak durmaya çalışırdık onlardan, hem de deli gibi merak ederdik neler yaptıklarını. Hal böyle olunca seks o yaşlarda nasıl iyi olabilirdi ki? Öpüşüp, öpüşüp, elbisesinin üzerinden dokunulmaya izin veren, sonra“ı-ıh olmaz” diyen kızlarla, çay partilerinde en masum slow danslarda “heyecanlanan” oğlan çocuklarının seksi ne kadar iyi olabilir ki? Bedenlerimiz, hem kendimize hem de birbirimize yasaktı o yaşlarda. İşte böyle büyüdük biz.
20’LERİNDE EVLENMEYENLER ÖZGÜRLÜKLERİNİ İLAN ETTİLER
20’lere doğru kimi çok aşık olup bekaretten vazgeçmiş, kimi kendini ve erkek arkadaşlarını oyalamış, kimi kendini kime, niye olduğunu anlamadan saklamıştı. Lisede biriyle sevişen kızların adları çıkmış, anneler kimilerine o kızlarla görüşmeyi yasaklamışlardı. Ama biliyor musunuz, o kızların hepsi gayet güzel, mutlu evlilikler yaptılar ve kendileriyle çok barışık kadınlar oldular. Çünkü onlar kısıtlananlardan iki tur öndeydiler. Bizim jenerasyon için üniversite yılları farklıydı.
Nihayet flörtler daha özgür, ilk aşk acıları pek bir sertti. Üniversitedeki büyük aşkıyla evlenemeyenler, hırslarını sonraki flörtlerinden çıkardılar ve doya doya seviştiler. Hemen büyük çoğunluğu 35’ten sonra evlendiler ve 40’larının başında çocuk yaptılar. Kimisi hızını alamayıp, ikinciyi, üçüncüyü de doğurup, bir de üstüne üstlük ünlü olup, gazetelerde “kariyer de yaparım, çocuk da, kocam da bana çok aşık” diye, iş ve evlilikten oluşan küçük holdinglerini gözler önüne serdiler.
30’LARA GELİRKEN İÇİMİZE RUH GİRDİ
Kısıtlananlar, bakire evlenenler ya da evleneceği kesinleşince nişanlısıyla sevişenler, genellikle 30’larına geldiklerinde içlerine ruh girmiş gibi sapıtıp, kocalarını boşadılar, oradan oraya savruldular; sadece kadınlıklarını sonuna kadar hissettiren birilerine kapıldıkları için. Gözü kara olanlardan ya da nihayet gözünü karartanlardan, tutkuyu seçenlerden bahsediyorum. Hemen hemen yarısının evli bir erkekle ilişkisi oldu ya da evliyken birine kapıldılar. 13 yaşlarında “hafif” olmamak için annesinin dizinin dibinden ayrılmazken, 30’lara geldiğinde, umursamamaya, sadece tutku peşinde koşmaya, kadınlıklarını hissetmeye müptela oldular. İşte o zaman, seksin aslında çok iyi olabileceğini anladılar. Cesaretleri arttı, kendilerine güvenleri geldi.
Barda tanıştıklarıyla da seviştiler, genç çocuklarada şans verdiler. Oh be, dünya varmış! Bir de yapamayanlar var, isyankar bedenine rağmen, tutku açlığına rağmen evli kalan, kocasıyla aylarca, yıllarca seks yapmayanlar var. İşte onlar için seks daha iyiye gitmedi. Oldukları yere sıkıştılar.
EVLENİNCE SUSTUK
Bir de mutlu azınlık var. Yıllarca aynı adamla evli olup, seksi de birlikte öğrenip,kendi sınırlarını, sınırsızlıklarını birlikte keşfedip mutlu olanlar var, ama çok azlar ve konuşmuyorlar. Kadınlar nedense evlenince susarlar. Bu nedenle evli arkadaşlarımla konuşmaktan pek hoşlanmam. Özgürlüğümü mü kıskanıyorlar, bana gıpta mı ediyorlar, kızıyorlar mı, kınıyorlar mı, anlamıyorum çünkü. Aralarında kendine güvenli, zekayla çeşnilenmiş espri anlayışına sahip, dürüst konuşanlar davar tabi.
Ama çok azlar. Oysa insanın herşeyin yıllara rağmen iyi gidebileceğini de duymaya öyle çok ihtiyacı var ki. Çünkü karanlıkta yol bulmak gibi geçen ilk gençlikte seks, kesinlikle bu yaşlarımızda olduğu kadar iyi değildi. Seks ?imdi çok iyiyken, aynı partnerle uzun yıllara yayılan bir ilişkide de iyi olup olmayacağı benim jenerasyonumun asıl sorunu. Çünkü bir kere kendinizi keşfettikten ve iyi seksin ne olduğunu anladıktan sonra, başa dönemezsiniz. Yani mantık evliliğini düşünüp,aman kırkıma geldim, evlenmeliyim, hatta belki anne bile olabilirim, bak Madonna’ya, yalnız yaşlanmak istemiyorum falan derken hoş biriyle, eksiğini, gediğini kabullenip evlenebilirsiniz de. Bu yaşlarda kabullenmeyi de öğreniyorsunuz çünkü. Ama o adam, birlikte yaşlanmak için doğru olsa da, ya seks sırasında sizi yakalayamıyorsa... İşte en önemli problem bu!
Uzman görüşü!
Nörolog Mehmet Yavuz’dan olgun seksin kimyası
Aşk hormonlarının en dengeli olduğu dönem, orta yaş dönemleridir. Orta yaşla beraber, beynin salınımını ve kontrolünü üstlendiği hormonlarda değişim başlar. Dopamin ve türevleri, mesela feniletilamin orta yaşlarda daha dengeli salgılanır. Sadakat ve bağlılığı düzenleyen D1 ve D2 reseptörleri nispeten dengeye girer. Gençliğin fırtınalı ve sorumsuz davranış tarzları daha aklı başında, ayakları yere basan davranışlara dönüşür. Dopamin, serotonin ve katekolaminlerin dengeye girmesiyle karşı cinse karşı oluşan beğenme, birlikte olma, yanından ayrılmama gibi yoğun duygular üst seviyeye çıkar. Orta yaşta insan, gerek beyin kapasitesi, gerekse vücut fonksiyonları olarak üst seviyededir. Duygular daha mantıklı ve kontrollüdür. Gençlik yıllarından farklı olarak beyinden salgılanan hormonların da etkisiyle, mantık ve duygu paralel seyreder. Dolayısıyla bu yaşlarda oluşan beraberlikler uzun solukludur. Orta yaşta, sanıldığının aksine seks dürtüsünde ve isteğinde azalma olmaz. Hatta beyinde salgılanan hormonlarında etkisiyle artma bile olabilir. Kadında menopozla başlayan kadınlık hormonlarındaki değişim sadece üremeyi durdurur, seksi sona erdirmez. Aksine gebe kalma korkusu olmadığı için daha özgür, daha kaliteli ve istekli seks yaşantısı olur. Erkeklerdeyse durum biraz farklıdır. Erkeklik hormonlarındaki değişim, az da olsa erkeğin seks performansını etkiler ve boşalma sayısını azaltır. Fakat seksin istek ve kalitesi bozulmaz.