Fiona Lloyd-Davies
BBC, Kinşasa
Masika Katsuva ufacık bir kadın. Ama kişiliği dev boyutlarda. Sitemkar konuşuyor; "Fiona, seninle oturup konuşmaya vaktim yok. Tarlaya gidip manyok toplamazsam hepimiz açlıktan ölürüz." diyor.
"Tamam, ben de gelirim." diyorum.
Tek bir damla yağmurun bile düşmediği mevsimde bile Kongo'nun doğusu yemyeşil. Esintiyle salınan tarlalar dolusu mısırların boyu, hiçbir yerde göremeyeceğiniz kadar yüksek. Gökyüzünü mavi ve pembelere boyayan şimşekler çakıyor, toprağın susuzluğu dev yağmur damlalarıyla biraz olsun diniyor. Buralarda her şeyden bol miktarda var. Ne yazık ki, bu bolluğa şiddet de dahil. Sayılar hakkında kesin konuşmak mümkün değil ama, 1996'da başlayan iç savaştan bu yana, yaklaşık 6 milyon kişi öldüğü söyleniyor.
Yüzbinlerce kadın, çocuk ve erkek tecavüze uğradı. Ve bu olaylar hala sürüp gidiyor.
Masika'yla anayoldan çıkıyoruz; dar bir patikaya sapıyoruz. Yakıcı bir güneş var. Yaşlı bir çift geçiyor yanımızdan. Erkek, renkli bir şemsiye taşıyor karısını güneşin şiddetinden korumak için. Masika'nın hayatında böylesi bir koruma yok; "hayatımın aşkı" diye andığı kocası gözlerinin önünde öldürülmüş.
Ürünlerin yığılı olduğu bir tarlada duruyor; küçük acı biberlerden topluyor. Biberleri atıştırırken, "ben bir sonraki yemeğimi nerede yiyeceğimi hiç bilmem" diyor gülümseyerek. Her yanda tepe tepe mahsul görülüyor. Şimdi hasat zamanı. Manyok ve mısırların sarı ve yeşil renkleri arasında, hasadı toplayan rengarek giysili kadınlar görülüyor. Bazıları yabanıl otları temizliyor, sırtlarında bebekleri diğerleri mısırları kırıp sepetlere dolduruyor.
Masika daha iyi bir gelecek düşlüyor ama gerçekçiliği de elde bırakmıyor. Kadınların tarlalarda ağır işler yapmasına artık bir son verilmesini, kadınların dikiş gibi beceriler kazanmalarını istiyor. "Ama bunun için çatışmaların ve tecavüzlerin durması gerek" diyor. Gözümün içine bakarak, Kongo'da tecavüz ve çarpışmaların hemen bugün sona erebileceğine inanmadığını da ekliyor.
Evine götürmesi için bir kenara yığılmış manyok köklerine işaret ediyor. Tam o sırada cep telefonu çalıyor. Buralarda herkes için cep telefonu hayati önem taşıyor. Burada işleyen ve ülkede işlerin biraz olsun yürümesini sağlayan tek modern gereç, cep telefonu...
Gelen haber kötü. Masika'nın yüzü kül gibi oluyor. Merkeze gelen küçücük bebeğin çok hasta olduğunu öğreniyor. "Hemen geri dönmeliyiz." diyor.
Masika'nın evinde 8 aylık Espoire'ı buluyoruz. Hareketsiz, cansız adeta bebeğin vücudu. Masika, bebeğin ateşini düşürmek için soğuk suda yıkıyor. Burada çalışan kızlardan biri, hastaneye götürmek üzere bir çanta hazırlamış. Burada her zaman böyle şeyler olduğunu anlatıyorlar.
Hastaneye doğru yol alırken, "Espoire'ı saldırıya uğramış bir köyde buldum." diyor. Köyün liderlerinin anlattığına göre, milisler köyü basıp kadınlardan bebeklerini yere atmalarını istemişler; sonra da kadınları döve döve öldürmüşler. Espoire'ın annesi denileni yapmayı reddedince, anneyi vurup öldürmüşler.
Masika bundan üç ay önce, kolu kırık haldeki bebeği bulup evine getirmiş.
"Tamamen yıkıldığım anlar oluyor" diyor ama sonra da ekliyor:
"Bir ceset yığınının ortasında bir bebek bulduğumda çocuğu kurtarmaya çalışırım. Gelecek kimbilir ne getirecek? Ben kendimi bu bebeklere adadım. Onların hayatta kalabilmesine yardımcı olmalıyım. Beni ayakta tutan bu bebekler..."