HABER

Avrupa fikrine yeni bir kadraj

Beyoğlu'nun kalbinde yer alan 125 senelik bir bina, bir grup genç çizerin Avrupa fikrine ve bu fikrin geleceğine dair çizgi hikayelerine ev sahipliği yapıyor. Kaya Genç yazdı.

Avrupa fikrine yeni bir kadraj

Kaya Genç

İstanbul

Beyoğlu'nun kalbinde yer alan 125 senelik bir bina, bir grup genç çizerin Avrupa fikrine ve bu fikrin geleceğine dair çizgi hikayelerine ev sahipliği yapıyor.

1889'da inşa edilen ve bugün ÇEKÜL Evi olarak bilinen, Ekrem Tur sokaktaki bina, Rum ve Ermeni azınlıklara mensup tiyatro oyuncularının, piyanistlerin, tüccarların yaşadığı bir yerdi. Yirminci yüzyılda yaşanan siyasi trajediler neticesinde, bina önce Ermeni sonra da Rum sakinlerini kaybetti, kaçaklar ve evsizlerin barındığı bir yere dönüştü. ÇEKÜL'ün 1995'de devraldığı ve aslına sadık biçimde onardığı binada, bugünlerde ReFrame (YeniKadraj) isimli bir sergi var.

Ekim ayında Londra'daki Comica Festival'le yola çıkan, Şubat ayında Cezayir'de düzenlenen FIBDA Festivali'nde gösterilen ve Avrupa üzerine yeni bakışları, farklı perspektifleri bir araya getiren YeniKadraj, tarihsel trajedilerin izlerinin silinmez biçimde yerleştiği bir binada gösteriliyor.

Türkiye'den Naz Tansel, Murat Mıhçıoğlu ve Cem Özüduru, Birleşik Krallık'tan Hannah Berry, Daniel Locke ve ILYA, Cezayir'den Sofiane Belaskri, Mahmoud Benameur ve Soumeya Ouarezki'in işlerinin yer aldığı serginin küratörü, Türkiye edebiyat dünyasının da yabancı olmadığı bir isim olan Canan Maraşlıgil.

Perihan Mağden, Karin Karakaşlı gibi çağdaş Türkiyeli yazarların bazı yapıtlarını Fransızcaya çeviren Maraşıgil'in en büyük tutkusu çizgi roman ve edebiyat, bu projede bir araya gelmiş. 28 Şubat tarihine kadar devam eden YeniKadraj sergisinin tohumları ise İngiltere'de 'konuk çevirmen' olarak misafir olduğu Free Word Center'da atılmış.

"Avrupalılar kendi içlerine kapandıkça...""Avrupa fikrinden yola çıktım," diyor Maraşlıgil, "ve üç ülke seçtim. İnsanlar Cezayir, Türkiye ve Birleşik Krallık'ın Avrupa ile ne ilişkisi var diye soruyorlar. Halbuki her birinin önemi ayrı. Avrupa kendi etrafına resmen duvarlar örmüş durumda. Buna 'Fort Europa' diyorlar. Çok tehlikeli bir şey bu çünkü Avrupalılar kendi içlerine kapandıkça, dışarıdan gelen her şeyden korkmaya başlıyorlar."

Avrupa Birliği'nden çıkmak konusunda düzenlenmesi önerilen bir referandumun gündemin ön sıralarında olduğu Birleşik Krallık, AB'ye alınmamakla kalmayıp yurttaşlarının Avrupa ülkelerine seyahatleri schengen uygulamasıyla işkenceye dönüşen Türkiye ve Avrupa fikrinin kurucu ülkelerden Fransa'nın eski sömürgesi Cezayir. Maraşlıgil, Avrupa fikrine aslında tam da Avrupa'nın çevresine konumlanmış kültürler üzerinden bakmış.

"Çok zenofobik ve ırkçı söylemler dinliyoruz bugünlerde," diyor Maraşlıgil. "Ve bu çok ürkütücü bir şey. İngiltere'de mesela, Bulgaristan, Romanya'dan gelen insanlar istenmiyor, onlara karşı büyük bir nefret oluşmuş. Bu ürkütücü durum kısmen de ekonomik krizden kaynaklanıyor."

Brighton'da yaşayan Hannah Berry, "her şey Comica Festival'de aldığım bir çağrıyla başladı," diyor. Bir Birleşik Krallık yurttaşı olarak Avrupa tartışmalarının hayatında önemli bir yeri olduğunu söylüyor Berry ve artık insanlara dışarıdan baktığında kimin Avrupa Birliği taraftarı kimin Avrupa Birliği muhalifi olduğunu anlayabildiğini sözlerine ekliyor.

Çizgi roman dünyasının yıldız isimlerinden ILYA'nın (gerçek adı Ed Hillyer) işleri Marvel, DC gibi mecralarda yer almış. ILYA'nın sergideki işi, kendisi için Avrupa fikriyle ayrılmaz biçimde içiçe girmiş InterRail seyahatlerine dair.

'Herkes aynı trende'"1987 yılında InterRail seyahatine çıkıp bütün Avrupa'yı gezmiştim ve bu benim için çok önemliydi," diyor ILYA. O günkü deneyimlerini sosyal medya ve akıllı telefonların hükmettiği 2010'lara taşıyıp güncelleyen sanatçı, bazı şeylerin hiç değişmediği kanaatinde. "Bir trende farklı dillerden bir sürü insan vardır ama İngilizler hep kendilerine ait bir kompartıman isterler," diyor. "Yabancılarla birlikte olmamayı seçerler. Herkesin aynı trende olduğunu anlamamaktır bu. Ülkelerine de böyle bakıyorlar. Orası bize ait diyor, başkalarıyla paylaşmak istemiyorlar."

Sergiye konuşma balonu olmayan, Kafkaesk bir işle katılan Cezayirli Soumeya Ouarezki için Avrupa, çizgi roman sahnesinin daha canlı olduğu bir yeri ifade ediyor öncelikle. "Cezayir'de son yedi yıldır bu alanda bir gelişme var," diyor. "Küçük bir çizerler cemaati oluştu. Lakin sadece çizgi romanla geçinmek mümkün değil maalesef."

Ouarezki, sergiye davet aldığında seyahat edebileceği ve başka insanları görebileceği için çok mutlu olmuş. "Vize meseleleri yüzünden bir Cezayirli olarak seyahat etmek zor. Başka insanları görmek gerçekten ilham verici. Türkiye'deki zengin sanat ortamı da beni heyecanlandırdı."

Hikayesini metinsiz olarak hayal ettiğini fark etmiş Ouarezki ve bazı şeyleri hiçbir şey söylemeyince daha iyi anlatabildiğimize kanaat getirmiş. "Karakterim bloke olmuş, engellenmiş biri. Toplumda bizi engelleyen güçler olabilir. Bazen bir otorite figürüdür bu bazense kendi takıntılarımızdır veya konformizmdir."

Türkiye'nin önde gelen çizgi roman dergilerinden Rodeo'nun genel yayın yönetmeni Murat Mıhçıoğlu, projenin Türkiye ayağını Studio Rodeo olarak üç kişi kurguladıklarını anlatıyor. "Benim yazdığım öykülerden ikisini Cem Özüduru, birini Naz Tansel çizdi. Konsept önümüze geçen Mayıs sonunda geldi. Tam da o sırada İstanbul'da Gezi olayları vardı. İnsanlar ifade özgürlüklerini, protesto özgürlüklerini kullanmayı istiyorlardı. Buna mukabil, devlet, tuzaklar ve manipülasyonlardan bahseden bir dil kullandı. Ben de eskiden beri takip ettiğim İngiliz mentalist Derren Brown'dan yola çıktım. Onun zihnin büyü ve hipnozla yönlendirilebilen bir şey olduğu fikrinden hareketle, uluslararası tezgahlar, komplolar fikirlerine atıfta bulunan bir öykü yazdım."

Türkiye'deki duruma çok hakim olmayan uluslarası bir kitleyi bilgilendirecek tarzda metinlerden yola çıktıklarını anlatıyor Mıhçıoğlu. Çizimlerden birinde Gezi Parkı'nda birbiriyle tartışan farklı görüşlerden insanlara rastlıyoruz. Burada taraflardan birisini kahramanlaştırıp diğerini düşmanlaştıran bir üsluptan çok, süregiden bir tartışmayı yansıtan bir yaklaşım benimsenmiş.

'Türkiye'de sus denilince daha çok bağrılıyor'"Orada iki resim var. İlkinde birbiriyle anlaşamasalar da insanların diyaloğu var. İkincisinde ise kılıçlılar saldırıya geçiyor. Buna sebebiyet veren şey, iktidarın bu tartışmada taraf olmayı seçmesi. İnsanlar aklıselimle davranmak yerine, kavga etmeye başlıyor."

Mıhçıoğlu, yaklaşımlarının doğrudan iktidara seslenen haftalık mizah dergilerinden farklı olduğunu söylüyor.

"Dışarıdan bakan insanlara bir şeyler anlatmak istedik. Onlardan biri de şu: Türkiye ifade özgürlüğünün kısıtlandığı ülkelerden biri, evet ama kısıtlamalara boyun eğen ülkelerden biri değil. Başka ülkelerde kendilerine sus denildiğinde susan insanlar olduğuna tanık olduk. Türkiye'de ise demokratik mücadele geleneği daha kuvvetli. Sus denilince daha çok bağrılıyor. Arada böyle bir ton farkı var."

En Çok Aranan Haberler