20. yüzyılın en önemli buluşlarından televizyonun şuurlu kullanıldığında eğitimi kolaylaştıran bir iletişim aracı olduğunu vurgulayan Kent Konseyi Çocuklar Meclisi Sorumlusu Mine Atıcı, "Ancak insanlarımız artık televizyonun esiri haline geldi. Saldırganlık ve cinsel içerikler taşıyanprogramların çocuklarda olumsuz davranışlara yol açtığı aşikardır. Yakın zamanda yapılan bir araştırma göstermiştir ki, ilkokul1 ve 2. sınıfa giden öğrenciler arasında bile flört etme, sevgili değiştirme, sevgiliyi kıskandırma veya sevgiliyi bir başkasının elinden alma şeklinde senaryolar üretilmektedir. Bir başka örnekte ise, 9 yaşındaki bir çocuğun karnesindeki zayıfları için öğretmenine zehirli çikolata göndermeyi babasına teklif etmesi, sebep olarak da televizyonda bu yoldan karısını öldüren adamın yakalanmadığını söylemesi çok acıdır. Günümüzde ergenliğe girme yaşı bundan 20 yıl evveline göre en az 2 yıl öne çekilmiş durumdadır. Bunda televizyonun etkisi inkar edilemeyecek derecededir. Televizyondan yayılan ışığın melatonini azaltması hormonal dengesizliklere yol açar. Bu fizyolojik etkisinin yanında, bir de sürekli cinsel içerikli yayınların yer alması, hatta çizgi filmlerde dahi flört, sevgili olgularının vurgulanması diğer zararlarıdır. Okul dizilerinde çocuğun okul yaşantısı ile ilgili bir kare bulunmaz iken, okulda sevgili, flört ilişkilerinin ön plana çıkarıldığı görülüyor. Bu da erken ergenlik durumunu kaçınılmaz hale getirmektedir" dedi.
Bir toplumu etkilemenin en kolay yollarından birinin televizyon programları yaparak onları istediğiniz şekle sokmak olduğuna dikkat çeken Atıcı, "ABD, 1945 yılında kendi kültürünü yayabilmek için savaştığı diğer ülkelere havadan kendi filmlerini atarak, insanların Amerikan kültüründen etkilenmelerini sağlamaya çalışıyordu. Şimdi bile ABD filmlerine şöyle bir baktığımızda, çizgi filmlerinde bile bir dini sembol, haç, temiz yüzlü ve iyi kalpli bir rahip ya da rahibe, güzel bir kilise ve dalgalanan bayrakları görürüz. 21. yüzyılda savaşları topla tüfekle yapmak yeterli olmamaktadır. Türk toplumu gibi milli, dini değerleri olan, ahlaki yapısı güçlü milletlerin önce bu özelliklerini yok etmek gerekir” diye konuştu.
Televizyon dizilerinin birçoğunda işlenen konuların, Türk toplum değerleriyle taban tabana zıt olduğunu ifade eden Mine Atıcı, "Bu dizilerde aile mefhumu ihmal ve inkar edilmekte, nikahsız hayatlar, zina, çarpık ilişkiler, aldatma, lüks hayatlar, emeksiz kazanç resmen teşvik edilmektedir. Çok yakın tarihe dek, sürekli etkileşim halinde oldukları teyzelerine, amcalarına benzemeye çalışan çocuklar ve gençler, yeni dönemde televizyon teyzelerine, amcalarına benzemeye çalışmaktadır. Üstelik rol-model olarak seçtikleri bu ana karakterler de maalesef yengesine yan gözle bakabilen, lisede önce biriyle, sonra onun arkadaşıyla flört edebilen, mutlu ya da üzgün her anında ellerinden içki düşmeyen, sinirleninceetrafını kırıp döken, ahlaki ve dini değerleri olmayan kişiler oluyor. Aileyi yok etme çalışmaları ile fark etmeden en önemli değerimizi kaybediyoruz. Eskiden film ve dizilerde ana karakterler; ahlaklı, erdemli, mazlum ve fedakar insanlar, metresler ise kimsenin örnek almayacağı, toplumun ayıplayacağı kötü karakterlerdi. Oysa şimdi evdeki eş mutlaka aldatılmayı hak eden, metresler de mağdur tarafmış gibi gösterilip, gençlerimizin rol modelleri haline getirilmekte. Bu türden programlarlatoplumun ahlak ve dini değerlerine dinamit koyulup fitili ateşlenmektedir. Düne kadar kutsal gördüğümüz değerler ayaklar altına alınıp paçavra edilmektedir. Ebeveynler buna bir dur demelidir. Dur diyemezler ise başkaları tarafından ne ekilirse, onu biçmek zorunda kalacaklarını bilmelidirler. Televizyonun çocuğun küçük yaşlardan itibaren dünyasına, ruhuna, algısına, seçimlerine ve hatta geleceğine nasıl müdahale ettiğini, ne gibi etkilerin meydana gelebileceğini iyi bilmeli, çok dikkatli davranmalıdırlar” diye konuştu. (İHA)