Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e gönderilen mektuplarla AİHM'nin 14 Aralık 2010 tarihinde kesinleşen Hrant Dink kararının icrası talep edildi. Mektuplarda, AİHM kararının ardından Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik'in "kararın gereğinin yerine getirileceği" yönündeki sözleri hatırlatılarak, kararın gereğinin yerine getirilmesi bakımından sorun alanları ve yapılması gerekenler belirtildi. Dink Ailesi adına yapılan
açıklamada, AİHM'nin 14 Aralık 2010 tarihinde kesinleşen Dink kararında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin dört kez ihlal edildiği sonucuna vararak Türkiye'yi oy birliği ile mahkum ettiği hatırlatılarak, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının gereğinin yerine getirilmesini yalnızca tazminat yükümlülüğü bakımından değerlendirmek mümkün değildir. Aksi halde bir bireyin yaşam hakkı ile hükmedilen tazminatı karşı karşıya getirmek gibi bir sonuç doğacak ve bireyin yaşamının bu tazminat miktarı ile
ölçülmesi gibi kabul edilemez bir sonuç doğacaktır. AİHM, Hrant Dink kararında ayrıntılı gerekçesi ile sözleşmenin 2. maddesi iki kez olmak üzere ayrıca 10. maddesi ve 13. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir. Şimdi yapılacak olan, ihlal kararının devlet organlarına ve yargı makamlarına yüklediği görevlerin yerine getirilmesi ve ihlalin tekrarının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasıdır. Mahkemenin gerekçesi ve hüküm kısmı ihlalin kaynağının tespiti açısından da önem taşımaktadır.
Kaynağın net olarak tespiti, yükümlülükler ve önlemler ve atılacak adımlar açısından önemlidir" denildi.
Hrant Dink kararının iç hukuka etkileri yanında ve ötesinde herhangi bir mahkumiyet kararı olmanın çok ötesinde bir anlam taşıdığının belirtildiği açıklamada, "Bundan böyle atılacak adımların cinayet sorumlularının tespiti ve cezalandırılması yanında Hrant Dink suikastından başlayarak mevcut yargılama sistemi, yargı anlayışı ve yargılama pratikleri ile yüzleşebilme, aksayan ve eksik yanları görerek iyileştirebilme, ifade özgürlüğü ve yaşam hakkı alanında pozitif tedbirlerin alınması yönünde önemli bir
fırsata dönüştürülebilme potansiyelini barındırıyor. Bu inanç ve kanaatle aşağıdaki görüş ve taleplerimizi sunuyoruz. Bununla birlikte insan hakları alanında evrensel bir hukuk kültürünün oluşması ve yerleşmesi bakımından önemli olan sadece ihlalin gereğini yapmak değil, ihlalleri doğuran yapıyı ve zihniyeti değiştirerek ihlallerin tekrarını önlemek, ihlalleri tamamen ortadan kaldırmaktır. AİHM kararlarının icrasını denetlemekle görevli Bakanlar Komitesi'nin görüşü de bu doğrultudadır. AİHM, cinayetin
planlandığı ve hazırlandığı yerin sorumlusu olarak Trabzon Emniyeti ve Trabzon Jandarması ile cinayetin işlendiği ve mağdurun ikamet ettiği yerin sorumlusu olarak da İstanbul Emniyetinin, Hrant Dink'in yaşamının korunmasından sorumlu olduklarını belirleyerek bu kurumların ayrı ayrı ya da birbiriyle koordineli biçimde planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar olmalarına rağmen Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacıyla harekete geçmediklerini tespit etmiştir. Tespitin ardından bu görevlilere karşı
başlatılan soruşturmaların, güvenlik güçlerinin neden harekete geçmediklerinin ortaya çıkarılması ve cezalandırılması yönünden sonuçsuz bırakılmasının etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlali niteliğinde olduğu sonucuna varmıştır" ifadelerine yer verildi.
AİHM'nin ayrıca alt düzey görevlilerin müfettişlere yalan beyanlarda bulunmaya zorlanmasının söz konusu olaylarla ilgili delil toplamak için adımlar atılması ödevine yönelik açık bir ihlal ve sorumlu olanların tespit edilmesi için yürütülen soruşturmanın kapasitesine engel olunması yönünde planlı yürütülen bir işlem olduğuna karar verdiği ifade edildi. Açıklamada, "Hrant Dink'in ifade özgürlüğünün ihlali konusunda Türkiye yargısına hakim olan görüşü değerlendiren bölümü, kararın bir başka önemli ve
çarpıcı yanını oluşturmaktadır. Hedef gösterilme sürecindeki somut olay ve olguların Hrant Dink'in yaşamına yönelik ciddi, gerçek ve yakın bir tehlikenin varlığına işaret ettiğinin belirtilmesi ve Hrant Dink'e verilen mahkumiyet kararının Yargıtay'ca onanmasının bu sürecin son halkası olduğunun vurgulanması, kararın en önemli yanlarından biri olarak dikkat çekicidir. AİHM, suç isnat edilen ifadeyi kullandığı yazı dizisinin tamamı incelendiğinde Hrant Dink'in 'zehir' olarak tanımladığı şeyin 'Türk kanı'
değil, Ermenilerin 'Türk halkına yönelik algısı' ve Ermeni diasporasının Türkiye'nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanıması yönünde yürüttüğü kampanyanın saplantılı niteliği olduğunun açıkça gözler önüne serildiği hususunda Yargıtay Başsavcısı'nın görüşünü paylaşmıştır. Yargıtay'ın söz konusu ifadeyi yorumlayıp fiili ifadeye Türk kimliği kavramını yükleme biçimini analiz ettikten sonra Yargıtay'ın aslında Hrant Dink'i, 1915 olaylarının soykırım teşkil ettiği görüşünü inkar etmesinden ötürü devlet
kurumlarını eleştirdiği için dolaylı olarak cezalandırdığı sonucuna varmıştır. Yine AİHM'e göre tarihsel gerçeğin araştırılması ve tartışılması, ifade özgürlüğünün bütünleyici bir parçası olması yanında mahkemelerin, yargıçların tarihsel bir sorun hakkında 'hakemlik etme' yetkisi bulunmamaktadır" denildi.