HABER

Türkiye çalışma hayatında AB'ye 'uyumsuz'

ANKARA (İHA) - Hükümetin çalışma saatleri ve izinler konusunda yaptığı yeni düzenlemelere rağmen, AB ve Türkiye arasında hala uyumsuzluk yaşanıyor. Türkiye ile AB arasında "çalışma saatleri, fazla mesai saatleri, ücretli ve ücretsiz izin süresi" başta olmak üzere pek çok alanda farklılıklar göze çarpıyor.

AB'ye tam üyelikte ısrar eden Türkiye'nin çalışma hayatında daha birçok düzenlemeyi gerçekleştirmesi gerekiyor. AB'de de çalışma süresi 'fazla mesai süresi' de dahil olmak üzere haftada 48 saatle sınırlandırılırken, her işçiye 24 saatlik sürede 11 saat aralıksız dinlenme hakkı öngörülüyor ve her işçiye yılda en az 4 hafta ücretli izin hakkı tanınıyor. Oysa Türkiye'de yürürlüğe giren Türk İş Kanunu, iş süresini haftada en çok 45 saat, fazla mesai süresini de günde 3 saati geçemeyecek şekilde belirliyor. Türk mevzuatı yılda 270 saat fazla mesaiye izin verirken, AB mevzuatına göre ise yılda en fazla 156 saat fazla çalışma yapılması gerekiyor. Bu nedenle AB Türkiye'den, mevzuat uyumu için ya haftalık çalışma süresinin ya da fazla mesai süresinin azaltılmasını istiyor.

Bununla birlikte Türkiye'deki ücretli izin sürelerinin de AB ile uyumsuz olduğu görülüyor. Türkiye'de ücretli izin hakkına sahip olmak için en az 1 yıl işyerinde çalışmış olmak gerekirken, AB'de her çalışana yılda en az 4 hafta ücretli izin hakkı tanınıyor. Türkiye'de ayrıca, hizmet süresi 1 yıldan 5 yıla kadar olan işçilerin yıllık minimum ücretli izin süreleri 14 gün; 5 ile 15 yıl arasında olanların 20 gün ve 15 yıl ve daha fazla olanların 26 gün olarak belirlendi. Bu durum da AB'nin minimum 4 haftalık ücretli izin standardına uymuyor.

İş sağlığı ve güvenliği alanında AB mevzuatıyla Türk mevzuatı arasında bazı 'uyumsuz' noktaların olduğu dikkati çekiyor. AB'de olmasına rağmen Türkiye'de 50 işçiden az işçi çalıştıran küçük ve orta boy işletmelerde, işverenin iş sağlığı ve güvenliği alanında koruyucu ve önleyici hizmetleri sağlamak üzere eleman görevlendirme veya dışarıdan sağlama yükümlülüğü yer almıyor. Bu alandaki diğer bir uyumsuz konu ise, Türk mevzuatında 'devlet memuru' tanımının çok geniş tutulması ve bu nedenle 'AB ülkelerinde işçilerin yaptıkları bazı işlerin, Türkiye'de devlet memurları tarafından yapılması' olarak gösteriliyor. Buna bağlı olarak işçilerin yaptığı işleri yapan 'memur' statüsündeki çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği açısından yeterli derecede korunamıyor. İş sağlığı ve güvenliği alanındaki ilerlemiş mevzuat uyumuna rağmen, Türkiye'de uygulama açısından önemli sorunlar bulunuyor. Denetim elemanlarının sayılarının azlığı, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelere yönelik yaptırımların hafifliği ve işyerinde risklerin saptanabilmesi için gerekli teknik donanım eksikliği gibi nedenlerden dolayı uygulamada eksiklikler görülüyor.

Sosyal güvenlik sistemlerinin eşgüdümü kapsamında da, Türkiye ve AB'de farklı uygulamalar göze çarpıyor. AB'deki uygulamanın aksine, Türkiye'de oturma ve çalışma izni almış tüm yabancılar, 'İşçilerin Sosyal Güvenlik Haklarını Düzenleyen Kanun'un kapsamı dışında yer alıyor. Oysa 1408/71 sayılı tüzük, bir üye devlette çalışan veya oturan tüm üye ülke vatandaşlarını, ücretli veya ücretsiz çalışan tüm bireyleri, uyruksuzları ve mültecileri kapsıyor.

ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN-ERKEK EŞİT DEĞİL

Türkiye'deki iş kazasının tanımının da AB mevzuatına uyumlu olmadığı görülüyor. İş kazasının tespitinde yapılan işle meydana gelen kaza arasında illiyet bağı aranmıyor, güzergahta uğranan kazaların da iş kazası kabul edileceğine dair bir hüküm bulunmuyor. Türkiye'de aynı zamanda sadece mesleki hastalıklar listesinde yer alan hastalıklar meslek hastalığı olarak sayılıyor ve hastalığın derecesinin tespiti halinde yapılacak işlemleri belirtilmiyor.

AB mevzuatı ise, mesleki hastalıklar listesinde yer almayan; ancak ilgili kurul tarafından mesleki olduğuna karar verilen hastalıkların da meslek hastalığı olarak görülmesi öngörülüyor ve hastalığın derecesinin tespiti durumunda yapılacak işlemler belirtiliyor. Sosyal güvenlik alanında aynı zamanda, iş kazası ve meslek hastalığı sonucu sürekli işgöremezlik derecesinin artması durumunda gelirin sigortalının başkasının bakımına muhtaç duruma düşmesine istinaden artırılması öngörülüyor ve gelirin yeniden hesaplanmasına ilişkin düzenleme bulunmuyor. Örneğin Bağ-Kur Kanunu'nda analık, iş kazası, meslek hastalığı, aile ödenekleri ve işsizlik sigortası riskleri yer almıyor ve yurtiçinde çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen sürelerin, sosyal güvenlik hakları bakımından birleştirilmesi ancak uzun süreli sigorta kollarına uygulanıyor.

Sosyal güvenlik alanındaki bir diğer uyumsuzluk da kadın-erkek eşitliğinde göze çarpıyor. Avrupa Birliği, sosyal güvenlik alanında kadınlarla erkekler arasında muamele eşitliğini sağlamaya yönelik bağlayıcı ve detaylı hükümleri barındırıyor. Türkiye'de uygulanan sosyal güvenlik rejiminde ise halen kadın-erkek eşitliğine aykırı bazı hükümler bulunuyor. Türkiye'de sigortalı kadın ile sigortalı erkeğin sigortalı olmayan karısı 'analık yardımından' yararlanmada farklı muamele görüyor. Sigortalı bir kadının analık yardımlarından faydalanmak için doğumdan önceki bir yıl içinde en az 90 gün 'Analık Sigortası Primi' ödemiş olması gerekirken, sigortasız kadının eşinin doğumdan önceki 1 yıl içinde en az 120 gün 'Analık Primi Sigortası' ödemiş olması ve sigortasız kadınla doğumdan önce evlenmiş olması koşulu aranıyor. AB'nin sosyal güvenlik sisteminde kadınlar ile erkekler arasında muamele eşitliği prensibi, 86/613 sayılı direktifle tarım dahil, kendi nam ve hesabına çalışan kişileri de kapsıyor.

En Çok Aranan Haberler