Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, “Ekonomimiz, kur, enflasyon ve faiz temelli bir daralma süreci ile karşı karşıyadır. İkinci çeyrek rakamları yıl sonu hedefleri açısından daha önemli bir göstergedir. Umarım üçüncü çeyrekle birlikte Türkiye ekonomisi bir büyüme trendine girecektir” dedi.
ASO Başkanı Nurettin Özdebir, odanın Meclis toplantısında konuştu. 2018 yılının Ağustos ayı itibariyle finansal piyasalarda başlayan olumsuz gelişmelerin ekonominin dinamizminin sekteye uğramasına neden olduğunu ve bu olumsuzlukları bertaraf etmek için hükümetin 9 ayda tam 7 farklı paket açıkladığını kaydeden Özdebir, “Uygulamaya konulan bu paketler ise piyasanın işleyişi ve büyüme üzerinde pozitif bir etki ortaya çıkaramamıştır. Bugün tartışılması gereken uygulamaya konulan bu paketlerin tedavi için uygun olup olmadığıdır. Bu paketler içerisindeki finansman desteğinin yatırımlara dönüşmediğini istatistikler ortaya koymaktadır. Sorunlar çözülmekten daha ziyade kalıcı hale dönüşmektedir. Şirketler bu ortamda orta ve uzun vadeli bir plan yapmakta zorlanmaktadırlar. Bunun nedenleri, kurdaki oynaklığın hala devam etmesi, yüksek enflasyon ve iç talepteki yetersizlik ve bunların ortaya çıkardığı belirsizlik ortamıdır. Şirketlerin uzun vadeli ve dengeli bir strateji belirleyebilmesi için makro-ekonomik istikrarın ve güvenin sağlanması yegane şarttır. İçinde bulunduğumuz durgunluk ortamından çıkışın, yani firmaların üretim gücünün korunması ve piyasaların işler hale gelebilmesi için kamunun reel sektöre sermaye niteliğinde kaynak aktarması gerekmektedir. Yıllardır etkin bir sanayi politikası ortaya koyamadık. Biz sanayi politikalarını hep teşvik olarak algıladık. Aslında teşvikler bir unsur ama kamunun yapması gereken, özel sektörü inovatif ve yüksek katma değer üreten bir yapıya kavuşturabilecek sanayi politikalarını ortaya koymasıdır. Etkin bir sanayi politikasının temeli, kamu-özel sektör diyaloğu ile firmaların rekabet güçlerini arttıracak bir eko sistemdir. Aynı zamanda, etkin sanayi politikası için, kamu, özel sektör ve STK’lar arasında sektörel ve bölgesel iletişim mekanizmalarının sürekli ve etkin bir şekilde işlemesi son derece önemlidir” dedi.
Yüksek enflasyon ortamının harcanabilir geliri önemli ölçüde azalttığına dikkat çeken Özdebir, “Harcanabilir gelir seviyesindeki düşüş, iç talebi olumsuz yönde etkileyerek üretimin azalmasına neden olmaktadır. Bu durum kısır bir döngüye neden olmakta, düşük üretim düşük istihdama neden olarak gelir oluşturma imkanını azaltmaktadır. Hükümetin kredi hacmini arttırmaktan daha ziyade orta ve uzun vadede hem kamunun hem de hane halkının tasarruflarını arttıracak nitelikli dönüşüm yapması gerekmektedir. Biz sanayiciler dünya ile rekabet edebilmek, üretmek için çaba göstermeye devam edeceğiz. Pes etmeden daha fazla üretmeye çalışacağız. Türkiye, yatırımları ve üretimi azaltarak, cari işlemler fazlası oluşturmaktadır. Üretim sektörleri küçülmüş ve gelir azaldığı için, yatırım, ara-malı ve tüketim malı ithalat talebi hızla düşmüştür. Özel sektörün kamu alacaklarını tahsil etme noktasında önemli sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sorunun çözümlenmesi için, Barter sistemini öneriyoruz. Kamunun özel sektöre borcunun ödenebilmesi açısından, Barter ticaretine ilişkin kapsamlı bir yasal düzenleme ile yeni bir finansman kaynağı oluşturulabilir. Bu sistemle hem özel sektör firmalarının kendi aralarındaki ticarette değişim aracı olarak kullanılabilir, hem de kamu ile iş yapan özel sektör firmalarının kamudan alacakları ve borçlarında kullanılabilir. Oluşturulan bu kaydi para/çek çok önemli bir finansman aracı olarak piyasadaki likidite sıkışıklığının aşılmasında önemli katkılar sağlayacaktır. İhracatçılar açısından önemli sorun, KDV alacaklarını bir süredir ödenmiyor olmasıdır. Bu ihracatçıların kıt işletme sermayelerinden yapılan bir kesintidir. Söz konusu ihracatçı firmaların KDV alacaklarının bloke edilmesi ihracatçının daha az ihracat yapması anlamına gelmektedir. Bu konuda hükümetimizin gerekli hassasiyeti göstereceğinden şüphemiz yoktur. Bu arada daha önce vurguladığım bir konuyu tekrar gündeme getirmek istiyorum. İstatistikler 2017 yılında 250 bin insanımızın başka ülkelere göç ettiğini söylüyor. 2018 rakamlarını henüz bilmiyoruz. Yetişmiş insan gücümüzün ülkemizi terk etmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yetişmiş insan gücümüzün ülkeyi terk etmemesi için ne yapmalıyız ya da bu süreçte bu sayının daha da artmaması için neler yapabiliriz konusunda kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Makroekonomik değişkenlere bakıldığında 2018 Ağustos ayı ile başlayan kur şoku ve ardından yükselen kurların yüksek enflasyon ve yüksek faizin etkisiyle 2019’un ilk çeyreğinde yüzde 2,6 olarak gerçekleşen küçülmenin hala devam ettiğini sözlerine ekleyen Özdebir, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ekonomimiz, kur, enflasyon ve faiz temelli bir daralma süreci ile karşı karşıyadır. İkinci çeyrek rakamları yılsonu hedefleri açısından daha önemli bir göstergedir. Umarım üçüncü çeyrekle birlikte Türkiye ekonomisi bir büyüme trendine girecektir. Büyümenin önemli öncü göstergeleri, sanayi üretiminde yedi aydır yaşanan küçülme, kapasite kullanım oranında ve kredi büyüme hızı oranındaki düşüş ve tüketici güvenindeki azalma ülke ekonomisinde daralmaya işaret etmektedir. GSYH’deki azalışın nedenleri arasında, nihai tüketim harcamaları başta olmak üzere, inşaat, imalat sanayi, yatırım harcamalarındaki ve aramalı ithalatındaki azalış ön plana çıkmaktadır. Dikkat edilmesi gereken önemli nokta, sabit sermaye stokundaki yüzde 13’lük düşüştür. İhracat artışı, ithalattaki düşüş ve kamu harcamalarındaki yüzde 7,2 artış küçülmenin derinleşmesini biraz olsun engellemektedir. İmalat sanayindeki yüzde 4,7 ve inşaattaki yüzde 10,9’lik daralma, ekonomide risk unsurunu arttıran detaylar olarak göze çarpmaktadır. Rakamlarda önemli bir detay tüketim tarafı. Hane halkının talebinde ciddi bir daralma söz konusu iken, kamu harcamalarındaki artış, büyümeye önemli bir katkının kamudan geldiğini gösteriyor. Bu durum üçüz açığı da başımıza bela ediyor. Ocak ayından itibaren iç piyasadaki ciddi daralma devam ediyor. Kapasite kullanım oranında bu ayki artış umut verici bir gelişmedir. Lakin kredi faizlerinde yüksek oranlar hala devam etmektedir. Bu gelişmeler, üretimdeki en büyük engel olarak reel sektörün karşısına çıkmaktadır. Öte yandan, özellikle FED ve ECM’nin parasal genişlemeye geçme düşüncesi ve faiz oranlarındaki düşüş beklentisinin gerçekleşmesi, Türkiye ekonomisi açısından bir rahatlama ortaya çıkarılabileceğini ve bu gelişmelerin orta vadede çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca enflasyon hala en önemli sorunumuz olarak karşımızda duruyor. ÜFE ile TÜFE arasındaki marjın yüksek olması enflasyonla ilgili yapısal sorunların hala devam ettiğinin en önemli göstergesidir. Enflasyonu düşürmek için uygulanan politikalara karşın iktisadi karar birimlerinin enflasyon beklentilerini yüksek tutması, enflasyon oranının yapışkan hale gelmesine ve enflasyonun düşürülmesinde önemli bir engel olarak karşımızda durmaktadır. Merkez Bankasının son dönemde aldığı kararlar kısa vadede etki gösteriyor ancak orta ve uzun vadeli dinamiklere göre hedef belirlemesi daha çok fayda sağlayacaktır.”
Diğer önemli sorunun hem hane halkı hem de şirketlerin döviz talebinde artışın ortaya çıkardığı dolarizasyon sorunu olduğuna dikkat çeken Özdebir, “Şirketlerin hem finansal dolarizasyon hem de yükümlülük dolarizayonu artmaktadır. Özellikle şirketlerin yükümlülükleri dolar ise, döviz geliri olmayan sektörler kur riskinden daha fazla etkilenmektedir. Makro finansal istikrarın bozulduğu dönemlerde dolarizasyon sorunu ile karşı karşıya kalmaktayız. Yüksek enflasyon beklentisi ve buna bağlı olarak iç talep daralması ile birlikte üretim kapasitesinde düşüşler ve mali-bütçe dengesinin bozulması dolarizasyonun temel nedenlerindendir. Özellikle kurdaki yukarı yönlü oynaklık enflasyonu düşürmede önemli bir çıkmaz olarak karşımızda duruyor. Dolarize olmuş bir ekonomide döviz kurlarındaki artışın enflasyon üzerindeki etkisi daha hızlı gerçekleşiyor. Bu sorunlar, tek gayesi daha fazla üreterek ülkeye katma değer oluşturmaya çalışan firmaların, üzerinde önemli tahribatlar ortaya çıkartıyor. Dolarizasyon sorunun temel çözümü enflasyonda kalıcı bir iyileşme ile sağlanabilir. Enflasyonda kalıcı bir iyileşme söz konusu değilse dolarizasyon sorununun çözümü oldukça zorlaşmaktadır. Son dönemde Merkez Bankası tarafından uygulamaya konulan tedbirler dolarizasyon sorunun çözümünde etkili olmamış, toplam banka mevduatı içerisinde hane halkı ve tüzel kişilerin toplam döviz rezervi 185 milyar dolar seviyesine kadar ulaşmıştır” açıklamasını yaptı.
Cari açığın düşmesinin döviz talebini azalttığından önemli bir avantaj olduğunu vurgulayan Özdebir, “Lakin önemli olan üretimde ithal bağımlılığının azaltılmasıdır. Böylece, başta işsizlik olmak üzere pek çok sorunun çözülmesinde etkili olacaktır. Cari açıktaki iyileşme ihracat artışından değil üretimsizlikten kaynaklanmaktadır. Mevcut durum ithalatın artmasını engellerken büyüme aşağı yönlü gerçekleşmektedir. İhracat rakamları artarken, iç talepte ciddi azalış görülmektedir. Sanayi üretim endeksi ise geçen yılın aynı dönemine göre %4 azalmıştır. Mart ayına göre ise yüzde 1 oranında bir düşüş söz konusudur. Nisan ayının mart ayından daha kötü olduğu görülmektedir. Nisan ayında yıllık düşüş takvim etkisinden arındırıldığında yüzde 1,4 seviyesine kadar gelmiştir. Bu durum, iç talepteki ve ekonomideki küçülmenin hala deva ettiğini göstermektedir. Diğer yandan işsizlik ülkemizin en önemli gündem maddesi olmaya devam etmektedir. İşsizlik yüzde 14,1 seviyesine düşmesine rağmen, mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik şubat ayında yüzde 13,6 iken yüzde 13,7 seviyesine yükselmiştir. Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik 13 aydır artma trendindedir. Geçen yılın aynı dönemine göre istihdam 704 bin kişi azalırken, işsiz sayısı son bir yılda 1 milyon 334 bin kişi artarak 4 milyon 544 bin seviyesine ulaşmıştır. İşsizlikle ilgili diğer önemli bir sorun da genç işsizliğin hala yüzde 25’ler seviyesinde olmasıdır. Bu konudaki olumlu gelişme ise sanayi sektöründe istihdam hacminin bir önceki aya göre 94 bin artmasıdır” dedi.
Özdebir, “Öngörülebilirliğin artması büyüme açısından olumlu bir sinyal olacaktır” diyerek sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Türkiye ekonomisi üretim odaklı bir yaklaşımla yüksek katma değer oluşturan ve ithalata bağımlı olmayan bir üretim modeli ortaya koyması ile sağlıklı bir büyüme modeline kavuşacaktır. Bunu için de daha çok üretmek mecburiyetindeyiz. Lakin üretimin önündeki engeller de hala devam ediyor. Yüksek faiz ortamında özel sektörün yatırım iştahı azalıyor, dışlama etkisi ile karşı karşıya kalıyor. Üretmeyen bir ülke de sağlıklı bir büyümeye ulaşamaz.”