HABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Avukat Ramazan Demir ve Ayşe Acinikli 78 günlük tutukluluklarının ardından görülen duruşmada savunmalarını verdiler

Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi iki avukat 16 Mart'ta İstanbul'da düzenlenen ev baskınlarında gözaltına alınmıştı.

Avukat Ramazan Demir ve Ayşe Acinikli 78 günlük tutukluluklarının ardından görülen duruşmada savunmalarını verdiler

Demir ve Acinikli ifadelerini verdikten sonra serbest kaldılar. Savcılığın itirazı üzerine 6 Nisan'da tutuklandılar. Çağlayan Adliyesi'nde ifade veren Demir, Cizre için AİHM'ye yaptığı başvuru nedeniyle _'devleti zor durumda bırakmak'_tan dolayı tutuklandığını belirtirken, Acinikli mesleki faaliyetlerini gerçekleştirdiklerinden dolayı tutuklandıklarını söyledi.

22 Haziran'da ilk duruşmaları gerçekleşen avukatlar, verdikleri savunmalarda da görüşlerininin arkasında durmaya devam etti.

Ramazan Demir, özellikle son bir sene içinde Türkiye'nin güneydoğusunda yaşanan şiddeti savunmasının merkezine koydu. Yakın tarihte yaşanan olaylara da değinen Ramazan Demir, tutuklandığı gün 'özgürlük dilenmek mesleğime hakarettir' demişti. Demir, savunmasının sonunda tahliye talebinin olmadığını belirtti.

Ayşe Acinikli ise savunması gereken hukuk dışı bir faaliyetinin bulunmadığını belirtti ve özellikle cezaevlerindeki tutuklulara karşı gerçekleştirilen hak ve hukuk ihlallerini anlattı.

Ayşe Acinikli ve Ramazan Demir'in savunmalarının tamamını aşağıda okuyabilirsiniz.

Avukat Ramazan Demir'in 22 Haziran 2016 tarihli savunması

Öncelikli olarak salonda bulunan bütün meslektaşlarımı, dostlarımı sevgi ve hasretle selamlıyorum. Hepiniz hoşgeldiniz.

Sözlerime başlamadan önce üstadımız, abimiz Tahir Elçi'yi, Şırnak'ın güzel çocuğu Hacı Lokman Birlik'i, onun şahsında da bu süreçte toprağa düşen bütün genç bedenleri ve geçtiğimiz gün tutuklanan TİHV başkanı insan hakları savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'yı saygıyla anıyorum.

3) İddianamemde geçen bir başka isim Cihan Karaman;
Ne yazık ki hiç tanıma fırsatım olmadı bu güzel genci. Hayatta tutmaya çalıştım sadece. Faysal (Sarıyıldız) vekilimizle hukuki ve idari olarak denemedik yol bırakmadık. Cizre Cudi mahallesinde yaralanmıştı ve devlet güçleri diğer yüzlerce yaralı gibi onun da hastaneye kaldırılmasına izin vermiyordu. Fiili oılarak öldürme eylemleri dışında hiçbir şey yapmayan devlet güçlerinin Cihan'ı hastyaneye kaldırması için AİHM'yi 112 acil servis olarak kullanmak zorunda kaldık. Dünyada ilk defa, Uluslararası bir mahkemeden, bir devletle ilgili vatandaşına ambulans göndermesi için kararlar aldık. Neticede devlet bu kararlara uymadı, Cihan'la birlikte yanındaki bütün gençleri yakarak öldürdü.

AİHM'nin vermiş olduğu tedbir kararlarını kişisel hesabımda payalaşmışım, devletin “terörle mücadelesi” için abluka demişim. Beni 78 gündür tutmanızın bir sebebi de bu. İleride bunun hesabını AİHM'ye verirsiniz artık, geçmiş olsun. 140 karaktere sığpdırabilmek için kısaca yazmak zorunda kalmışım, kusura kalınmasın. Ancak 100'ün üzerinde insanı yakarak, toplamda 300'ün üzerinde, içlerinde bebek, çocuk ve her canlıyı öldürüldüğü, doğmamış bebeklerin anne karnında kurşunlandığı, annelerin ölen çocuklarının cenazelerini sokaktan günlerce alamayan insanların hiçbir şey yapmadan çaresiz bir şekilde bekletilerek cenazeleri uzaktan izlemek zorunda bırakıldıkları, ailelerin gözü çıkarılmış, uzuvları parçalanmış, yakılmış cenazelerin sokaklardan toplanmasının bile haftaları bulduğu, suç delillerini karartmak için katliam mahallerine kamyon ve dozerle girip insan bedenlerine ait parçaları Dicle Nehri'ne döktükleri, bütün bunlarla beraber içindeki insanlarla yakıp yıktıkları Cizre'yi kısmen inceleme imkanı bulabilmiş STK'lar bile yüzlerce sayfalık raporlara sığdıramamışken ben 140 karaktere nasıl sığdırayım. O günlerin Cizre'si ile ilgili her söz yeyetersiz kalıyor.

4) Katliam ve insanlık suçları değil ama onların devleti incitmeden nasıl adlandırılması gerektiği Savcı'yı ilgilendiriyor. Kendisi için Cizre'de insanların bodrumlarda diri diri yakılmasının o kadar da büyütülecek bir tarafı yok. Cizre'de suç işlemeyi, insan öldürmeyi meslek edinmiş kamu görevlileri değil ama benim bunları nasıl adlandırdığım cezalandırılması gereken. Kullandığım kavramlara suç tipi olarak herhangi bir kanunda karşılık olmaması mesele değil kendisi için. Nasıl olsa zemini kaymış bir adalet sisteminde kimse kendisine _“örgüt propagandası suçu”_nun nasıl olmayacağının hesabını sormayacak. Onun da zaten bu işin doğrusunu öğrenme derdi hiç olmamış. Yaman ve Kerem hocaların, avukatım Benan'ın konuyla ilgili çok şahane çalışmaları bir tık uzağında halbuki. Ama zahmet edip ya da yürüttüğü hukuki işlerin niteliksizliğinden hicap duyup bir gün açıp bakmayacak. Çünkü işin hukuki kalitesini denetleyen olmadığı gibi, bu niteliksizlikleri iddianameleri kabul eden sizin gibi mahkemeler var.

Neticede savcı ile birlikte bana 78 gündür suçu olmayan bir cezayı çektirdiniz.

7) Devletin zulüm bürokratlarının bu kararları ile birlikte dört bir yandan karşımıza dikilen inkar duvarının bir de toplumsal gerçekliği vardı. Devlete politik açıdan mutlak bir şekilde bağlanmış toplum. Cizre'de, Silopi'de, Sur'da ve diğer alanlarda olup insan tahayyülünün bile ötesinde geçen vahşetler karşısında şaşkınlığa uğramıyor, önemsemiyordu. Çünkü bu topraklarda katliamın her türlüsü daha önce denenmiştir. Yeni olan da öncekinin tecrübesi ve cezasıslık mirası ile olmaktadır. Toplum da bunun bilincinde olarak, zaten devletin katliam hafızasında onlarca benzeri olan Cizre'deki vahşeti de, Taybet anaya yapılanı da mümkün görüyor, çayını yudumlamaya devam ediyordu. Kürtlerin yıkılan şehirleri ve hayatları ile birlikte öldürülen çocuklarına karşı ülkenin geri kalanı kendi rahatını olduğu gibi sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor.

Çağlayan Adliyesi'nde sıradan bir gündü. Hüseyin yine çevik kuvvet saldırısı ile merdivenlerden yuvarlanmış, yaralanmıştı. Bizim dışımızda herkese (adliyede olan) normal gelen bu durumu şu an salonda bulunan yabancı meslektaşlarımız ile raporlaştırmak için yaptığım bir görüşmeden bu şekilde devletin Uluslararası itibarını zedelemekle suçlanıyorum.

14) Devletin ve onun yargı sisteminin uygun gördüğü yerde ve şekilde avukatlık yapmaya eyvallah deyip kabullenenlerin yolu açık olsun ama biz kurbanlık koyun değiliz. Biz adliyenin, adaletin ve düşüncenin düştüğü acziyete ancak isyan edebiliriz.

Hukuken ve vicdanen kesinlikle olmaması gereken şeylerin olmasını engellemek için mesleğimizin en güzel yıllarını duruşma salonlarında, adliye kapılarında geçiriyoruz. Yokluk çekiyoruz ama açlıktan ölmedik henüz, ha bire dayak yiyoruz ama oldüresiye dövülmedik daha. Çok hırpalandık ama ölümcül yaralar almadık henüz. Yani nesnel ve fiziksel açıdan hak mücadelemizin hala üzerinde durabileceği ve varlığını sürdürebileceği bir zemine sahibiz avukatlar olarak. Yaşaması kolay olmayan bir hayat olduğunu kabul ediyoruz. Daha iyisini ve rahatını yaşamak imkanını da seçebilirdik, seçmediysek vardır elbet bir bildiğimiz.

15) Haklar hukukuna ve mücadelesine inanıyor, bunun kavgasını veriyoruz. Bu da bizi şu anki dünya üzerinde (en azından ülkemizin olmadığı yerlerde) haklar hukukuna iman etmiş sistem ve anlayışların bir parçası haline getiriyor. Misal şimdi dünyanın başka yerlerinde insan hakları ödüllerine layık görülen çalışmalarımız ve avukatlık faaliyetlerimiz nedeniyle bizi yargılıyor ve 78 gündür cezalandırıyorsunuz ya, şu an olduğu gibi ülkenin ve dünyanın dört bir yanından işlerini, güçlerini ve hayatlarını bir kenara bırakmış ve mücadelemize gönül vermiş bu güzel ve onurlu insanlar geliyor. Biz bu insanlarla birlikte idealini kurduğumuz adil dünya düzeninin inancında ve sürekliliğinde yaşıyoruz, bizimle onların arasına asker koyup bize sanık sandalyesini layık görenlerin değil. O yüzden bu halimizle kurulu düzeninizin, mahkemenizin özel yetkilerini aldığı sistemi aşmış bulunuyoruz ki, bu yüzden sopayı yedik. Çünkü bizi kuşatan bu fiili hukuk bilmezliğin, cahilliğin ve vizdansızlığın bizi alt etmesine izin vermeyeceğiz. Başımıza geleceklere de okula adım attığımız ilk günden beri razıyız. Bu haliyle biz burada siz orada iken bu durum bize sizin karşınızda büyük üstünlük sağlıyor. Bize yaşattığınız bu gururla tepeden tırnağa doluyuz. O yüzden ben asıl siz kendinizle, kararlarınızla, dünyayla bizi yargılamak ve hapsetmekle gelecekte nasıl yüzleşeceğinizi düşünün derim.

16) Bizi tutuklayan ve tutuklatan aklın bizim üzerimizde kurduğunu düşündüğü hakimiyetin ve şiddetin bu haliyle bizi dünya dışına, toplum ve sistem dışına attığını sanan hevesini kursağında bırakacağız. Bütün bu söylediklerimden kendinize pay çıkartın istiyorum. Adalet mekanizması olarak başlayan ve devam eden bir suça ortaklığınız ve eşliğinizin hukuki ve ahlaki hakikatini size göstermeye çalışıyorum. Bunu yaparken haklı olmamıza, ilke ve destek itibarıyla evrensel ölçüler kazanmış hak mücadelemize ve en önemlisi de bir halkın bize olan inancına dayanıyorum. Size karşı herhangi bir düşmanlık beslemeden, hatta meslektaşınız olarak bir selam vererek önünüzden geçiyorum. Eninde sonunda siz de kürsünün bu tarafına geleceksiniz, birbirimize bakacak yüzümüz olsun isterim.

17) Genç olduğumuza bakmayın. Kısa meslek hayatımızda siyasetin güdümüne girmiş, vizdan ve akıldan yoksun yargıya güvenmemeyi her adımımızda öğrendik. İktidarın yazdığı senaryoları oynayan mahkemeler olsun, yıllarca kendilerinin darmadağın ettiği ve fırsat bulduğu her şekilde anayasa başta olmak üzere bütün kanunları çiğneyip sahte deliller üretip adalet sistemini zehirleyelerin bizi getirdiği mevcut koşulların sadece kendilerine dokunmamasını ama geri kalan herkesi, hepimizi öğütmeye çalışmasına en baştan beri tanıklık ettik. Çok tanıklık böyle sanıklık getiriyor işte.

18) Bazıları ne yaparsa yapsın, yarım akılları ile ne söylerse söylesin, şu an için ülkedeki hiçbir hakim ve savcının haklarında en ufak işlemi yapmaya cesaret edemediği bir zamandayız. İşte şu anki düzende şiddetin de, ahlaksızlığın da, hukuki yozlaşmanın da en büyük nedeni, mesleğine ihanet eden hakim ve savcılardır. İstiklal Mahkemeleri'nin mahkeme salonlarında mahekme heyetinin hemen arkasında 'İstiklal Mahkemeleri mücadelesinde yalnız Allah'tan korkar' yazardı. Bugün artık Allah korkusu gitti, yerine HSYK ve Saray korkusu geldi.

19) Bütün bunların hukuka ancak istediği için, istediği zaman ve istediği ölçüde boyun eğen bir devlet sistemi yarattığının farkında değil misiniz? Mahekmelerin akıldan ve vicdanda yoksun kararlar aldığını görmüyor musunuz? Hadi devletin bizimle meselesi var, uzayda bile bir köşe yapsak MGK olağanüstü toplanır, azim ve kararlılık mesajları verilir. Peki yaratılan bu hukuk güvensizliği canavarının bir gün sizi de sevdiklerinizi de öğütebileceğinin farkında değil misiniz? 'Hukuk ve adalet herkese lazım' sözünün artık bir retorik değil, bizatihi can yakan ve can alan bir noktaya geldiğini ne zaman görmeyi düşünüyorsunuz?

20) _Zamanında bu uyarıyı yaptığımız meslektaşlarınız en son Gürcistan sınır kapısında görüldüler._ Hepsi gitti, biz hala buradayız. Daha da kalabalığız. Biz toplu avukat yargılamalarında dördüncü kuşak sayılıyoruz. İlk kuşak dahil, herkes salonda şu an. Sonraki kuşak, bir öncekinin savunmalarından faydalanıyor. Bir iki ufak değişiklik dışında senaryo ve yönetmen hep aynı oluyor. 90'larda Tahir abileri aldılar, çocuktuk, hikayelerini dinleyebildik sadece. 2011'de Özgür'leri, Ömer'leri aldılar. Neyseki avukatlıklarını yapabilecek kadar büyümüştük artık. Sonra Selçuk abileri aldılar, onlar için bir de dayak yiyecek kadar büyümüştük. Diyalektiği bozmadık, sıramızı savıyoruz şu an. Bu döngünün tek faydası sırayla herkes birbirinin avukatlığını yaptığı için avukatlık ücretinden kurtuluyoruz.

21) Bütün o davalarda ilk söylediğimiz şey, “gün gelecek, yarattığınız bu canavar sizi de yutacak” olmuştur. Bize, meslektaşlarına itimat etmek yerine güce tapanların sonunu gördük. Siz öyle olmayın istiyoruz. Cübbenizi temiz tutun. Herkes için, hepimiz için! Sami Selçuk'un deyişiyle, sabah kapınızı özel harekat polisi yerine sütçü ya da bakkal çalsın. Hukuk güvenliği istiyorsanız, söylediklerimize kulak verin. Mesleğinizin onuruna sahip çıkın.

22) Bakın biz cübbemizi yere düşürmedik. Mücadelemizi bırakmaya da korkup gitmeye de niyetimiz yok. Hak mücadelemizde sistemin iyileştirilmesini talep ediyoruz ancak bununla yetinmeyi düşünmüyoruz. Hak ve hukuk kurumlarının devlete bırakılamayacak kadar ciddi bir iş oduğunun bilincinde olarak bütün bunlara katlanıyoruz. En nihayetinde sıra neferiyiz biz de. Nazım'ın dediği gibi. Adımızın unutulmasından endişemiz olmaz. Verdiğimiz mücadeleyi sahiplenenler ve yükseltenler olduktan sonra adımızın unutulması bizim için ancak onurdur. Bu hikayenin sonunda asıl utanacak, unutulmayı dileyecek ve unutulmuş olmayı umacak olan bize bu muameleyi reva görenlerdir. Onların isimlerini de, yaptıkları işleri unutacağımızı da asla düşünmeyin. Hiçbir şeyi unutmuyor, her şeyi not alıyoruz.

23) Soracak hesaplarımız var. Kürdistan'ın her köşesinde işlenen her bir suçun, Taybet ananın, Hacı'nın, Rozerin'in, Tahir abinin, Mehmet Tunç'un, Cihan Karaman'ın ve ayağı taşa değdirilenlerin, canı yakılanların, evi yakılanların, cenazesi bulunamayanların, bedeni teşhir edilenlerin, duvarına yazı yazılanların hepsinin hesabını tek tek soracağız. O yüzden hep burada olacağız. Kovsanız da gitmiyoruz. Bizi cezaevinde tuttuğunuz her gün için goğsümüze onur madalyası takıyoruz. Kılıç sizin elinizde olabilir ama haklı olan biziz. Bunun gruru ve onuru bize yeter. O yüzden bugüne kadar tahliye talebim olmadı, bundan sonra da olmayacak.

Av. Ayşe Acinikli'nin savunması

Savunma hakkı, tutuklu/hükümlü; güçlü/güçsüz; haklı/haksız herkese lazım!

Ben avukatım. Avukatlık yaptım ve bu yüzden tutuklandım. Beş yıldır avukatlık yapıyorum ama yüzlerce kişinin savunmasını yaptım. Şimdi de benden savunma yapmam isteniyor ve şu an usuli işlem olarak savunma deniyor; ancak ortada savunma yapmamı gerektirecek bir durum yok!

Evet; kadınım, Kürt'üm, aleviyim, sosyalistim. Tarihin her döneminde ezilen, sürülen, öldürülen, asimile edilen ve tehlikeli görünen benim-biziz. Egemenler hep benden ve bizden korktular.

Evet, cezaevlerine gittim, oradaki hak ihlallerini kendi gözlerimle gördüm ve oradaki hak ihalleri ile mücadele etmeye çalıştım. Evet; Kürtlerin gözaltlarına gittim, onların hiçbir hukuki temele dayanmayan davalarına girdim. Dernekler, basın açıklamaları ve eylemler aracılığıyla kimliklerim için ve her şey daha iyi olsun diye mücadele verdim. Eğer benden bunlar nedeniyle savunma yapmam isteniyorsa bunu yapmayacağım.

Aslında bu yeni değil! Kadınlar açısından neolitiğin bitiminden cadı avlarına; Aleviler açısından Şeyh Bedrettin'in katledilmesinden Yavuz Selim dönemi Alevi katliamlarına; Kürtler açısından Bedirhan Ailesi'nin dağılmasından Zilan Deresi'ne kadar uzun bir 'sindirme, yok eyme, kökünü kurutma' operasyonları tarihi var. Bunları anlatmaya vakit yetmez. Ama, emperyalizmin kendi çıkarları doğrultusunda cetvelle çizdiği haritalar sonucu yeinden oluşturulan Ortadoğu haritası ekseninde Türkiye'yi ele alırsak devlet adının, hükümdarların, hükümetlerin hatta yönetim rejimlerinin değiştiğini; fakat bu politikanın hep aynı şekilde ve şiddetini arttırarak devam ettiğini görüyoruz. Bitirememin, yok edememenin öfkesiyle daha da hınçla geliniyor üzerimize.

Bu nedenle aslında burada yargılanması gereken biz değil; Roboski'de insanları katledener, Cizre'de insanları diri diri yakanlardır. Yargılanması gerekenler şehirleri yerle bir edenlerdir, çocukları ve kadınları öldürenlerdir, vicdanını kaybedenlerdir.

Son olarak, unutulmamalıdır ki, bu böyle gitmeyecek. Dirençle, umutla, inatla bu haksızlıklar son bulacak. Yarını biz yaratacağız, yarının sahibi biziz.

Herkesi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Dava ile ilgili daha fazla detaya ulaşmak istiyorsanız ÖHD'nin resmi Twitter hesaplarını takip edebilirsiniz.

ÖHD İstanbul Şubesi

ÖHD Genel Merkez

Mynet Youtube


En Çok Aranan Haberler