Philip J Crowley
ABD eski dişişleri bakan yardımcısı (2009-2011)
Afganistan'da isyancıların son zamanlarda yoğunlaşan saldırıları ciddi soru işaretleri uyandırıyor.
Geçen sonbahar, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Kongre'ye Obama'nın Afganistan stratejisini "Aynı anda, savaş, görüşme ve inşa" diye tarif etmişti.
Taliban ve müttefikleri geçen hafta Kâbil ve üç diğer Afgan eyaletinde gerçekleştirdikleri eş zamanlı saldırılarla bu stratejiye hala ciddi şekilde meydan okuyabildiklerini gösterdiler.
Saldırılardan sonra en önemli soru bunların bize Taliban'ın siyasi bir çözüm için pazarlığa ne ölçüde istekli olduğuna dair hangi ipuçlarını verdiğidir.
Saldırılar ABD ve NATO'nun 2014 yılında muharebe misyonuna son vermeye hazırlanırken, muhalefetin aynı niyette olup olmadığı konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Aslında son saldırılar statükoyu fazla değiştirmedi.
Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin suçu istihbarat zaafına bağlaması bir yana olanların hiç biri şaşırtıcı da değildi aslında.
Taliban saldırıları gecikmeden üstlenip, bir Amerikan üssünde Kuran yakılması ve 17 Afgan sivilin bir Amerikan askeri tarafından öldürülmesi gibi olaylara bir misilleme olduğunu bildirdi.
Taliban sözcüsü Zabiullah Mücahid "Bahar saldırımız başlamıştır" diye konuştu.
Saldırılarda ABD'nin geçen Eylül ayında Kâbil'deki büyükelçiliğine yönelen saldırıyı düzenlemekle suçladığı Hakkani hareketinin de rol oynamış olabileceğine dair ipuçları var.
Bir bakıma isyanın 2011 yılı sonunda bıraktığı yerden yeniden başladığı söylenebilir.
Mesaj ise gayet net: "Siz gitmeye hazırlanırken, biz hep buradayız."
Aslında isyancıların yenilmemekle kazanmış sayıldığını düşünürsek bu mesaj daha bir önem kazanıyor.
En azından NATO'nun çizmeye çalıştığı Taliban'ın savunmada olduğu tablosunun doğru olmadığını ortaya koyuyor.
Ayrıca saldırılar, Afgan ve uluslararası güçlere ait kurumların yanısıra, dünya kamuoyunu da hedefliyor.
Kendi kendine zarar veren bir dizi talihsiz olay Afganistan'da süregiden Amerikan misyonu konusunda Amerikan kamuoyunun da desteğini sarstı.
Geçen ay açıklanan bir New York Times/CBS kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların üçte ikisi artık Afganistan'da asker bulundurmaya devam edilmesini istemiyor.
Fakat Taliban'ın bahar atışının ciddi bir siyasi etkisi olup olmayacağı ya da NATO'nun geri çekiliş planlarını hızlandırıp hızlandırmayacağı henüz belli değil.
Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai olsun Obama yönetimi olsun Kuran yakma ve sivillere yönelik saldırı olaylarının siyasi sonuçları ve bu olayların Afgan halkında yarattığı tepkilerle başetmekte makul bir beceri gösterdiler.
Beyaz saray olaylardan sonra Karzai yönetimine iki önemli ödün verdi: Tartışmalı gece baskınları konusunda liderlik ve kontrolü Afganlara bırakmak ve en önemli gözaltı merkezinin sorumluluğunu yerel yetkililere devretmek.
Bu iki adım şu anda yürütülen ve 2014 sonrasında Afganistan'da bir tür askeri varlığın sürdürülmesini sağlayabilecek olan yeni "güçlerin statüsü" anlaşması için müzakerelerin yolunu açmış oldu.
Bu aslında Obama yönetiminin Irak'da yapmak isteyip de başaramadığı şeydi.
Çoğunlukla özel kuvvetlerden oluşacak bir tür "izleme gücü"nün Afgan ulusal güvenlik birimlerini eğitmeyi sürdürmesi planlanıyor.
Okuma yazma oranının düşüklüğü ve zayiatların yüksekliği daha bir süre etkisini sürdürecektir ama herşeye rağmen Afgan ordusu düzeliyor.
ABD ve uluslararası güçlerin eğitim programı gelişti ve Afgan hükümetine kendisini koruyacak kurumları sağlamak şeklindeki Amerikan stratejisinin anahtarı burda. Ve bu misyon 2014'de sona ermeyecek.
Afganistan hükümeti muharip işlevini bıraktıktan sonra da ABD ve müttefiklerinin desteğine çok ihtiyacı olacağını biliyor.
Mayıs ayında Şikago'da yapılacak NATO doruğunda ele alınacak en önemli konulardan biri de Afganistan'da ordunun daha az sayıda askerle nasıl daha etkili kılınabileceği olacak.
ABD'nin Afganistan'daki varlığının devamı hem isyancılara, hem de Afganistan'ın komşularına, özellikle de Pakistan'a açık bir mesaj da verecek: "Bir yere gitmiyoruz."
Afganistan hükümeti kendisini güçlendirmeye devam ederken Amerika Birleşik Devletleri de Pakistan'ın pek denetlenemeyen aşiret bölgelerindeki, komşudaki isyanı besleyen "kurtarılmış bölgelere" baskı uygulamaya devam edecek.
Ve ABD, Vietnam'daki deneyiminden farklı olarak, önümüzdeki iki yıl içinde varılacak her türlü siyasi anlaşmanın hayata geçirilmesini, bizzat orada kalarak sağlayacak.
Bu durumda geçen hafta gerçekleştirilen Taliban saldırılarının zihnimize kazıdığı önemli soru hala cevabını arıyor: Taliban siyasi bir uzlaşma için müzakereye niyetli mi gerçekten?
ABD ile Taliban arasında bazı ön görüşmeler yapıldı. Kuşkusuz bunun bir tür müzakereye dönüşebilmesi için nihai olarak Afgan hükümetinin ve en önemlisi bölgesel güçlerin de sürece katılması gerekiyor.
Bu yılın başlarında Taliban süregiden görüşmeler için Katar'da bir büro açacağını açıklamıştı.
Ancak Kuran yakma olayı ve ardından sivillere yönelik saldırı sonrasında görüşmeleri askıya aldıklarını açıkladılar.
Taliban'ın müzakerelere bir daha dönüp dönmeyeceği konusunda bir işaret için biraz daha beklemek gerekecek.
İstihbarat servisleri hem Taliban'a hem Hakkanilere destek veren Pakistan'ın, kendisine daha geniş çıkarlar sağlayacağı belli olmayan bir müzakere sürecini destekleyip desteklemeyeceği de ayrı ve önemli bir soru.
Taliban'ın bahar saldırılarını müzakerelere yeniden oturmadan önce siyasi bir pazarlık kozu olarak görüyor olması ihtimal dahilinde.
Ama saldırılar aynı zamanda Taliban ve müttefikleri içinde, şu aşamada müzakere ihtiyacı ya da arzusu konusunda görüş ayrılıkları olduğunun bir işareti de olabilir.
Bu saldırıları düzenleyenlerin stratejisi: "Savaş, Afgan hükümetini zayıfat ve Amerikalıların gitmesini bekle" de olabilir kısacası.