İSTANBUL (AA) -YILDIZ DEVECİ BOZKUŞ- Dünyada her yıl, özellikle de Nisan aylarında yeniden gündeme oturan 1915 Olayları bu yıl da beklendiği gibi Fransa ve İtalya’nın aldığı kararlarla yeniden uluslararası kamuoyunda yerini almıştır. Günümüzde “Ermeni Sorunu” olarak bilinen 1915 Olaylarının temelleri 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşmasına dayanır.[1] 1915 Olayları, Osmanlı Devleti’nin son döneminde doruk noktasına ulaşmış, ancak devletin çözümlenemeyen bir meselesi olarak modern Cumhuriyet’e aktarılmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren büyük bir dönüşüm süreci geçiren bu sorun, Soğuk Savaş döneminde ise farklı bir noktaya taşınmıştır. Günümüzde daha ziyade 24 Nisan anma etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirilen faaliyetlerin de katkısıyla, artık herkes tarafından bilinen bir konuya dönüşmüştür. Ermeni meselesiyle ilgili olarak dünyanın en ücra köşelerinde bile 1915 Olaylarına ithafen anıt, heykel, sütunların dikilmesi, çeşitli ülke parlamentolarında Türkiye karşıtı karar, tasarı ve kanunların kabul edilmesiyle birlikte bu husus artık sıkça çeşitli ülke parlamentolarında siyasetçilerin iç politik malzemesi olarak kullandığı bir dış politika sorunu haline gelmiş bulunuyor.
Günümüzde Ermeni Sorunu Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin yanı sıra Türkiye’nin başta Batılı devletler olmak üzere birçok ülkeyle olan ilişkilerinde olumsuz etkiliyor. Uluslararası kuruluşlar tarafından da bu konuya sık sık vurgu yapılmakta, Türkiye muhtelif eleştirilere maruz bırakılmaktadır. Örneğin Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Avrupa Parlamentosu kararlarında, Birleşmiş Milletler’in beyanatlarında ve daha birçok kuruluş tarafından 1915 Olaylarına yer verilmektedir. Bunun ötesinde,1915 Olayları, 1965 yılından günümüze, otuzdan fazla ülke tarafından soykırım olarak resmen kabul edilmiş, bazı ülkelerde ise böyle bir soykırımın yaşanmadığını ifade etmek dahi suç haline gelmiştir. Bu sorunun tarihsel sürecine bakıldığında konunun günümüze kadar gelmesinde iki önemli kırılma noktasının etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Birincisi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda imzalanan Ayestefanos Anlaşması olmuştur. İkincisi ise Uruguay Senatosu ve Temsilciler Meclisi tarafından 20 Nisan 1965 tarihinde kabul edilip beş maddeden oluşan karar olmuştur. Bu tarihlerden itibaren soykırım iddiaları günümüze gelinceye kadar farklı boyutlara taşınmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler zamanla Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerini doğrudan etkilemeye başlamıştır.
Gelinen noktada, 1915 Olayları ve Dağlık Karabağ sorunu, ayrıca Ermeni diasporası tarafından ve uluslararası arenada sıkça dile getirilen 1915 Olaylarına ilişkin parlamento kararları nedeniyle Türkiye’yi Ermenistan’a bağlayan iki sınır kapısı (Akyaka ve Alican) 3 Nisan 1993 tarihinde kapatılmıştır. Bu iki sınır kapısı, Türkiye’nin kapalı durumda bulunan yegâne iki kara sınırıdır. İki ülke arasındaki bu tarihi sorunlar, diplomatik ilişkilerin de durmasına neden olmuştur. Bu durum Türkiye’yi olduğu kadar Ermenistan tarafını da olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle hâlihazırda Ermenistan’la diplomatik ilişkiler üçüncü ülkeler aracılığıyla (Gürcistan üzerinden) gerçekleştirilmektedir. Ermenistan ise günümüzde Azerbaycan ve Türkiye ile sınırları kapalı olduğundan, dış dünyayla temasını büyük oranda İran üzerinden sağlayan, bölgede her geçen gün biraz daha yalnızlaşan bir ülkeye dönüşmüştür. Oysa Ermeni tarihine bakıldığında, bugünün tersine, bölgedeki büyük imparatorluklar ve medeniyetlerle olan ilişkileri daima farklı seviyelerde ilerleyen bir topluluk oldukları görülür. Örneğin Türk-Ermeni ilişkileri, Selçuklularla başlayan süreçte bambaşka noktalara taşınmıştır. Daha önce Roma, Bizans ve Arap egemenlikleri altında yaşamış olan Ermeniler, Selçukluların bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte Bizans baskısından kurtulmak için Türklerle işbirliği içinde hareket etmişlerdir. [2]
Osmanlı İmparatorluğu’nda da Ermeni toplumunun önde gelenlerinin (amira) devlet yönetimiyle olan ilişkileri, ayrıca bilim, sanat, edebiyat ve bürokrasideki Ermeni entellektüellerinin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hizmetleri ve etkileri incelenmeye muhtaç konular arasındadır. Örneğin 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Roma, Padova ve Pisa üniversitelerinden mezun olan Ermeni öğrencilerin büyük bir kısmının Osmanlı Ermenilerinden oluştuğuna dikkat çeken Vartan Artinian, Muradyan Koleji’nde eğitim alan bu entellektüellerin özellikle eğitim ve çeviri konularında ciddi eserler ürettiklerini kaydeder.[3] Benzer şekilde devletin Tanzimat ve Islahat süreciyle birlikte eğitim amaçlı yurtdışına gönderdiği Ermeni gençlerinin sayısı ve söz konusu gençlerin İmparatorluğun modernleşme sürecine sunduğu katkılar burada yazılamayacak kadar geniş bir konudur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde veya birçok kaynakta geçtiği adıyla, Türk Devleti hizmetindeki Ermeniler hemen her alanda yer almış, son derece çalışkan ve kabiliyetli bir toplum olmuştur. Bu noktada devlet hizmetinde ayan azaları, milletvekilleri, dışişleri bakanları, Hazine-i Hassa bakanları, Danıştay üyeleri, konsolosluk görevlileri, içişleri bakanları, valiler, bayındırlık bakanları, orman ve ziraat bakanları, PTT bakanları, maliye bakanları, maarif, adalet, basın, mimari, baruthane, gümrük, sanat, ticaret, hukuk, müzik vb. alanlarda oldukça önemli görevlerde bulunmuşlardır. Bu görevlerde bulunan Ermenilerin birçoğu epey donanımlı ve çok yönlü bir Ermeni entellektüel sınıfından oluşmuştur.[4] Bu konuda Zeidner, Ermenilerin Osmanlı Devletindeki resmi hizmetlerin üçte birini oluşturduklarına dahi işaret eder.[5] Marchese & Breu ayrıca Yunanlıların bağımsızlık savaşının ardından ortaya çıkan boşluk sürecinde Ermenilerin “en güvenilir millet olmaları nedeniyle” Osmanlı elit çevrelerinde, ekonomik orta sınıfta, emperyal arenada, barut üretimi alanında, yargıda, mimari vb. alanlarda daha aktif bir rol almaya başladıklarına da dikkat çekmiştir. [6]
- Ermenistan’ın temelleri
Günümüzde Ermenistan olarak anılan devletin temelleri ise Rusya’nın da yardımıyla 19. yüzyılda Erivan ve çevresinde yoğun bir Ermeni yerleşiminin gerçekleşmesiyle oluşturulmuştur. Uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Ermeni toplumu, bölgenin kadim halklarından biri olarak tarihsel süreçte bölgede önemli bir aktör olarak yer almıştır. Ancak Ermeni toplumunun Ruslar, Persler, Osmanlılar gibi bölgenin en güçlü imparatorluklarının hüküm sürdüğü bir coğrafyada yaşamış olması ister istemez buradaki mücadelelerden de etkilenmelerine neden olmuştur. Tam da bu noktada tarihte olduğu gibi günümüzde de bölgenin önde gelen aktörlerinin Türk, Rus ve İran toplumlarının ortak hareket etme noktasında bir araya geldikleri bir süreçte Ermenilerin de artık diaspora ve Batılı ülkelerin güdümünden çıkarak kendilerine yeni bir yol haritası belirlemesinin zamanı gelmiştir. Yapılmayanı yapmak, denenmemişi denemek risk barındırsa da başarı ihtimali nedeniyle değişim daima heyecan uyandıran bir süreç olmuştur.
Türk-Ermeni ilişkilerinde bin yıllık bir geçmişi geride bıraktığımız bu günlerde, yeni parlamento kararlarının alınması Türkiye’de artık beklenen reaksiyonları meydana getirmemektedir. Bu kararlar, aksine, konuyu sıradanlaştırmakta ve iki ükenin normalleşme sürecini sekteye uğratmaktadır. Batılı ülkelerde her geçen gün yeni bir kararın alınması Türkiye açısından artık bir anlam ifade etmemektedir. Tıpkı 1965 yılında Uruguay’da alınan ilk karar gibi, alınan yeni kararların bugün de Türkiye açısından hiç bir önemi ve hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca şimdiye kadar 1915 Olaylarını hukuken soykırım olarak kabul eden bir uluslararası ceza mahkemesi kararı da yoktur.
Aşağıda görüldüğü üzere Soğuk Savaş dönemiyle birlikte başlayan bu süreçte günümüze gelene kadar yaklaşık otuz civarında karar alınmıştır. Kuşkusuz gelecekte de bu tür kararlar alınmaya devam edecektir. Türkiye-Ermenistan ilişkileri açısından vakit artık yapılmayanı yapma, denenmemişi deneme vaktidir.
İki toplumun bin yıllık tarihi ilişkilerinden hareketle böyle bir adım atmak veya böyle bir riski göze almaya değmez mi? Şimdiye kadar tüm yollar taraflar arasında denendi, bir kez de barış dili veya uzlaşma yolu neden denenmesin? Aksi halde Soğuk Savaş döneminden günümüze 1915 Olaylarının uluslararası arenada soykırım olarak kabul edilmesi çalışmalarına devam edilerek bu sayı birer birer ileriye taşınmaya devam edecektir. Bu konu diaspora için küçük, ancak insanlık için büyük bir ayıp olarak gündeme gelmeye devam edecektir.
Son olarak demokrasinin beşiği olarak bilinen Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un aldığı kararın hiç bir hukuki dayanağının olmadığının da bilinmesi gerekmektedir. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem de Fransız Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına aykırı olan 24 Nisan kararnamesiyle benzer şekilde 1915 Olaylarının da hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Çünkü Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) yargı yetkisi 1948 Sözleşmesi’ne dayanır. Bu Sözleşme de 1948’den önceki dönemleri kapsamadığından dolayı Ermeni soykırım iddiaları hukuki olarak UAD’ye götürülememektedir. Ayrıca bu konu Türkiye ve Ermenistan arasında daha önce imzalanan Moskova, Kars ve Lozan Barış Antlaşmaları’yla zaten hukuki olarak çözüme kavuşturulmuştur. [7] Dolayısıyla Fransız ve İtalyan hükümetleri tarafından kabul edilen soykırım kararlarının hiç bir hukuki dayanağı olmamakla beraber tamamen gündem oluşturmaya yönelik çabalardır. Türkiye’nin bu çabalar karşısında kararlı duruşunu devam ettireceği de bilinmelidir.
Fransa’da Yahudi lobisi oldukça güçlü bir konumdadır ve Yahudi lobisinden sonra en güçlü konumda olan Ermeni lobisidir. Diğer ülkelerin parlamentolarındaki kararlarda olduğu gibi, Fransa’da ve İtalya’da alınan bu kararlarda da Ermeni lobilerinin ciddi payı vardır. Uruguay’la başlayan bu sürece her geçen gün yeni ülkeler dâhil olmakta ve olmaya da devam edecektir. Bu gidişatın ne Ermenistan’a ne de Türkiye’ye herhangi bir faydası olmadığı gibi, toplumsal boyutta ve uluslararası arenada sürekli bir “mağdur Ermeni imajına” karşı “zalim Türk/Türkiye imajı” meydana getirmeye de devam edecektir. Bu tür kararlar toplumlar arasında kin ve nefretin körüklenmesine de neden olmaktadır. Oysa başta Avrupa Birliği olmak üzere Avrupa Parlamentosu, Birleşmiş Milletler vb. birçok uluslararası kuruluşlarda toplumların yakınlaşması, barışçıl adımlar atılması, kin ve nefretin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların desteklenmesi hususunda taraflar devamlı surette uyarılmaktadır. Batılı ülkelerde bu tür barışçıl değerlerin demokrasilerin gereği olarak sağlandığı, Türkiye ve diğer ülkelerin de bu konuda gerekli adımları atması gerektiğine sıkça vurgu yapılmaktadır. Ancak Batılı devletlerin bu noktada eylem ve söylemlerinin bir bütünlük arz etmediği ve aşağıdaki listeden kendilerinin bu tür skandal kararlar almaya 1965 yılından beri devam ettikleri görülmektedir.
2. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Temsilciler Meclisi Kararı (1982)
3. Arjantin Senatosu Kararları (1993, 2003, 2004, 2005, 2006, 2007, 2008)
4. Rusya Duma’sı Kararı (1995, 2005)
5. Kanada Avam Kamarası Kararı (1996, 2002, 2004)
6. Yunan Parlamentosu Kararı (1996)
7. Lübnan Temsilciler Meclisi Kararı (1997, 2000)
8. Belçika Senatosu Kararı (1998)
9. İtalyan Meclisi Kararı (2000, 2019)
10. Papa II. John Paul ile Ermeni Katogigosu II. Karekin’in Ortak Bildirisi (2001, 2000, 2001)
11. Fransız Meclisi Kanun Tasarısı (1998, 2000, 2001, 2019)
12. İsviçre Milli Konseyi Kararı (2003)
13. Slovakya Parlamentosu Kararı (2004)
14. Hollanda Parlamentosu Kararı (2004)
15. Polonya Parlamentosu Kararı (2005)
16. Almanya Federal Meclisi Kararı (2005, 2016, 2018)
17. Venezuela Parlamentosu Kararı (2005)
18. Litvanya Parlamentosu Kararı (2005)
19. Şili Senatosu Kararı (2007)
20. İsveç Parlamentosu Kararı (2000–2010)
21. Bolivya Cumhuriyeti Parlamentosu (2014)
22. Çek Parlamentosu Temsilciler Meclisi (2015)
23. Avusturya Parlamentosu (2015)
24. Brezilya Federal Senatosu (2015)
25. Bulgaristan Parlamentosu (2015)
26. Suriye Parlamentosu (2015)
27. Lüksemburg Parlamentosu (2015)
28. Paraguay Senatosu (2015)
29. Latin Amerika Parlamentosu – PARLATINO (Panama)(2015)
Bu kararlara bakıldığında akıllarda bazı soru işaretleri oluşmakta. Örneğin gerçekten tarihsel sorunların barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması hedefleniyor ise neden tek tarafın beyanatları esas alınarak hareket ediliyor? Türkiye/Türk insanı bu konularda ne düşünüyor? Bu kararlar Türk insanının uluslararası arenadaki imajını nasıl şekillendiriyor diye düşünen ülkeler, parlamentolar var mıdır? Yoksa her ülke kendi parlamentosunda iç ve dış konjonktürel çıkarları doğrultusunda sadece kendi kamuoyunu düşünürek mi bu tür kararlar alıyor? Gerekçe ne olursa olsun, hukuki hiç bir dayanağı olmayan bu kararların Türk-Ermeni uzlaşma sürecine yarardan çok zarar getirdiği yadsınamaz.
Türkiye son on beş yılda 1915 Olaylarının anlaşılması, sorunun çözülmesi, tarafların uzlaşması için başta Viyana Türk-Ermeni Tarihçiler Platformu (VAT), Ortak Tarihçiler Komisyonu, İsviçre’nin Zürih kentinde 2009’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol” olmak üzere birçok adım atmıştır. Bu konuda uzattığı barış eli çoğu zaman havada kalsa da bu tavrından vazgeçmemelidir. İmparatorluk geçmişi olan, kültürel farklılıkları zenginlik olarak gören bir gelenekten gelen bir ülke olarak tüm dünyaya bu kararların Ermenilerle arasındaki bin yıllık ilişkiye zarar vermeyeceğini haykırmaya devam etmelidir. Ermenistan tarafı ise Paşinyan dönemiyle birlikte daha cesur kararlar almaya, kendisine uzatılan barış ve dostluk elini sıkmasının zamanı geldiğininin farkına varmalıdır. Tıpkı bölgede İran’la, küresel çapta Çin’le, tarihsel anlamda ise Rusya’yla olduğu gibi, Türkiye ile de ilişkilerine büyük bir özen göstermelidir. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin yüzünü Rusya ve İran’a çevirdiği bir konjonktürde bölge ülkesi olarak Ermenistan’ın da Azerbaycan’la sorunlarını çözerek bölge ülkeleriyle birlikte hareket etmesinin zamanı artık gelmiştir. Bu değişim en başta Ermenistan’ın daha sonra da bölge ülkelerinin yararına olacaktır. Bu değişim hem bölgesel anlamda hem de küresel çapta büyük bir harekete dönüşme ihtimalini de barındırmaktadır. Ancak bunun için Paşinyan’ın kritik noktalarda görev alan ve “Karabağ klanı” olarak bilinen ekibi değiştirmesi elzemdir. Paşinyan’ın seleflerinin soykırım iddiaları ve Dağlık Karabağ sorunu konusundaki politikalarını artık rafa kaldırmasının zamanı gelmiştir.
Diaspora Ermenilerinin de Soğuk Savaş döneminde başlayan bu trendin artık ne Türkleri ne de Ermenileri eskisi kadar ilgilendirmediğinin ve beklenilen yankıyı uyandırmadığının farkına varması gerekmektedir. Bugün gelinen noktada Türkiye artık konuya farklı bir pencereden bakabilmektedir. Bin yıllık geçmişe sahip iki toplum arasında uzlaşma sağlanması konusunda bazı adımlar atmaktadır. Bu adımlar arasında 24 Nisan’da resmi görevlilerin yayınladığı mesajlardan mecliste Ermeni asıllı milletvekillerinin yer alıyor olmasına, üniversitelerde bu konularda çalışan akademisyenlerin ve bölümlerin sayısının artmasından Ermeni dilinde radyo televizyon ve basın-yayın konusunda atılan adımlara kadar geniş bir yelpazede birtakım müspet adımların atıldığını söyleyebiliriz. Burada kendini sorgulama sırası artık Ermeni diasporasına gelmiştir. Çünkü Soğuk Savaş döneminden bugüne Ermenistan’ın politikalarını Ermeni halkının ekonomi, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusundaki ve geleceğine dair kaygılarından daha çok Ermeni diasporasının kendi politikaları şekillendirmektedir.
Ermeni toplumunun ve kanaat önderlerinin yaklaşık 50 yıldır süren diasporanın güdümünden çıkma zamanı gelmiştir. Ermeni sorununda artık değişim zamanıdır.
[Doç. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kafkasya Çalışmaları Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak çalışmalarını yürütmektedir]
[1] Yavuz Ercan, Toplu Eserler: I, Ermenilerle İlgili Araştırmalar, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 197. Ayrıca bkz. Mim Kemal Öke, Yüzyılın Kan Davası, Ermeni Sorunu: 1914-1923, Aksoy Yayınları, İstanbul, 2000, ss.102-108.
[2] George A. Bournoutian, A Concise History of the Armenian People:(From Ancient Times to the Present), Mazda Pub., California, 2002, ss.105-114.
[3] Vartan Artinian, a.g.e., s.73.
[4] Robert F. Zeidner, “Britain and the Launching of the Armenian Question”, International Journal of Middle East Studies, 7(4), 1976, s.469, M.Sadi Koçaş, Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1990, s.108-130.
[5] Robert F. Zeidner, a.g.m., s. 469.
[6] Ronald T. Marchese and Marlene R. Breu, “Intersection of Society, Culture and Religion”, Ed: Richard G. Hovannisian, & S. Payaslian, Armenian Constantinople, Mazda Publishers, USA, 2010, s.108. [7] İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt: I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s.17-27.