İSTANBUL (AA) -MUHTEREM DİLBİRLİĞİ- AB için, Rusya ile Ukrayna arasında 2005 yılında başlayan doğal gaz tartışmasına bakıldığında, Ukrayna’nın Avrupa’nın enerji güvenliği açısından ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Doğal gaz açısından Rusya’ya bağımlı olan Ukrayna’nın, ödemelerde ve fiyatlandırmada yaşanan sorun dönemlerinde, Rusya’dan Avrupa’ya gaz taşıyan transit boru hatlarından gaz çekmesi başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, enerji güvenliği endişesiyle gözlerin bu ülkeye çevrilmesine sebep oldu. Avrupa’nın enerji güvenliği tehdit altındaydı ve acilen çözüm bulunması gerekliydi.
Eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in, Şansölyelikten GAZPROM yöneticiliğine transfer olması ve akabinde Kuzey Akım boru hattının planlanması, inşası ve 2011 yılında işletmeye alınması, bir kısmı AB üyesi olan Doğu Avrupa ülkelerini, bir anda Avrupa’nın jeostratejik denklemlerinin dışına itmiş oldu. Bu hattın en büyük zararı ise Türkiye’ye oldu. Avrupa enerji güvenliğini sağlama açısından hayati bir öneme sahip olan ve Avrupa Güney Gaz Koridorunun ana ayaklarından birini oluşturacak olan Nabucco Boru Hattı Projesi, Kuzey Akım yüzünden rafa kaldırıldı, sonra da projeden kesin olarak vazgeçildi.
Bir yandan Ukrayna’yla Rusya arasında yaşanan krizlerin artması, öte yandan yaşanan Suriye krizi, AB üyesi ülkeleri enerji güvenliği açısından ve doğal gaz ihtiyaçlarını karşılama maksadıyla yeni arayışlara itti. Çözüm arayışları etrafında AB’nin Ukrayna’yı birliğe kesin olarak dâhil etmesi konusunda fikirler geliştirilmeye başlandı. 2013 yılında Ukrayna’ya ABD destekli önerilen AB-Ukrayna ortaklık anlaşmasının, dönemin başkanı Viktor Yanukoviç tarafından kesin olarak imzalanmaması, Rusya-Ukrayna krizini derinleştirmiş ve Ukrayna’da halkın meydanlara dökülmesiyle bölge bir anda kargaşa içine girmişti. Ukrayna’da yaşanan krizi fırsat bilen Rusya’nın, Donbas bölgesindeki oldu-bitti ile buralarda Rusya yanlısı grupları el altından desteklemesi ve 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesi, Ukrayna krizinin artık bir dünya meselesi olduğunu pekiştirdi.
Almanya gibi ülkelerden farklı açıklamalar gelmesine rağmen, Rusya’nın Ukrayna krizinden sonra bu ülke üzerinden transit gaz geçişini, bu yıl sonuna kadar büyük ölçüde durduracağını açıklaması, enerji ihtiyacının petrolde yüzde 85’ten fazlasını, doğal gazda ise yüzde 70’ini ithalatla karşılayan AB’nin enerji güvenliğinin tehdit altında olduğu gerçeğini güçlendirdi. Alternatif bölgelerde karışıklıklar çıkması ve enerjide Rusya’ya bağımlılıktan kurtulma isteği, AB’yi büyük bir ikilem içerisine sokmuş bulunuyor.
Almanya Başbakanı Merkel’in, gündeme geldiği andan itibaren “sadece ticari maksatlı” diye tanımladığı Kuzey Akım 2 projesi, en baştan itibaren AB ülkeleri arasında ayrılık rüzgarları estirdiği gibi, ABD’nin de dikkatinden kaçmadı. Bilhassa Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin projeye itirazlarına rağmen, bu proje geçtiğimiz aylarda hayata geçirildi. Kuzey Akım 2'nin devreye girmesiyle, yıllık gaz taşıma kapasitesi 110 milyar metreküp olacak. Bu rakam, enerjide büyük çoğunlukla dışa bağımlı olan AB’nin yıllık gaz ihtiyacının yüzde 25’ten fazlasına tekabül ediyor. Mevcut diğer hatlar üzerinden halihazırda Rusya’dan alınan gaz dâhil olmak üzere AB’nin Rusya’dan aldığı toplam yıllık gaz, ihtiyacının sadece yüzde 40’ını karşılıyor. Projede Rus Gazprom şirketi proje ortağı olarak yer alırken, Alman Wintershall, Hollandalı Shell, Avusturyalı OVM, Fransız Engie ve yine çok uluslu Uniper mali yatırım ortakları olarak yer alıyor.
Kuzey Akım 2'nin hayata geçirilmesinden önce, AB hukuku ve bilhassa ortak pazar enerji yönetmeliği açısından oluşan tereddütler sebebiyle proje, AB iç pazarına getirebileceği rekabete aykırı durumlardan dolayı engellenmeye çalışıldı. Ancak geçtiğimiz aylarda beklenmedik bir şekilde yeniden gündeme gelen proje -görünüşte direniş sergileyen- Almanya Başbakanı Merkel’in, Fransa’nın baskısına dayanamayarak “evet” demesiyle uygulamaya konuldu.
Dış politika ve Avrupa politikasındaki önceliklerin, gayet şık bir şekilde ekonomik önceliklerle birleştirilerek uygulamaya konulan projenin sadece iktisadi bir yatırım olduğu iddiasına artık kimse inanmıyor. Başta Slovakya ve Polonya olmak üzere, pek çok orta Avrupa ülkesi, Ukrayna’dan gelen transit hatların devre dışı kalmasıyla hem kendi ülke ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacak hem de transit taşıma ücretinden mahrum kalacaklar. Sadece Ukrayna’nın yıllık mali kaybı iki milyar avro civarında, Slovakya’nın ise yıllık kaybı 350 milyon avro. Çok daha ilginci, Kuzey Akım 2 hattının devreye girmesiyle, doğal gaz arz hatları da tersine dönecek ve batıdan doğuya doğru akacak. Hatta Ukrayna doğal gazı artık Rusya’dan değil, Batı Avrupa’dan gelecek olan hatlardan satın alacak. Bu konuda da çalışmalar başladı. Almanya üzerinden İtalya’ya ve Balkanlara kadar inecek olan hatlarla, Avrupa içerisindeki “Güney Enerji Koridoru” da bu projenin baskısı altına girecek. Bütün bunlar AB içerisinde Almanya merkezli enerji alanının hâkim bir duruma ulaşmasına sebep olacak.
Dikkat çekici olan ise Kuzey Akım 2 projesinin, AB içinde oluşturduğu derin çatlağa ilave olarak Rusya ve ABD’yi Avrupa düzleminde yeniden karşı karşıya getirmiş olması. Uzun zamandır ABD ya da AB tarafından Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar şeklinde kendisini gösteren ABD ve Rusya arasındaki huzursuzluk, geçtiğimiz ay yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in “Eğer ortaklarımız Doğu ile işbirliği yapıp, onlara bağlı hale gelirlerse, Batı’nın savunmasını garanti edemeyiz” ifadeleriyle yeni bir boyut kazandı. Bu ifadeler ABD’nin Kuzey Akım 2 projesine bakışını açıkça ortaya koyuyor. Münih Güvenlik Konferansı öncesinde Trump, geçen sonbahardan beri sadece sözde kalan tehditlerini uygulamaya koyarak 1 Şubat’ta, 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekildiğini açıklamıştı. Rusya ise ABD’yi dünya barışını tehdit etmekle suçlarken, sözleşmeyi asıl ABD’nin ihlal ettiği iddiasında bulundu. Bu çerçevede yaşanan tartışmalar dikkatle izlendiğinde, projeyi uygulamaya koyanların da, karşı çıkanların da projenin politik sonuçlarını hesap ederek hareket ettiğini ortaya koyuyor.
Esas itibarıyla baktığımızda, Rusya-ABD arasındaki çekişmenin Ukrayna kriziyle başladığını ifade etmek yanlış olmaz. Soğuk Savaş döneminde NATO ile arasında Doğu Bloku ülkeleri sayesinde bir tampon bölge oluşturan Rusya, ABD ile aralarında ikili askeri anlaşmalar olan Polonya ve Romanya’nın NATO üyesi olmasıyla, bir anda ABD ile kendi sınırlarında karşı karşıya gelmiş oldu. ABD ile Romanya arasındaki ikili anlaşmalar çerçevesinde Romanya’ya konuşlandırılan hava savunma sistemlerinin, sadece hava savunma sistemi olmadığı, aynı zamanda karadan karaya saldırı sistemlerini de ihtiva ettiği iddiası, sadece Rusya’nın değil, işbirliği yaptığı ülkelerin de güvenliğini tehdit eder halde. Bu tehdidin sınırlarına kadar dayanması Rusya’yı doğal gaz naklinde ve satışında alternatifler aramaya itmişti. Kuzeyden Kuzey Akım ve Kuzey Akım 2 hatları ile alternatif üretmeye çalışan Rusya, diğer yandan da Türk Akımı ile Türkiye üzerinden Avrupa’ya güneyden ulaşacak bir alternatif oluşturma çabasında. Her iki proje, 2019 yılı sonuna yetiştirilmek üzere son hızla tamamlanmaya çalışılıyor.
Kuzey Akım 2 projesinde ciddi adımların atıldığının ortaya çıkmasından sonra, ABD’nin INF anlaşmasından çekildiğini açıklaması, AB içerisinde ciddi bir huzursuzluk başlatmış durumda. Avrupa topraklarına yeniden orta menzilli nükleer füzelerin yerleştirilme ihtimali herkesi korkutuyor. Özellikle, Polonya’nın ABD ile sıkı bir işbirliği içinde bulunması ve bu ülkede Rusya’dan gelecek tehditlere karşı hava savunma sistemlerinin konuşlandırılacak olması, orta menzilli füze sistemleri anlaşmasının artık kurtarılmayacak bir safhaya girdiğini göstermekte. Projenin uygulamaya geçmesiyle her açıdan zarar görecek olan AB üyesi Polonya ise Moskova ve Washington arasında sıkışmış durumda.
Romanya ve Polonya’ya ilave olarak, Çekya’ya da hava savunma sistemleri kurulacak olması, Rusya’yı oldukça rahatsız ediyor. ABD’nin nükleer silahsızlanma sözleşmesinden çıkması, hem dünyanın, hem de Avrupa’nın güvenliğini ağır şekilde sıkıntıya sokuyor ve karşılıklı silahlanma yarışıyla dünyadaki nükleer dengeyi bozma ihtimalini gündeme getiriyor. Uluslararası hukuk açısından bu yarışı engelleyecek ve kontrol edecek bir mekanizma da mevcut değil. Taraflar agresif bir şekilde kendi güvenliklerini bahane ederek, ekonomik çıkarları açısından bir baskı aracı olarak kullanmak maksadıyla nükleer silahlanmalarını yeni argümanlarla canlandırma eğiliminde.
Kuzey Akım 2 projesinin uygulamaya konmasıyla, projenin ana hamisi görünümünde olan Almanya, AB üyesi Orta Avrupa ülkelerini karşısına almış durumda. Ukrayna krizinde ve Minsk anlaşmasının ortaya konmasında arabulucu bir rol üstlenen Almanya, artık inandırıcı bulunmuyor. Ayrıca, Almanya’nın bu projeyi uygularken müttefiklerinin ve AB’nin güvenlik önceliklerini dikkate almadan hareket etmiş olması da ayrı bir eleştiri konusu. AB üyesi ülkeleri, AB enerji güvenliği açısından ikna etme rolünü bu sefer Fransa üstlenmiş durumda. Almanya ise Avrupa’nın başına açtığı bu belada çoktan ABD’yi karşısına almış durumda.
Enerji alanında büyük ölçüde dışa bağımlı olan Avrupa’da, bilhassa doğal gaz üretimindeki çeşitli sebeplerle oluşacak yeni kısıntılarla, ihtiyacın karşılanması oldukça zor görünüyor. Orta vadede Avrupa’nın doğal gaz ihtiyacında yıllık 120 milyar metreküpe varan yeni talep artışı oluşması gündemde. Bu açığı karşılamak maksadıyla Polonya, başta kendi ihtiyacını karşılamak maksadıyla tedbirlerini almaya çalışıyor. Bir yandan ABD ile askeri işbirliğine giden Polonya, diğer yandan sıvı gaz olarak da bilinen LNG ithalatı için ABD ile anlaştı ve LNG işleme kapasitesini yıllık 10 milyar metreküpe çıkararak, hem kendi ihtiyacının karşılanmasına uğraşıyor hem de buradan Doğu Avrupa’ya gaz dağıtan bir ülke konumuna yükselmek istiyor. Öte yandan Norveç’ten Polonya’ya ulaşacak ve 2022 sonunda işletmeye alınacak 900 km uzunluğunda yeni bir Baltık boru hattı için Polonya, Norveç’le anlaşmış durumda. Bu hattın tamamlanmasıyla hem Polonya hem de Çekya ve Romanya ve hatta ironik bir şekilde Ukrayna, doğal gaz ihtiyaçlarını kısmen buradan karşılayarak Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtulmuş olacaklar.
Almanya ise Rusya ve ABD arasındaki kavgada pragmatik bir şekilde hareket ediyor ve bilhassa doğal gaz alanında Rusya’yla sıkı bir işbirliği içinde hareket ediyor. Burada eski Başbakan Schröder’in rolünü unutmamak gerekiyor. Almanya, ayrıca tuhaf bir biçimde, hiç bir şekilde ihtiyacı olmamasına rağmen, ABD’den sıvı gaz ithal edecek bir anlaşma hazırlığı içinde ve bu maksatla Kuzey Denizi kıyısında ilk LNG işleme istasyonunu kurmaya hazırlanıyor.
Görüleceği üzere Kuzey Akım 2 her yönüyle tartışılan bir proje. Sadece iktisadi bir proje olarak ifade edilmesine rağmen öyle olmadığı anlaşıldı. Almanya, bu projenin tamamlanmasıyla, gerek doğal gaz ithal eden ülke olarak, gerekse de transit ülke olarak Avrupa’da önemli bir konuma gelecek. Projenin, politik ve jeostratejik etkileri, hem AB hem de dünya politikası içinde görünür durumda. En önemlisi hem Avrupa’nın hem de dünyanın güvenlik politikalarına etki ederek, yeni bir nükleer silahlanma yarışını başlatacak kadar büyük bir potansiyele sahip.
[Muhterem Dilbirliği Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü'nde çalışmalarını sürdürmektedir]